Bugün 23 Nisan. Yani Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı.
Hani Atatürk tarafından çocuklara armağan edilmesi sonucunda dünyada "çocuklara armağan edilmiş tek bayram" diyerek övünegeldiğimiz 23 Nisan.
Ancak Türkiye'nin mutsuz çocuklar ülkesi olduğu "ilk ve tek" Çocuk Bayramı'nı kutlamaya 5 gün kala bir kez daha belgelendi.
OECD 19 Nisan’da, PISA 2015 kapsamında Öğrenci Refahı başlıklı üçüncü raporunu yayınladı. Rapor, Türkiye'deki öğrencilerin OECD ülkelerinin en mutsuz öğrencileri olduğunu gösteriyordu.
Uzman psikolog Can Gezgör Türkiye’de öğrencilerin mutsuzluğunun kaynaklarını anlattı.
Can Gezgör raporun 15 yaş ortalaması çocuklarla, ergen grupla görüşülerek hazırlandığına dikkat çekti.
Ebeveynler
Can Gezgör hakkındaİstanbul Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde lisans eğitimini tamamladıktan sonra Boğaziçi Üniversitesi'nde Gelişim Psikolojisi yüksek lisans derecesi aldı. 2004 yılından bu yana birçok araştırma ve proje kapsamında çocuklarla çalıştı. Çocuk hakları, çocuk haklarının medyada yer bulması, demokrasi ve çocuk, medya okuryazarlığı konuları üzerine araştırmalar yapıyor. Serdar M. Değirmencioğlu ile birlikte Kurban Bayramlarında kan ve şiddet görüntülerine maruz kalan çocukların yaşayabileceği sorunları anlatma ve kamuoyunu bu konuda bilinçlendirme amaçlı Çocuk ve Kurban Araştırması’nı yürüttü. 2013 itibariyle İstanbul’da bir kolejde uzman psikolog olarak görev yapıyor ve yarı zamanlı olarak bir aile ve çocuk gelişim merkezinde çalışıyor. Serdar M. Değirmencioğlu'nun derlediği "Öl Dediler Öldüm": Türkiye’de Şehitlik Mitleri adlı kitaba "Buraya Henüz Merhamet Gelmedi" başlıklı makalesiyle katkıda bulundu. (Kaynak: İletişim yayınları) |
“Türkiye’de bizim gördüğümüz, ebeveyn ilişkilerinde ergen grubunun en büyük probleminin sınır koymayla ilgili oluşu. Sınır koyma her sene daha da problemli hale geliyor. Çocuk ne yaparsa karşılığı ne olacak, ne yapmazsa neyle karşılaşacak, bilemiyor.
“Üst gelir grubunda sınır koyma azalıyor, alt gelir grubunda da aşırı bir sınır koyma başlıyor.
“Özel okul öğrencilerinin velilerinde ‘Bu çocuk şuraya gitti ama gelmiyor, ne yapmam lazım’ sorusuyla karşılaşırken diğerleri de ‘Ben bunu hiç dışarı çıkarmıyorum, sosyal aktivitesi kalmadı, ne spora gidiyor ne arkadaşlarıyla görüşüyor’ diyor. Bunlar sınır koymayla ilgili problemler...
“Çocuk hiçbir şekilde geri bildirim almıyor. Çocuğun sorumluluğu yok, her şey ailenin belirlediği kuralla ya da belirlemediği kuralsızlıkla devam ediyor.
“Geri bildirim almadığı için çocuk da sorumluluk almıyor. Evcil hayvanı dışarı çıkartıp dolaştırma sorumluluğu bile verilmiyor aile tarafından.”
Çaresizlik, doyumsuzluk, etkileşimsizlik
Can Gezgör yaptığının geri dönüşünü almayan bir neslin ortaya çıktığını belirtti.
“Bu yüzden de çaresizlik başlıyor. Çocuk bir sorunla karşılaşınca ne yapacağını, kime gideceğini, kiminle konuşacağını bilemiyor.
“Çaresizlik de doğrudan mutsuzluğu ve depresyonu tetikleyen bir şey. Ne yapması gerektiğini bilmediği için başetme yetileri çok düşüyor.
“Yüksek gelirli ailelerde de bir doyumsuzluk görülüyor. Her istediğini istediği anda alabilen bir çocuk bir süre sonra doyumsuz oluyor, böyle olunca da artık yaptığı her işten mutsuz olmaya başlıyor.
“Ve hiçbir şekilde sosyal sorumluluk projelerinde, spor faaliyetlerinde, vs, bulunmadıkları için de paylaşma duygusu, etkileşim azalıyor. Azalınca da yine mutsuzluk başlıyor.”
Güvenlik endişesi
Gezgör ebeveynlerde güvenlik endişesinin hakim olmaya başladığına ve bunun sonuçlarına da dikkat çekti.
“Özellikle son iki yıldır yabancı okulların öğrencileri yurtdışına başvurmaya başladı. Güvenlik nedeniyle Türkiye’de kalmak istemiyorlar.
“Sürekli gündemin değişiyor olması ergenler için iyi değil, rutinleri kalmıyor. Ergenlikte rutinler, belli şeyleri belli zamanlarda yapmak önemlidir.
“Ailenin gündemi çok değişiyor. Mesela 15 Temmuz darbe meselesi, ardından seçim… Gündem değiştiği için de çocuklar üzerindeki kaygıları, gelecek kaygıları artıyor; bunları da çocuğa yansıtıyorlar. ‘Mümkün olan en hızlı şekilde bu ülkeden gitmen lazım’ ya da ‘Bak artık sen buradasın, buna göre yolunu çizmelisin’ diye… Bu da ailenin çocuk üzerindeki beklentisini çok arttırıyor ya da düşürüyor.”
Akran zorbalığı
Çocukların arkadaş çevrelerinden gelen şiddet haberlerinin son yıllarda çok artmaya başladığına dikkat çeken Gezgör, PISA raporunun akran zorbalığıyla ilgili kısmının yanıltıcı olabileceğini vurguladı.
“Geçtiğimiz günlerde bir çocuk arkadaşının boğazını kesti, birkaç gün önce sigara paketi olmadığı için arkadaşları tarafından dövülen bir lise öğrencisi oldu, vs... Şiddet olayları okullarda çok arttı.
“OECD’de yayınlanan rapor, akran zorbalığının Türkiye’de az olduğunu ve ortalamanın altında olduğunu söylüyor. Fakat bu bir yanılgı bence. Türkiye’de akran zorbalığı konuşulan bir şey değil. Konuşulmadığı için bilinmiyor, bilinmediği için de normal kabul ediliyor. Kimi zaman arkadaş arasındaki şakalaşma gibi algılanıyor. Çocuk üzerinde birçok etkisi olan bir konu bu.
“Geçtiğimiz aylarda bu konuda bir rehberlik sempozyumu yapıldı. 500’ün üzerinde katılım aldık, insanlar ‘biz bunu bilmiyorduk, ben ailemin içinde bile zorbalığa maruz kalmışım, bunu içselleştirmişim, arkadaşım bana bunu yaptığı zaman garipsemedim’ diyor.
“Öğrenci akran zorbalığının ne olduğunu bilmediği için kendisine yapıldığını farkında değil. Ya da gurur yapıyor -ergenliğin ilk zamanında bu gurur meselesi önemlidir- bana yapılamaz, diyor. Halbuki işyerinde mobbing olarak gördüğünüz şey ergenlik çağında akran zorbalığı olarak gözüküyor.”
Okul ortamı
Gezgör’ün üzerinde durduğu noktalardan biri de okul ortamıydı. Fiziksel şartlardan sınav baskısına, öğretmenin koşullarından sınıf ortamlarına kadar birçok faktörün çocukları mutsuz eden meseleler haline geldiğini anlattı.
“24 Kasım’da yayınlanan bir anket çalışması var, oraya bakınca öğretmenlerin de çalışma şartlarından çok mutsuz olduklarını görüyorsunuz.
“Sonuçta oyun alanı olmayan, dershanelerden dönüştürülmüş, bahçesi olmayan, mutsuz binaların içinde mutsuz öğretmen ve zaten aile tarafından desteklenmeyen öğrenci biraraya gelince mutsuzluk kaçınılmaz oluyor.”
Sınav problemi
Can Gezgör Temel Öğretimden Ortaöğretime Geçiş Sınavları’nı (TEOG) “ergenlerin Türkiye’de ilk başetmeye çalıştığı problem” olarak niteledi. Çocukları nasıl baskı altında bıraktığını, nasıl bir tahribat yarattığını anlattı.
“TEOG’da iki ayrı sınavda 120+120 toplam 240 soruya maruz kalıyorsunuz. 240 soru içinde iki ya da üç yanlış yaparsanız, zaten hazırlık sınıfı olan bir Anadolu lisesine ya da bir koleje gitme olasılığını kaybediyorsunuz. Bu çocuk üzerinde inanılmaz bir baskı oluşturuyor.
“Eğer maddi durumunuz da yeterli değilse ve 240 soruda üç yanlış yaptıysanız, eğitim hayatınıza büyük bir darbe vuruluyor.
“Okullar da çocukların puan olarak etkilenmemesi için öğrencilerin hak etmedikleri puanları veriyor. O yüzden ilköğretimde öğrenci hiçbir şekilde kötü not almıyor. 100 puanlarla liseye geçiyor. Bu sefer büyük bir şişirilmiş ego oluşuyor.
“Lisede ilk düşük not alındığında hayaller yıkılıyor, aileler hem okul üzerinde hem çocuk üzerinde baskı kurmaya başlıyor.
Ödev meselesi
“İlköğretim boyutunda hem okulun öğrencileri şişirmesi hem rol model öğretmenlik yerine klasik eğitim anlayışıyla devam etmesi sorun.
“Ödevle öğretme eskide kalmış olmalı. Pekiştirmede kullanılmalıyken hala öğretme işi ödev üzerinden yapılıyor. Bu sefer lisede, özgür düşünmenın başlamasının gerektiği evrede, soyut zekası ilerlediğinde; sadece ezber yapabilen PISA sorularını çözemeyen, hatta PISA sorularına yaklaşamayan bir nesil çıkıyor karşımıza.”
Sınıf ortamları
Hala kalabalık sınıflar olsa da son dönemde azalmaya başladığını hatırlatan Gezgör daha önemli olanın ilişki biçimi olduğunu vurguladı.
“Burada egemenliğin kimde olduğuna dikkat etmek gerekiyor. Kim yönetiyor okulu, öğrenci mi, veli mi, müdür mü, yoksa tamamen ilçe milli eğitimden gelen kurallarla mı yönetiliyor?
“Söz hakkının kimde olduğuna bakmak lazım. Öğrencinin söz hakkı olduğu, sesini duyurabildiği okullarda sınıf küçük de olsa, teknik cihazlar az da olsa öğrenci içeride mutlu olabiliyor, çünkü yöneticiye, otoriteye sözünü iletebileceğini biliyor.
“Ama öğrencinin tamamen baskılandığı yerde mutsuzluk var. Hele ortam da kötüyse… Dershanelerden dönüşmüş okullarda mesela, hiçbir şekilde ders yapılacak ortam yok. Sadece akıllı tahtalar ve bilgisayar üzerinden iş yapılıyor.
Oyun alanı
“Okulda oyun alanı yoksa ilkokul çağındaki çocuğun oyun oynaması gerekirken engellemiş oluyoruz. Artık okulların çoğu güvenlik nedeniyle şehir içinde geziler de yapmıyor. Tamamen kaynaşma bitmiş oluyor.
“Kaynaşma sadece sosyal medya ve cep telefonları aracılığıyla yapılıyor. Sanal bir arkadaşlık ortamı doğmuş oluyor. Artık yeni nesil çalışmalarda sanal ortamlar daha önem kazanıyor.
Ayrımcılık
“Durum akran zorbalığında olduğu gibi... Biz ne zaman öğrencilere bunların olmaması gerektiğini anlatırsak o zaman onlar da bize başlarından geçenleri anlatacak.
“Ama maalesef Türkiye’de liselerde ayrımcılık konuşmak çok zor. Öğretmenler bile kendi aralarında konuşamıyor. Bu konularda öğrencilerin rehberlik birimlerine güvenmesi sözkonusu olabilir ama orada da henüz sempozyumlarda ya da başka yerlerde ayrımcılık, barış gibi kelimeler pek geçmiyor.” (YY)
* Can Gezgör / Uzman psikolog
** Fotoğraf: Gülsüm Postacı