Bunları bize diyen çocuk öldü.
Öldü Adnan Satıcı.
Çok şey söylenebilir biri öldükten sonra.
Nereye varacak ki sözcükler.
O ana dek taşıdıkları yankı ve ağırlık, renk ve çağrışım yitmiştir. Onun şiir kitabına verdiği addır her sözcük:
"Ülkesiz Şarkılar."
Bir kente, belli bir coğrafyaya sığmayan; bütün durgun görünümüne karşın tepeden tırnağa delişmen olan; hiçbir masaya, sosyal konuma ve makama sorumsuzca "alkışçı" olmayan; kavram harcamayan, kavram kurutmayan; yetinmeyen, dur-sus bilmeyen bir yaşam için çok söz söylenebilir.
Pek azı ama pek azı Adnan'ın yaşarken yaptığınca yergili, ince, ilkeli, hırçın ve düşündürücü olur. Böyle açık sözlü olmasaydı yaşarken ölürdü.
O sevgisinin gücünden çok, gücünün sevgisini büyüterek yaşadı.
Devrimcilik adına yeryüzünde ne ama ne söylenmişse, bu ilkede toplanmıştır.
Gücünün, yeteneğinin sevgisini büyütmek... Bir tek ona güvenmek, dünyayı böyle kapsamak.
Adnan Satıcı öldü. Çok şey susulabilir biri öldükten sonra.
O acı, hızlana yavaşlaya oyar beynimizi. Bir burgunun altında çok şey susabilir sahici sevgi. Ama her sevgi düşünceli, meraklı, didikleyen ve kapsayan değildir.
Bundandır bu susmaların pek azı Adnanımızın buluşurken, hesaplaşırken veya ayrılırken yaptığınca karşısındakini düşünen içtenlikli, yarınki merhabayı koruyan, dostluğu, dostluğun eleştiriyi anlama ve dinginleşme sürecini savunan komünistçe bir seviyede olur.
Şimdi acının karangu karanlığında bunları yazıyorum, çünkü Adnan'la, o 2006'nın son ayında İstanbul'a "Aydınlık Sorular" için geldiğinde masaya yatırdığımız bir tutumu yazımı okuyacak olanlarla paylaşmak istiyorum.
Şair sonsuza dek amatördür
Ve amatör, salt bugünün profesyonel "aydınına" karşı olan değildir.
Bu savı koyduk masaya.
Bir parantez açmalıyım: Bir gece önce hastaydı. "Aydınlık Sorular" için tartışmacı olduğu Darphane-i Amire binasında fena üşütmüştü. Bizde kaldı. Terlediği için gece üç kez kaldırıp üstünü değiştirdim, ilaç içirdim. Sabahleyin iyiydi. Gülüşerek, kalktık, fıkra anlatarak çay içtik, denize baktık.
Amatörün bugünün profesyonel "aydınına" karşı olması yeterli bir tutum değildir, çünkü, karşı olmak yeninin biçimlenmesinde ve yayılmasında yeni çalışmalar, sorgulamalar, zihniyet zenginliği sağlayacak üretimler ve yeniden üretimler, yargı kalıplarını sarsacak atak sanat ve düşün nesneleri vermiyorsa uyuşukça tepkiden ötesi değildir.
Anlam yitikliğine ağıttır.
Amatörlük düşünüşü parçalayıcı, rutin profesyonelce dayatmaları, onun incelikli tezgâhlarını yaşamın her alanında başka bir işle, başka bir sanatsal üretimle, başka sorularla geçersiz kılma tutumudur. Bu da "genel" karşı çıkmaktan, "o görüşe katılmıyorum" demekten ötesidir.
Genel olarak "karşı çıkan" tiptir, karakter değildir.
Amatörlük karakteri "tipe" gösterecek, düşündürecek, kavratacak denli karakterdir.
Profesyonel kalıplaşmalara karşı düşünürlük, şairlik, sanatçılık kendini, ürününü, karakterini amatör ruhla örendir.
Biz, ciyaklayan telefonlara, gündelik yaşamın çağrılarına aldırmadan Çengelköy'de masaya kış güneşi, kırmızı, dumanlı çay ve mesele koyduk.
Biz sözü Edward Said'den devralarak konuştuk.
Günümüzün düşünce alanındaki profesyonelini tanımlamak gerekirse şu üç ismi verebiliriz: Ertuğrul Özkök, Fetullah Gülen ve İlhan Selçuk. Gel gör ki bu üç ismin özelliklerini topladığınızda bugünün profesyonelinin karakteristiğini bulamazsınız.
Bunların yanına başka kurumları ama öncelikle günümüzün üniversite donukluğunu, katılaşmasını ve buharlaşmasını koymalısınız.
Ancak o zaman, evet, ancak o zaman aklınıza gelen birçok ismi bu özellikler toplamına katmaya başladığınızı anlayabilirsiniz.
Şovenizmi ve ince gericiliği "bilim" diye kakalamanın, bunun edebiyatının ve sanatının birçok kökünü üniversiteyi düşününce bulmaya başlıyorsunuz.
Biz bunları konuştuk... Özellikleri dikkatli toplamak gerek. Yoksa "karakter" oluşmaz.
Adnan'la ben buraya, bu halin emek ve Kürt cephesindeki küçük, kısır özentilerinden yola çıkarak geldik. Yani kendi derdimizi konuştuk.
Adnan Satıcı öldü.
O her anında meselesi, her lokmasında düşü olan, her kadeh rakıda bir dize için bin soru soran amatör öldü.
Göğsünde daima kızıl bir karanfil vardı.
Yazınsal yaratıcılık karakterler dünyasına kafa yormakla başlar. Bu karakter düşünsel ve yazınsal yaratıcılık için sadece insan denilen canlı değildir; yaşamın bütünü içindeki her sorunu, her sorunun içindeki her öğeyi bir karaktere yükselterek evet yükselterek düşünmek ve çözmeye ilişkin emek vermektir.
Amatörlük bunu bugünkü düzenin dayanağı olan çıkarlara aldırmaksızın yarattıklarıyla yapmaktır.
Bu çabaların toplamıdır Adnan Satıcı'nın en küçük yazısını leziz, ince ve düşünsel kılan. Bu çabadır, onu boş gösterişlerin, kibirlenmelerin büyük mesafe uzağında tutan.
Ne diyordu Adnan:
"Ne diye taşımalı gurur denen urbayı
Masada bırakmalı yük sayılan ne varsa
Eşeğini sırtlamış Nasıalı'dan
Herkesin alacağı bir ders olmalı"
Adnan devrimci dünyanın hiçbir işini küçümsemedi.
O sadece, ama sadece kendisinden istenenle yetinmedi. Düşünsel alanda yetinmenin yarı ölmek olduğunu bilen bütün kuşakların devrimci yazarları, şairleri gibi... Gittiği her yerde bir kalemi, bir de gülümsemesini bilen, onur ve düşünce yüklü sayfası oldu.
O bir işi neden yaptığına, yaptığından kimin yararlanacağına, yaptığını daha özgün bir tasarıma nasıl dönüştüreceğine ilişkin sorular soracak denli cesur, amatör ve yoldaştı.
Çağrıldığı her yere böyle gitti, insanları bir meseleye böyle çağırdı.
Gittiği yerlerden de başka şeylerden değil, tam bu nedenlere bağlı olarak gitti.
Adnan Satıcı, "Kâşif dediğin sevdiğinin acemisidir" diyen o güzel çocuk öldü.
Durdurmak mümkün mü suskun avazı?(TT/EÜ)