Bay Corrie bana kendisinin de daha önce buldozer kullanmış olduğundan bahsetti; ancak kızını Rafah'ta bir Filistinlinin evini yıkımdan cesurca korumaya çalıştığı için kasten öldüren buldozer, onun daha önce gördüklerinden veya kullandıklarından çok daha büyük bir makineydi; Caterpillar tarafından özellikle ev yıkımları için tasarlanmış, 60 ton ağırlığında bir Behemot.
Corrie ailesine yaptığım kısa ziyarette beni derinden etkileyen iki şey oldu. Birisi, kızlarının cesediyle Amerika Birleşik Devletlerine (ABD) dönüşleri hakkında anlattıklarıydı.
ABD senatörleri Patty Murray ve Mary Cantwell'i (ikisi de Demokrat) hemen arayıp hikâyelerini anlatmış; ve beklendiği gibi şok, öfke ve kızgınlık dolu ifadeler duymuş, ve soruşturma sözü almışlardı. İki kadın da Washington'a döndükten sonra, Corrie'ler bir daha onlardan hiç haber almamış ve söz verdikleri soruşturma elbette gerçekleşmemişti.
Yine tahmin edileceği gibi, İsrail lobisi senatörlere gerçekleri açıklamış ve iki kadın kolaylıkla kendilerine bir mazeret bulmuşlardı. Bir Amerikan vatandaşı ABD'nin bir müttefik devletinin askerleri tarafından kasten öldürülmüş; ancak en basitinden ne resmi bir kınama yapılmış, ne de görgü kuralları gereği bile olsa ailesine söz verilmiş olan soruşturma gerçekleşmişti.
Kahramanca ve soylu
Ama benim için Rachel Corrie olayının ikinci ve çok daha önemli olan yönü, genç kadının eyleminin kendisiydi; hem kahramanca hem de soylu.
Seattle'ın 60 mil güneyindeki küçük bir şehirde, Olympia'da doğup büyümüş, Uluslararası Dayanışma Hareketi'ne katılmış ve daha önce hiçbir bağlantısının olmadığı, acı çeken insanların yanında olmak için Gazze'ye gitmişti.
Ailesine yazdığı, okunması hayli zor ve aynı zamanda dokunaklı mektupları, onun sıradan insaniyetine dair olağanüstü birer belge niteliği taşıyor. Özellikle tıpkı onlar gibi yaşadığı; hayatlarını, dertlerini ve küçücük çocuklar üzerindeki korkunç etkilerine varana kadar İsrail işgalinin dehşetini onlarla paylaştığı için onu kendilerinden biri gibi karşılayan bütün Filistinlilerin kendisine gösterdiği sevecenliği ve ilgiyi anlattığı bölümler
Mültecilerin kaderini anlıyor ve İsrail hükümetinin bu insanların hayatta kalmalarını neredeyse imkânsız hale getirerek bir çeşit soykırıma teşebbüs ettiğini söylüyor. Dayanışması o kadar etkileyici ki, Danny adında askerliği reddetmiş İsrailli bir yedek subaya, kendisine mektup yazıp şunları söyleyecek ilhamı vermiş: "İyi bir şey yapıyorsun. Bunun için sana teşekkür ederim."
Ailesine yazdığı, sonradan The London Guardian gazetesinde yayımlanan bütün mektuplardan, en berbat acı ve ümitsizlik durumuna saplanmış, ama yaşamlarına eskiden olduğu gibi devam edebilen sıradan insanların, Filistin halkının şaşırtıcı direnişinin ışığı parıldıyor.
Filistin direnişinin gücü
Son zamanlarda yol haritası ve barışın gelmesi olasılığı hakkında o kadar çok şey duyduk ki, en temel gerçeği gözden kaçırdık: Filistinlilerin, ABD ve İsrail'in birleşmiş gücü tarafından verilen toplu ceza karşısında bile teslim olmayı veya topraklarını terk etmeyi reddettikleri gerçeğini.
Bir yol haritasının ve bundan önceki çok sayıda sözde barış planının varoluş sebebi bu fevkalade gerçektir; ABD'nin, İsrail'in ve uluslararası topluluğun, cinayetlerin ve şiddetin sona ermesi için insani nedenlerin var olduğuna ikna olması değil.
Eğer bütün kusurlarına ve hatalarına rağmen, Filistin direnişinin gücü hakkındaki bu gerçeği gözden kaçırırsak (kesinlikle faydasından çok zararı olan intihar bombalamalarını kastetmiyorum), her şeyi gözden kaçırırız.
Filistinliler, Siyonist proje için daima bir sorun olmuşlardır ve yıllardır sunulan sözde çözümler, sorunu çözmekten ziyade küçültmeye yaramıştır.
Ariel Sharon "işgal" kelimesini kullansın veya kullanmasın, ya da birkaç paslı, kullanılmayan kuleyi yerle bir etsin veya etmesin; resmi İsrail politikası daima, Filistin halkının eşitliği gerçeğini kabul etmemek, hatta başından beri bütün haklarının İsrail tarafından utanç verici biçimde çiğnendiğini bile itiraf etmemek olmuştur.
Yıllar içinde birkaç cesur İsrailli bu diğer saklı tarihle ilgilenmeye çalıştıysa da; pek çok İsrailli ve göründüğü kadarıyla Amerikalı Yahudilerin çoğunluğu, Filistin gerçeğini inkâr etmek, ondan kaçınmak ve onu çürütmek için tüm gayretlerini seferber etmiştir. Barış olmamasının nedeni budur.
Ayrıca, yol haritası adalete veya yıllar yılıdır Filistin halkına verilen tarihi cezaya dair hiçbir şey söylememektedir. Rachel Corrie'nin Gazze'deki çalışmasının fark ettirdiği şey, sadece evlerinden mahrum edilmiş mülteciler olarak değil, ulusal bir toplum olarak Filistin halkının yaşayan tarihinin ciddiyeti ve yoğunluğudur. Rachelin dayanışma içinde olduğu şey buydu. Bu tür dayanışmanın artık şurada ya da buradaki az sayıda korkusuz ruhla sınırlı olmadığını, tüm dünya tarafından tanındığını hatırlamalıyız.
Medyanın cehalet yalan diyeti
Geçtiğimiz altı ay içinde dört kıtada binlerce kişinin önünde konuşma yaptım. Onları bir araya getiren Filistin ve düşmanlarının yağdırdığı tüm iftiralara bakılmaksızın özgürlük ve aydınlanmanın diğer adı haline gelen Filistin halkının mücadelesiydi.
Ne zaman gerçekler anlatılsa, Filistin davasının haklılığı ve Filistin halkının cesur mücadelesi derhal onaylanmakta ve en büyük dayanışma ifadeleri kullanılmaktadır.
Bu yıl, hem Porto Alegre'deki küreselleşme karşıtı buluşmada hem de Davos ve Amman buluşmalarında -dünya çapında politik yelpazenin iki ayrı kutbunda- Filistin'in başlıca konu olması olağanüstü bir şeydir.
ABDdeki vatandaşlarımız medya tarafından cehalet ve yalandan ibaret, müthiş önyargılı bir diyetle beslenir; -intihar saldırılarının korkunç anlatımlarında işgalden hiç bahsedilmez, İsrail'in inşa etmekte olduğu 7.5 metre yüksekliğinde, 1.5 metre kalınlığında ve 350 kilometre uzunluğundaki apartheid duvarı CNN'de ve diğer televizyon kanallarında gösterilmez veya yol haritasının cansız metninde dahi geçmez.
Ayrıca Filistinli sivillerin maruz kaldığı savaş suçları, nedensiz zarar verme ve aşağılanma, sakatlanma, ev yıkımları, zirai tahrip ve ölümler tıpkı gerçekte oldukları gibi günlük, tamamen olağan sıkıntılar olarak gösterilmez hal böyleyken, çoğu Amerikalının Arapları ve Filistinlileri küçük görmesine şaşırmamak gerek.
Bununla birlikte, nüfuzlu medya kurumlarına ait başlıca yayın organlarının hepsinin oybirliği etmişçesine -sol liberalden en sağdakine kadar- Arap karşıtı, Müslüman karşıtı ve Filistinli karşıtı olduklarını lütfen anımsayalım.
Medya ve imal edilmiş gerçekler
Irak'a karşı yasadışı ve haksız bir savaş başlatılırken medyanın ne kadar ödlek olduğuna, yaptırımlar yoluyla Irak toplumuna verilen muazzam zarara ve tüm dünyada artan savaş karşıtı görüşlere medyada ne kadar az yer ayrıldığına dikkat edin. Helen Thomas dışında tek bir gazeteci bile, savaştan önce Irak'ın ABD için yakın bir askeri tehdit olduğu hakkında uydurulan korkunç yalanlar ve imal edilmiş "gerçekler" için yönetimi suçlamadı.
Şimdi de, ABD'nin Irak halkı için tek başına ve sorumsuzca yarattığı korkunç, gerçekten bağışlanamaz durum tartışılırken, Kitle İmha Silahları (WMD) hakkındaki "gerçekleri" alay edercesine uydurup istedikleri gibi değiştiren, artık az çok unutulmuş veya boş verilmiş aynı hükümet propagandacıları, medyanın ağır topları tarafından cezadan kurtarıldılar.
Her ne kadar Saddam Hüseyin'i tehlikeli bir tiran olmakla suçlasalar da, -ki öyle- O, tüm Arap ülkeleri içinde, Irak halkına su, elektrik, sağlık ve eğitim gibi altyapı hizmetlerinin en iyisini sağlamıştı. Bunların hiçbiri artık yok.
İsrail'i masum ve silahsız Filistinli sivillere karşı her gün işlediği savaş suçları için eleştirip Yahudi-karşıtı görünmekten veya ABD hükümetini açtığı yasadışı savaş ve berbat bir biçimde yönettiği askeri işgal için eleştirip Amerikan karşıtı olarak anılmaktan olağanüstü korku duyuluyor.
Bununla birlikte, Arap toplumuna, kültürüne, tarihine ve zihniyetine karşı Bernard Lewis ve Daniel Pipes gibi Neanderthal halkçıların ve Şarkiyatçıların başını çektiği saldırgan medya ve hükümet kampanyası, Arapların gerçekten de azgelişmiş, beceriksiz ve lanetlenmiş insanlar olduklarıra; aptal, çağın gerisinde kalmış, modernleşmemiş ve fazlasıyla gerici oldukları için bu dünyada yalnız kaldıklarına inanmak üzere birçoğumuzu sindirmiştir.
Saygınlık ve eleştirel tarihsel düşünce
Neyin ne olduğunu görmek ve gerçeği propagandadan ayırmak için, saygınlığı ve eleştirel tarihsel düşünceyi işte burada devreye sokmak gerekmektedir.
Bugün Arap ülkelerinin birçoğunun halktan rağbet görmeyen rejimler tarafından yönetildiğini ve çok sayıda yoksul ve yeterli imkâna sahip olmayan Arap gencinin köktenci dinin acımasız biçimlerinin etkisinde kaldığını hiç kimse inkâr edemez.
Yine de Arap toplumlarının tamamen denetlendiğini ve düşünce özgürlüğünün, sivil kurumların ve halk için ve halkın işlevlendirdiği hiçbir toplumsal hareketin olmadığını söylemek, New York Timesın da mütemadiyen yaptığı gibi, sadece bir yalan olur.
Basınla ilgili yasalara rağmen, bugün Ammanda şehre inip İslamcı bir partinin gazetesini alabildiğiniz gibi, komünist bir partinin gazetesini de alabilirsiniz.
Mısır ve Lübnan, bu toplumlara izin verilenden çok daha fazla düşünmeyi ve tartışmayı öneren gazete ve dergilerle doludur; uydu kanalları baş döndürücü çeşitlilikte farklı fikirlerle kaynamaktadır; sosyal hizmetler, insan hakları, haber ajansları ve araştırma enstitüleri gibi birçok düzeydeki sivil kuruluş, tüm Arap dünyasında oldukça canlıdır. Makul demokrasi seviyesine ulaşmak için yapılması gereken daha pek çok şey var, ama yola çıkmış durumdayız.
Filistin toplumu yenilmiyor
Sadece Filistinde binin üzerinde sivil toplum örgütü var ve Amerika ve İsrailin bunu karalamak, engellemek veya zarar vermek için gösterdiği onca çabaya rağmen, toplumun devamını sağlayan şey de bu canlılık ve bu tür faaliyetlerdir.
Olası en kötü şartlar altında bile, Filistin toplumu ne yenilmiş, ne de tamamen parçalanmıştır. Çocuklar hâlâ okula gitmekte, doktorlar ve hemşireler hâlâ hastalarına bakmakta, erkekler ve kadınlar işlerine gitmekte, örgütler toplantılarını yapmakta, ve insanlar yaşamaya devam etmektedirler. Tüm bunlar Filistinlileri ya hapiste ya da topluca sürgünde görmek isteyen Sharon ve diğer ekstremistlere karşı adeta bir saldırıdır.
Askeri çözüm işe yaramamıştır ve hiçbir zaman da yaramayacaktır. İsrailliler için bunu görmek neden bu kadar zor? Onların bunu anlamasına yardım etmeliyiz; intihar bombalarıyla değil, ama rasyonel tartışmalarla, kitlesel sivil itaatsizlik eylemleriyle, örgütlü protestolarla, burada ve her yerde.
Vurgulamaya çalıştığım nokta, genelde Arap dünyasını ve özelde Filistini Lewisin What Went Wrong adlı yüzeysel ve konuyu hafife alan kitabında ve Paul Wolfowitzin Arap ve İslam dünyasına demokrasiyi getirmek üzerine verdiği cahilce demeçlerinde olduğundan daha karşılaştırmalı bir yöntemle ve eleştirel bir açıdan görmemiz gerektiğidir.
Araplar hakkında söylenen diğer her şey doğrudur, aktif bir dinamik iş başındadır; çünkü içinde vahşi fanatizmin kaynayan kitlesi olarak kolayca karikatürize edilemeyecek, her çeşit akımın ve çapraz akımın olduğu gerçek bir toplumda, gerçek insanlar olarak yaşamaktadırlar.
Adalet için sürdürülen Filistin mücadelesi, sonu gelmez eleştiriden, sinir bozucu ve çözüme ket vurup heves kırıcı ve köstekleyici bölücülükten ziyade, insanların bilhassa dayanışmayı ifade ettikleri bir şeydir.
Buradaki ve diğer yerlerdeki, Latin Amerikada, Afrikada, Avrupada, Asyada ve Avustralyada gösterilen dayanışmayı hatırlayın. Ve aynı zamanda, birçok insanın kendilerini feda etmelerinin bir nedeni olduğunu da anımsayın, zorluklar ve korkunç engellere rağmen. Neden? Çünkü bu haklı bir sebep, soylu bir ideal ve, eşitlik ve insan hakları adına ahlâki bir çabadır.
Hitlervari bilim parodisi
Şimdi, tarihçiler, antropologlar, sosyologlar ve hümanistler tarafından bilinen bütün kültürlerde mutlaka ki özel bir yeri olan saygınlık hakkında konuşmak istiyorum.
Avrupalılar ve Amerikalılardan farklı olarak, Arapların bireysellik duygusuna, bireysel hayat görüşüne, Rönesans, Reform ve Aydınlanma dönemlerinden geçmiş Avrupa ve Amerika kültürlerinin özelliği sayılan sevgi, samimiyet ve anlayış gibi değerlere sahip olmadıklarını kabul etmenin radikal biçimde yanlış, Şarkiyatçı, ve hatta ırkçı bir bakış olduğunu hemen söyleyerek başlamak istiyorum.
Diğer birçok kişinin yanı sıra, kapı kapı dolaşarak bu saçmalığı satan, boş ve bayağı Thomas Friedmandır. 11 Eylül olaylarında Arap ve İslam dünyasının nedense diğerlerinden daha hastalıklı ve daha işlevsiz olduklarına ve terörizmin başka kültürlerdekilerden daha büyük bir bozulmanın habercisi olduğuna dair bir işaret görmüş, en az onun kadar cahil ve kendi kendilerini aldatan Arap entelektüelleri de burada isimlerini anmaya gerek yok ne yazık ki bu saçmalıkları hemen benimsemişlerdir.
Bütün bunlar bir yana, 20. yüzyıldaki vahşi ölümlerin birçoğundan Avrupa ve ABD sorumludur, İslam Dünyası bunun ancak çok küçük bir parçasından sorumlu olabilir.
Yanlış ve doğru medeniyetler hakkında sahte ve bilimsel olmayan bütün bu saçmalıkların ardında, birçok insanı, dünyanın birbirleriyle ebediyen mücadele eden farklı medeniyetlere ayrılabileceğine inandıran, büyük sahte peygamber Samuel Huntington'ın grotesk gölgesi yer almaktadır.
Bilakis, Huntington söylediği her şeyde çok yanılıyor. Hiçbir kültür ya da medeniyet kendi kendine var olmaz; hiçbiri bireysellik ve aydınlanma gibi kendisinin tamamen dışında şeylerden oluşmaz ve hiçbiri toplumsallık, sevgi, yaşama verilen değer ve diğer temel insani vasıflar olmaksızın var olmaz.
Onun yaptığı gibi aksini iddia etmek, Afrikalıların beyinlerinin doğuştan düşük seviyede olduğunu veya Asyalıların gerçekten kölelik için doğduğunu veya Avrupalıların doğuştan üstün bir ırk olduğunu iddia eden insanlarla aynı türden haksız ve arı bir ırkçılıktır.
Bu, bugün bilhassa Araplara ve Müslümanlara yöneltilen bir çeşit Hitlervari bilim parodisidir, ve biz bunu tartışmaya dahi teşebbüs etmeme konusunda çok kararlı olmalıyız. Bu katıksız bir saçmalıktır.
Öte yandan, Arap ve Müslüman yaşamının, diğer tüm insanlık örnekleri gibi, Arapların ve Müslümanların kendilerine has kültürel üsluplarıyla ifade ettikleri, özgün bir değer ve saygınlık barındırdığına dair çok daha güvenilir ve ciddi kaynaklar vardır. Bu ifadelerin, herkesin takibine uygun, kabul görmüş bir modele benzemesi veya onun bir kopyası olması gerekmez.
Yönetenlerin halkları temsili
İnsan çeşitliliğine dair bütün mesele, nihayetinde bunun, çok farklı bireysellik ve deneyim tarzları arasında köklü bir birlikte varoluş biçimi olmasıdır, hepsinin tek bir üstün biçime indirgenmesi değil: Bu, Arap dünyasındaki gelişim ve bilgi eksikliğine üzülen uzmanlar tarafından bize zorla kabul ettirilen sahte bir iddiadır.
Tek yapmanız gereken, Fas'tan Basra Körfezi'ne kadar, Araplar tarafından ve Araplar için üretilen edebiyat, sinema, tiyatro, resim, müzik ve popüler kültür ürünlerinin muazzam çeşitliliğine bakmaktır.
Muhakkak ki bu, Arapların gelişmiş olup olmadığının bir göstergesi olarak değerlendirilmelidir. Sadece herhangi bir gündeki istatistiksel sınai üretim çizelgelerinin uygun gelişim düzeyini mi, yoksa başarısızlığı mı işaret ettiğine bakılmamalıdır.
Yine de, vurgulamak istediğim daha önemli mesele, bugün kültürlerimiz ve toplumlarımız ile şimdi bu toplumları yöneten küçük insan grupları arasında çok büyük bir ayrılık olduğudur.
Tarihte nadiren bu kadar çok yetki, bugün Araplara başkanlık eden muhtelif krallar, generaller, sultanlar ve başkanlardan oluşan böylesine küçük bir grupta toplanmıştır. Bir grup olarak en kötü özellikleri, neredeyse istisnasız olarak hiçbirinin halklarını en iyi şekilde temsil etmemesidir.
Bu sadece demokrasinin olmamasıyla ilgili bir mesele değildir. Daha ziyade, onları dışarıya kapatıp, hoşgörüsüz, değişimden korkar ve toplumlarını kendi insanlarına açmaktan ürker hale getirecek, en çok da büyük biraderi, yani ABD'yi kızdırmaktan ödü kopan insanlar olmalarına sebep olacak şekilde kendilerini ve kendi halklarını ciddi anlamda küçük görüyor olmalarıdır.
Vatandaşlarını ulusun potansiyel zenginliği olarak görmek yerine, onlara hükümdarın gücüne karşı gelen suçlu komplocular gözüyle bakıyorlar.
Gerçek başarısızlık, Irak halkına karşı yürütülen korkunç savaş sırasında hiçbir Arap liderinin en önemli Arap ülkelerinden birinin yağmalanması ve askeri işgali hakkında bir şeyler söylemek için kendine olan saygısını ve güvenini gösterememesidir.
Cesaret, saygınlık, dayanışma ve planlanmış Arap tepkisi
Güzel, Saddam Hüseyin'in dehşet verici rejiminin artık var olmaması mükemmel bir şey; ama ABD'yi Arapların akıl hocası olarak kim tayin etti? Özellikle Amerika'da eğitim sisteminin, sağlık sisteminin ve ekonominin 1929 Buhranından beri en kötü seviyelere düştüğü bir zamanda, kim ABD'den vatandaşları adına Arap dünyasının yönetimini üstlenmesini ve oraya "demokrasi" denen şeyi götürmesini istedi? Birleşik Devletler'in, bütün Arap ulusuna bu kadar zarar veren ve onları küçük düşüren çirkin yasadışı müdahalesine karşı neden ortak bir Arap sesi yükselmedi? Bu, cesaret, saygınlık ve dayanışma adına gerçekten muazzam bir fiyaskodur.
Bush yönetiminin Tanrı'nın rehberliği hakkındaki tüm konuşmalarına karşı, bir Arap liderinde bile, büyük bir halk olarak bize kendi ışığımız, geleneklerimiz ve dinimizin yol gösterdiğini söyleme cesareti yok mu?
Zavallı Irak vatandaşları en korkunç sıkıntılar içinde yaşarken ve bölgedeki diğer halklar, her biri sırada kendi ülkesinin olduğu korkusuyla taşlaşmış beklerken tek kelime bile eden olmadı.
Geçen hafta George Bush'un, savaşıyla bir Arap ülkesini boş yere harap eden adamın, büyük Arap ülkelerinin birleşik liderliği tarafından kucaklanması ne büyük talihsizlik.
Orada, George Washinghon'a Arap halkına yaptıklarının onları daha önce kimsenin yapmadığı kadar küçük düşürdüğünü ve daha fazla acı verdiğini hatırlatacak cesarete sahip kimse yok muydu? Daima kucaklamalar, tebessümler, öpücükler ve eğilen başlarla karşılanmak zorunda mı? Batı Şeria ve Gazze'deki işgal karşıtı bir hareketi ayakta tutmak için gereken diplomatik, siyasi ve ekonomik destek nerede kaldı?
Bunların yerine sadece, Filistinlilere yaptıklarına dikkat etmelerini, şiddetten kaçınmalarını ve -Sharon'un barışa ilgisinin neredeyse sıfır olduğu gayet açık olduğu halde- barış görüşmelerine devam etmelerini va'zeden yabancı bakanları duyuyorsunuz. Dışişleri Bakanlığının izin verdiği, basmakalıp formülleri tekrar eden birtakım yorgun klişeler hariç, ayırma duvarına, suikastlara veya toplu cezalandırmalara karşı birlikte planlanmış bir Arap tepkisi olmadı.
Arap beceriksizliğinin en uç noktası: Filistin otoritesi
Filistin davasının saygınlığının anlaşılması konusundaki Arap beceriksizliğinin en uç noktası olarak dikkatimi çeken belki de tek şey, Filistin otoritesinin mevcut durumudur.
Kendi halkı arasında çok az siyasi destek gören bir emir eri olan Abu Mazen, bu iş için Arafat, İsrail ve ABD tarafından özellikle seçildi; çünkü bir seçim bölgesi yok, ne bir hatip ne de büyük bir örgütçü, Yaser Arafat'ın sadık bir yardımcısı olması haricinde gerçekte bir şey değil.
Ve çünkü korkarım ki onu İsrail'in emirlerini yerine getirecek kişi olarak görüyorlar. Akabe'de öylece durup kendisi için bazı Dışişleri Bakanlığı görevlileri tarafından yazılmış kelimeleri, adeta bir vantriloğun kuklası gibi, nasıl telaffuz edebilir; nasıl, övülmeye değer bir şekilde Yahudilerin çektiği acılar hakkında konuşup, sonra da şaşırtıcı bir şekilde kendi halkının İsrail'in ellerinde çektiği acılar hakkında neredeyse hiçbir şey söylemez?
Kendisi için bu kadar onursuz ve sahtekârca bir rolü nasıl kabul edebilir, yüzyıldan uzun süredir hakları için kahramanca dövüşen bir halkın temsilcisi olarak, sırf ABD ve İsrail istediği için, kendi saygınlığını nasıl unutabilir?
İsrail, verdiği tüyler ürpertici miktardaki zarar için, sayısız savaş suçu için ve kadın, erkek, çocuk demeden her bir Filistinlinin sadistçe sistematik olarak aşağılanması için hiçbir pişmanlık belirtmeden, basitçe "geçici" bir Filistin devleti kurulacağını söylediği zaman, tam bir idrak güçlüğü yaşadığımı itiraf etmeliyim. Bu kadar uzun süre acı çeken bir halkın liderinin veya temsilcisinin bunlara neden önem vermediğini anlamıyorum. İtibar duygusunu bütünüyle yitirdi mi?
Basit bir birey olmadığını, çok kritik bir dönemde halkının kaderini ellerinde tutan kişi olduğunu unuttu mu? Zoru başarabileceğini gösterip, halkının tecrübesinin ve davasının saygınlığıyla ayakta durarak ve gururla, kapsanmayı beklemeden, belirsizlik yaratmadan ve Filistin liderlerinin tamamen değersiz beyaz bir babadan küçük bir iyilik dilenirken kullandıkları yarı mahcup, yarı özür dileyen ses tonu olmaksızın, halkının saygınlığını göstermek hususundaki bu büyük başarısızlık karşısında şiddetli bir hayal kırıklığına uğramayan birisi var mıdır?
Ama Filistinli yöneticilerin davranış tarzı, Oslodan, hatta yersiz ve çocuksu bir meydan okumayla kederli bir yalvarmanın birleşimi olan Haj Aminden beri bu şekilde olmuştur. Tanrı aşkına, neden daima düşmanlarının onlar için yazdığı konuşma notlarını okumanın kesinlikle gerekli olduğunu düşünürler?
Filistinde, Arap dünyasında ve burada, yani Amerikada Araplar olarak yaşamlarımızın esas saygınlığı kendimize ait bir mirasa, bir tarihe, bir geleneğe ve hepsinin de ötesinde, gerçek amaçlarımızı anlatmamız için yetip de artacak bir dile sahip bir halk olmamızdır.
Yeni bir demokrasi çeşidi gelişiyor
Bu amaçlar, 1948den beri her bir Filistinliye zorla tecrübe ettirilen tahliyelerden ve acılardan türemiştir. Sadece bizim için değil, tüm Araplar için geçerli olan şudur ki, Abdel Nasserin zamanından beri politik sözcülerimizden birisi bile, kim olduğumuz, ne istediğimiz, ne yaptığımız ve nereye gitmek istediğimiz konusunda özsaygı ve vakarla konuşmamıştır.
Bununla birlikte, durum yavaş yavaş değişiyor, Abu Mazen'ler ve Abu Ammar'lardan oluşan eski rejim sona eriyor ve yerini giderek tüm Arap dünyasında meydana çıkan yeni bir liderler grubuna bırakıyor.
En umut verici grup Ulusal Filistin İnisiyatifinin (NIP) üyelerinden oluşuyor: Onlar, başlıca faaliyetleri bir masaya kağıtlar dizmek, banka hesaplarında hile yapmak veya kendilerine ilgi gösterecek gazeteciler aramak olmayan; günlük İsrail saldırılarına direnirken aynı zamanda toplumun sürekliliğini de sağlayan bir dizi profesyonelden, işçi sınıfından, genç entelektüeller ve aktivistlerden, öğretmenlerden, doktorlardan, avukatlardan ve çalışan insanlardan oluşan taban hareketi aktivistleri.
İkinci olarak onlar, demokrasiyi kendisinin istikrarı ve güvenliği olarak düşünen Otorite'nin hayal bile edemeyeceği bir demokrasi çeşidine ve yaygın katılımına gönül vermiş insanlar.
Son olarak, onlar işsizlere sosyal hizmetler, sigortası olmayanlara ve yoksul halka sağlık hizmeti ve, sadece eski dünyanın olağanüstü değerini değil, modern dünyanın gerçeklerini öğrenmesi gereken yeni nesil Filistinlilere uygun laik bir eğitim sunuyorlar.
Bu tür programlar için NPI, ilerlemenin tek yolu olarak işgali ortadan kaldırmayı ve bunu yapmak için de yakın dostların, modası geçmişlerin ve geçen yüzyılda Filistinli liderleri sıkıntıya sokan etkisizliğin yerine, halkı temsil eden ulusal birleşmiş liderliğin özgürce seçilmesini şart koşuyor.
Kendimize sadece Araplar ve Amerikalılar olarak saygı duyar ve mücadelemizin gerçek saygınlığını ve haklılığını anlarsak, ancak o zaman, Rachel Corrie ve onunla birlikte yaralanan ISM'den Tom Hurndall ve Brian Avery dahil, dünyanın dört bir yanından bu kadar çok insanın neden bizimle olan dayanışmalarını, neredeyse bize rağmen ifade etmelerinin mümkün olduğunu düşündüklerini anlayabiliriz.
Halklarının yaptıklarından gurur duymalılar
Son bir ironiyle bitirmek istiyorum. Filistin'in ve Arapların gördüğü bütün popüler dayanışma örneklerinin kendimiz için benzer dayanışma ve saygınlık örnekleri olmadan meydana gelmesi ve diğerlerinin bizi bizden daha çok takdir edip, bize bizim kendimize duyduğumuzdan daha fazla saygı duymaları hayret verici değil mi?
Kendi durumumuzu anlamamızın ve bir ilk adım olarak, buradaki ve başka yerlerdeki temsilcilerimizin haklı ve saygın bir dava için savaştıklarının ve özür dilemelerini veya utanmalarını gerektirecek hiçbir şey olmadığının farkına varmalarının vakti gelmedi mi? Aksine, halklarının yaptıklarından ve onları temsil etmekten gurur duymalılar.
* Edward Saidin, Al Ahram gazetesinden Türkçeye çevrilen yazısı, 26 Haziranda zmag.org adresinde yayınlandı.