Cinsel şiddet, sadece yaşandığı anda değil, sonrasında da derin izler bırakıyor. Pek çok hayatta kalan, “neden hemen söylemedin?”, “neden bağırmadın?” gibi sorularla karşılaşıyor. Oysa beynin travmaya verdiği donma tepkisi, kişinin hem olayı idrak etmesini hem de paylaşmasını zorlaştırıyor. Bu biyolojik refleks, çoğu zaman dışarıdan yanlış anlaşılabiliyor ve maruz kalanların aleyhine kullanılabiliyor.
Psikiyatrist Arzu Erkan, “Kadının beyanı esastır ilkesini savunmak, bu biyolojik gerçekliği anlamak açısından kritik önem taşır. O nedenle hayatta kalanların ve onları destekleyenlerin ikincil travmatizasyona uğratılmaması için hassasiyet gösterilmelidir” diyor.
Travma sırasında beynin verdiği donma tepkisi bu süreci nasıl etkiliyor? Bu biyolojik-psikolojik mekanizma kişinin yaşadığını hemen paylaşmasını neden zorlaştırıyor?
Travma anında beynin verdiği “donma” tepkisi, cinsel şiddet gibi yoğun stres yaratan durumlarda biyolojik bir savunma mekanizmasıdır ve kişinin olayları idrak etmesi ve ivedilikle paylaşmasını zorlaştıran temel nedenlerden biridir. Beynimiz, tehdit karşısında “savaş, kaç ya da don” tepkilerinden birini seçer. Cinsel şiddet gibi durumlarda, özellikle fail tanıdık biriyse ya da güç asimetrisi varsa, donma tepkisi sıkça devreye girer. Bu, kişinin fiziksel veya zihinsel olarak “felç” olmuş gibi hissetmesine, tepki verememesine veya olayı tam olarak algılayamamasına neden olur.
Donma tepkisi
Bu kısmi biraz daha açar mısınız?
Donma, beynin amigdala bölgesinin aktive olmasıyla ortaya çıkar. Amigdala, tehlike algıladığında vücudu korumak için hızlı bir şekilde devreye girer ve prefrontal korteksi (mantıklı düşünme ve karar alma merkezi) geçici olarak devre dışı bırakır. Bu, kişinin o an ne olduğunu anlamasını, tepki vermesini veya kendini savunmasını zorlaştırır.
Örneğin, bir çocuk ya da kadın cinsel saldırıya maruz bırakıldığında, “neden bağırmadın, neden kaçmadın?” gibi sorularla karşılaşabilir, ancak donma tepkisi nedeniyle bu tepkileri verememiş olabilir. Bu durum, dışarıdan “rıza” gibi yanlış yorumlanabilir, oysa tamamen biyolojik bir travmatik reflekstir.
Donma tepkisi, olayın hemen ardından da etkisini sürdürür. Maruz kalan, yaşadığı şoku zihninde işleyemeyebilir, bu da olayı inandırıcı veya tutarlı bir şekilde aktarmasını engeller. Kendi bile ne yaşadığını anlayamaz, gerçekliğinden kuşkuya düşer hale gelebilir.
Bu, nörobiyolojik olarak “dumura uğrama” hali, kendini savunma refleksini kısa ve uzun vade de zayıflatabilir. Bu durum, özellikle failin ya da fail aklayıcıların manipülatif davranışlarıyla birleştiğinde (“yanlış anladın, öyle demek istemedim”, “o öyle biri değildir, bana da sarılır, dostçadır”), maruz bırakılanın kendi algısına güvenini sarsar. Ayrıca, utanç, suçluluk ve damgalanma korkusu, bu biyolojik tepkiyle birleştiğinde, kişinin yaşadıklarını adlandırması ve paylaşması yıllar alabilir. Beyan edildiğinde sağlıklı desteği görmeyen hatta suçlanan kişi, ikincil travmatizasyona uğrar.
Bu, beyanın güvenilirliğinin sorgulanmasına ve kişinin kendini daha da yalnız hissetmesine neden olur. Mükerrer travmalarda donma tepkisi daha da ağırlaşacaktır.
Sonuç olarak donma tepkisi, cinsel şiddetin hemen paylaşılmasını biyolojik ve psikolojik olarak zorlaştırır. Bu tepki, kişinin hayatta kalma stratejisi olsa da, adli süreçlerde veya toplumsal yargılarda yanlış anlaşılır ve maruz kalanın aleyhine kullanılabilir.
Bu nedenle, “kadının beyanı esastır” ilkesini savunmak, bu biyolojik gerçekliği anlamak açısından kritik önem taşır. O nedenle hayatta kalanların ve onları destekleyenlerin ikincil travmatizasyon uğratılmaması için hassasiyet gösterilmelidir. Bu yönde yapılan sosyal medya paylaşımları ya da içeriklerle mücadele etmek de görevimiz.
Hukuki sonuçlar
Gecikmiş açıklamanın hukuki ve psikolojik açıdan sonuçları neler oluyor? Bu durum adalet arayışını ve iyileşme sürecini nasıl etkiliyor?
Gecikmiş açıklamalar, zaten iyi işlediği kuşkulu hukuki süreçlerde ciddi zorluklar yaratabilir. Ülkemizde adli süreçler, delil toplama, tanık ifadeleri ve zaman aşımı, haksız tahrik indirimi gibi faktörlerden etkilenmektedir. Cinsel şiddet vakalarında deliller genellikle fiziksel olmayabilir (örneğin, psikolojik şiddet veya taciz vakalarında) ve bu, davanın kanıtlanmasını zorlaştırır.
Zaman aşımı, özellikle cinsel istismar gibi suçlarda, faillerin cezadan kaçmasına neden olabilir. Örneğin, İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmaması ve adli süreçlerdeki aksaklıklar (uzun süren davalar, haksız tahrik indirimleri, delil yetersizliği) maruz kalanların adalet arayışını baltalar. Gecikmiş beyanlar, mahkemelerde “neden şimdi?” sorusuyla karşılaşarak beyanın güvenilirliğinin sorgulanmasına yol açabilir.
Bu, maruz kalanın ikincil travmatizasyona uğramasına neden olur; çünkü hem yaşadığı şiddeti yeniden anlatmak zorunda kalır hem de inanılmama riskiyle karşı karşıya kalır.
Bununla birlikte, “kadının beyanı esastır” ilkesi, gecikmiş açıklamaların da ciddiye alınması gerektiğini vurgular. Yangın ihbarı örneğinde olduğu gibi, bir beyanın sahte olma ihtimali, her beyanın şüpheyle yaklaşılmasını gerektirmez. Ancak, ülkemizde bu ilkenin uygulanışındaki sorunlar, maruz kalanların hak arayışını zorlaştırır.
Örneğin, failin güçlü bir konumda olması veya toplumsal destek görmesi, adli sürecin etkinliğini azaltabilir.
Peki psikolojik sorunları biraz daha açar mısınız?
Gecikmiş açıklamalar, maruz kalanın iyileşme sürecini hem olumlu hem de olumsuz etkileyebilir. Olumlu yönden, yıllarca bastırılmış bir travmayı paylaşmak, rahatlama, dayanışma ve güçlenme hissi yaratabilir. “Me Too” gibi hareketler, maruz kalanların yalnız olmadıklarını fark etmelerini sağlar ve iyileşme sürecini başlatabilir. Ancak, ifşa süreci, özellikle sosyal medya gibi kamusal alanlarda gerçekleştiğinde, maruz kalanı yeniden travmatize edebilir. Yani bunun da bir bedeli olmadığı iddiası asılsızdır. İfşa edip rahatlamaz kadın.
Yeni bir zorluk dolu mücadele başlamıştır. Yine de suskunluktan yeğdir. Failin destekçileri, toplumun suçlayıcı tutumu veya inanılmama korkusu, utanç ve suçluluk duygularını tetikleyebilir.
Örneğin, bir kadın ifşa ettiğinde, “neden şimdi söylüyorsun?” veya “iftira atıyorsun” gibi tepkilerle karşılaşabilir, bu da ruhsal açıdan zorlanmalara yol açabilir. Terapi ortamında bile, travmayı paylaşmak haftalarca aylarca süren bir yas ve bilgi işleme süreci gerektirir. O nedenle şiddet hakkında bilinç yükseltme çalışmaları, toplumun özellikle kitlelere ulaşabilen kişi ve yayın organlarının doğru refleksler verebilmesi için şarttır. Öğrenecek çok şeyimiz var.
Gecikmiş açıklamalar, adalet arayışını karmaşık hale getirir. Hukuki süreçlerde delil toplama zorluğu ve zaman aşımı, faillerin cezadan kaçmasına neden olabilir. Ancak, ifşa hareketleri, toplumsal farkındalığı artırarak adalet arayışını destekleyebilir. Örneğin, sosyal medyada yapılan ifşalar, diğer maruz kalanları cesaretlendirir ve faillere karşı toplumsal baskı oluşturabilir. Bu, uzun vadede adli süreçlerin daha etkin işlemesine katkı sağlayabilir.
İyileşme süreci, ifşanın nasıl gerçekleştiğine ve maruz kalanın aldığı desteğe bağlıdır. Dayanışma ağları, kadın örgütleri, avukatlar ve ruh sağlığı uzmanlarından alınan destek, iyileşmeyi kolaylaştırır. Ancak, hazırlıksız yapılan ifşalar, özellikle sosyal medya gibi kontrol edilemeyen platformlarda, maruz kalanı hedef haline getirebilir ve travmayı derinleştirebilir. Bu nedenle, ifşa öncesi ve sonrası destek mekanizmalarına erişim kritik önem taşır
Sonuç olarak gecikmiş de olsa şiddet beyanları, hukuki süreçlerde delil ve zaman aşımı gibi engellerle adalet arayışını zorlaştırsa da, toplumsal dayanışma ve farkındalık yaratma açısından güçlü bir araçtır. Psikolojik olarak, ifşa hem iyileştirici hem de riskli olabilir; bu nedenle, maruz kalanların hazır hissettiklerinde ve destek alarak bu adımı atmaları önemlidir.

KADINLARIN BEYANI NEDEN ESASTIR
Psikiyatrist Arzu Erkan: Cinsel şiddet intikamla değil, onarıcı adaletle aşılabilir
(EMK)











