Görsel: Black Mirror dizisi White Christmas bölümünden bir sahne.
Strasbourg Üniversitesi'nde Avrupa Dinamikleri kürsüsünde Sosyoloji ve Antropoloji Profesörü David Le Breton ile popüler kültürün dert edindiği birçok şeyi konu alan kitaplarını, bugün fiziksel ve düşünsel anlamda nasıl dinamiklerde yaşadığımızı konuştuk.
Sizi, Acının Antropolojisi, Yürümeye Övgü, Ten ve İz, Yüz Üzerine gibi kitaplarınızdan tanıyoruz. Daha çok beden üzerinden ilerleyen çalışmalarınız, bedenin metalaştırıldığı ve gerçekliğinden uzaklaştırıldığı modern zaman için nasıl bir anlam ifade ediyor?
Toplumumuzda uzun yıllar, beden nispeten saklı kalmıştır. Ancak seksenli yıllar döneminde toplumsal ve ticari dünyaya girişi yapmıştır. Ardından, örneğin; dövmeye, kozmetiğe cerrahiye, vücut geliştirmeye, zayıflığa, vb. atfedilen eski olumsuz değerlerde, derin bir dönüşüm başladı.
Buna paralel olarak jimnastik ve fiziksel bakım etkinlikleri, kozmetik pazarı vb. gelişti. Günümüzdeki çağdaş tahayyülde artık gerekli bir yer kaplamıyor ve bireyin kimlik kökeni çoğul olarak geçiyor.
Benliğin bileşenlerinden biri olmaktan sıyrılmış, ham maddeye dönüşmüş ve artık ontolojik değeri olmaksızın, ikinci plana düşmüştür.
Kişinin yapısı olan, beden alter egosu, bir başka ben olan beden, yavaş yavaş, uygun düşen bir çalışmayla veya müdahale tekniğine başvurmak suretiyle düzeltilecek basit bir önermeye dönüşmektedir.
Toplumsal ilişkinin giderek bireyselleşmesi, bireyin bedeninin kendi nesnesine dönüşümüne odaklanmasına, (kendi yaratısına) onu kişiselleştirmesine, hatta radikal bir şekilde (onu ayrı tutmasına) arzusuna mümkün olduğunca yaklaşarak; şeklen "benzersiz" olarak tasarlanan bir beden inşa etmesine neden olmaktadır.
Çağdaş bireyciliğin "kişisel ben"i "bedenim bana ait, istediğimi yaparım"; olarak yankılanmaktadır. Bu nedenle, yeni sloganı, "bedenini
değiştirmelisin", kişinin "bedenimi istediğim şekle soktum" ifadesini beraberinde getirmektedir.
Aynı zamanda, bedenin ve görünümün metalaşması, sayısız alanda kayda değer bir şekilde gelişiyor. Ve buna paralel olarak da bedenin metalaşması ve sayısız alanda görünümün kayda değer bir şekilde geliştirilmesi.
"Kişi vücudunu değiştirirken kendisini yeniden şekillendirmek istiyor"
Beden, eski insanlığı temsil ederse, isteğe bağlı veya üzerinde oynama yapılabilir bir veriye dönüşür. Sürekli inceleyebileceğimiz dev bir küresel beden tasarım pazarı gelişiyor ve anın en iyi formülünü bulmak için sayısız atölye çalışması sunuyor: vücut geliştirme, diyetler, kozmetikler, fiziksel veya psikolojik uyumu etkileyen ürünlerin kullanımı, her türlü jimnastik, (vücut boyamaları, dövme, piercing vb), cerrahi veya kozmetik vb. Bedenin kişiselleştirilmesi, şekillenmesi artık sabır ve kendi kendine bilgi içeren bir disiplin değil, daha acil bir eylemdir.
Kişi vücudunu değiştirirken yaşamını da değiştirmek istiyor, yani eskimiş olan kimlik duygusunu kendisini yeniden şekillendirmek istiyor.
Teknolojinin bireylerin gerçekte veya düşte hareket gücünü durmaksızın arttırdığı çağdaş dünyada, kendisine ve dünyaya dair arzuların görülmedik bir şekilde genişlemesine açık olan beden çok darlaşır ve tüm bu çevresel olasılıklara açılmak yerine kendi içine kapanır. Kişi, şeklini, görüntüsünü, güçlerini değiştirmek ve isteğine geçici olarak yaklaşmak için vücudu ele alır. Beden artık geri dönüşü olmayan bir veri ile ilişkili değildir. Esneklik, ister iş ister özüne beslediği duyu olsun, çağdaşlığın derin verisi olarak kendini dayatır.
Beden, kişisel story telling'in ayrıcalıklı hammaddesine dönüşür ve hayallerin bir bölümünü kapsar (hangi biçimlere dönüşülmeli, nasıl, hangi profesyonellere başvurulmalı, değişim arzusundan kime bahsetmeli, dönüşümün içsel mutluluğunu kime anlatmalı vs.).
Kendimizde, sağlık, güzellik, vücut hattı, form, performans, vb. gibi sonuçlarla beğenilecek bir tür iç dünya kozmetiğine cevaben, istendiği kadar manipüle edilebilecek bir beden biçimlendirmeye çalışıyoruz.
"Beden benliğin protezi haline gelir"
Yaşamak ve kendini kendinde daha iyi tanımak için anlamlar üretme yoluyla kendini yüceltir. Bu uğraş, giderek artan bir boyutta, seksenlerin sonundan itibaren zorunlu olarak ve küresel çapta gelişen bedenin metalaşma hareketine eşlik ediyor.
Beden konuyu parçalara ayıran aynı analitik sebebe itaat eder. Yeni düzenlere göre, bedenin bileşenleri, birbirinden ayrılır, bireyselleşir, birbiriyle eşleşir, birbirinde eksilir veya birbirine eklenir, düzenlenir veya değiştirilir, teknik bileşenlere karışır ve kişi bir dizi organ ve işlev üzerinde hüküm süren bir tür hayalet haline dönüşür.
Beden, uygun bir işlemle düzeltilmesi gereken bir tür müsveddedir, herhangi bir sabitlemeyi reddeden bir kimliğin geçici kılıfı, dünya ile ilişkiyi dönüştürmeyi, kişisel duyumları çoğaltmayı, amaçlayan bir deney alanıdır. Fiziksel dönüşümlerin bilinçli müdahaleleriyle takviyesi olmayan birçok kişi için, beden isteklerini yerine getirmek için yetersiz biçimden öteye gidemeyecektir.
Postmodern bir slogan olan "bedenimi kabul ediyorum"u kullanarak, sahip olmak için kendi markasını eklemeli. Beden, kişinin kendine anlamlı bir iz edinebilmesi için geçici bir kimlik değişikliği arayışı içinde olan benliğin protezi haline gelir.
"İnternet tüm maskelere fırsat veren büyük bir karnavaldır"
Bilginin hızla dönüşüme uğradığı dijital çağda, yeni bir dijital üst insan türünün doğmakta olduğunu ileri sürenler var. Popüler kültürün aktarımında büyük rol oynayan dijitalleşmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz, sizce bu dönüşüm nasıl bir yola doğru evrilecek? Modern özneye bu durumda ne önerirsiniz?
Kontrol altında kalırsa, sanal olarak yok olmak, kişinin kendisi olma yükünü hafiflettiği için bir zevk biçimidir. Kimlik kısıtlamalarından kurtulmanın basit bir yolu da sosyal ağlara, internetin paralel dünyalarına nickname veya avatarları coğaltarak girmektir.
Ağ, bireyin yönlerini farklılaştırır, ilan edilen kişilerin doğruluğunun kanıtı gerekmediği sürece kimlik oyunlarına elverişlidir. Yüzün ve hatta sesin kaybolması, kişinin tanınmasını imkânsız hale getirdiği için, nickname'in veya avatarın gölgesinde kişinin kendisinin kaybolması ideal bir koşuldur.
Gizli durumlar veya kılıklar, gerçek hayata etki edecek bir şoktan korkmadan özgür olarak verilmektedir (en azından bu konuda temkinli kalanlar için).
İnternette "Ben dediğim şeyim". Birey, çok sayıda bağlantıda ve olası kimliklerde seyreltilir. Postmodern konu gerçekten de parçalara ayrılmıştır, içsellik olmaksızın, tamamen dışsallıkla, tüketim akışında ve onu algılamasına izin veren işaretlerde yakalanır. Kişinin, verilen bilginin güvenine dayanan iyi kurulmuş, istikrarlı sosyal rollere sahip olduğu sıradan iletişimin kısıtlamaları dışında ve birbiriyle karşı karşıya olunduğunda, bütün güç düşüncededir.
İnternet, tüm maskelerin kullanıcının istediği herhangi bir karakterin adına bürünmesine fırsat veren büyük bir karnavaldır. Nickname'ler, profiller, taklitler, takma adlar vb. yoluyla gerçek varlığımızla oynayabileceğiniz bir yer.
Kendin hakkında pek çok hikâye, hikayeleri anlatmanın ve başkalarına sunmanın pek çok yolu da vardır. Uzak mesafelerdeki, bedensiz ilişkiler daha az tahmin edilemez, daha az sinir bozucu, bağlayıcı değil ve bu anlamda çoğu zaman gerçek hayattakilerden daha çok tercih edilirler.
Yalnızca kişisel karara dayalı ve arzu doğrultusunda ilişkilere yol açarlar. Sosyal ilişkilerde daha rastgele, incinmesi veya hayal kırıklığına uğraması daha olasıdır. Sanal dünya, dijital ilişkilerin lehine bizi çevreleyen gerçek sosyal ilişkilerin bulunmadığı sessiz ve yüzsüz, fanteziler ve hayaller dünyasıdır.
Ama aynı zamanda diğerinin olmadığı bir dünya, çünkü bu diğeri uzakta tutulur ve çoğu durumda doğrulama olasılığını olsa da kendimiz hakkında ne söylemek istersek onu söyleriz.
"İnternet iki ucu keskin bir araç"
Umberto Eco, sosyal medyanın kalıcı aptallık yaptığını, gerçek arkadaşları varken, sosyal medya arkadaşlığına ihtiyaç duymadığını söyler. Zygmunt Bauman da sosyal medyanın çok kullanışlı ve keyifli bir tuzak olduğunu dile getirir. Bu düşüncelerin aksine, sosyal medyanın demokratikleşmenin yeni gücü ve etkileşimli özelliğiyle doğrudan toplumsallaşmanın sağlayıcısı olduğunu düşünenler de var. İkisi de aşırı yorum mu, siz aralarındaki bu uçurumu neye bağlıyorsunuz?
Dijital dünya trajik bir şekilde fake news'leri besleyen, herkesin herhangi bir şeyi yayınlayabildiği derecede kontrolsüz bir evrendir.
Bu, basın ve televizyon kanallarının çoğunda on yıllardır mevcut olan bilgilerin demokratikleşmesi değildir, ama daha çok bir düzleştirme, bilginin kendi aynasına dönüşmesi, kesinlikle herhangi birinin doğrulaması mümkün olmayan, kesinlikle kendi fikirlerine uygun olan bir dünyada yaşama kaygısı.
Kuşkusuz, sosyal medya tanışmalar sağlar, fakat aynı zamanda kusursuz suç organizasyonlarına, terörizme, dijital tacize, hiperkapitalizme vs. imkân verir.
Her birimizi, bir sitenin hacklenmesi durumunda, bilgisayar korsanlarına kişisel verilerimizin tamamına erişmesi riskine maruz bırakıyor.
İnternet iki ucu keskin bir araçtır, ancak hiçbir zaman kişisel hayatımızın dünyanın her yerinde aniden sızdığı ve hayatımızın hiçe indirgendiği kadar savunmasız olmamıştık.
"Sanal evren komploları beslemeye her zaman elverişlidir"
Sosyal medya "kötülüğün sıradanlaşmasında" araç olarak değerlendirilebilir mi? Bu ortamda yüzyüze ilişkinin yokluğu, sorumluluğu ortadan kaldırır mı?
Evet, gerçekten, en saçma inançları ve fakenews'leri doğuran kötülüğün sıradanlaşmasıdır. Bu sanal evren, en küçük bilgilerin bile derhal yalanlandığı, fantezilere ve art arda gelen komploları beslemeye her zaman elverişlidir.
İnternet, bir bilgi aracından ziyade artık istişareyi yönlendiren ifade edilmemiş inancı sağlamlaştırmak amaçlı bir araç haline gelmiştir.
Herkes orada ne aradığını bulur ve engellere rağmen fikrini doğrulatabildiği için bununla gurur duyar, oysa ki pek az insan onunla aynı fikri paylaşır. Web ağı, her şeye ve herkese rağmen haklı olma inancını sağlar. İki keskin uca sahip bir araç çok büyük bir gölge payına
sahiptir, oysa teknoloji severler ondan ortaya çıkan küçücük ışığa takıntılıdırlar.
"Bizler artık beraberken yalnızız, daha çok yan yana ama daha az birlikteyiz"
Bugün, sosyal medya psikolojisi bağlamında yapılan çalışmalarda, sosyal medyanın, narsisist eğilimi beslediği, yabancılaşmış, asosyal, yalnız ve mutsuz bireyleri artırdığı yönünde yaklaşımlar var. Richard Sennett, Karakter Aşınması'nda yeni kapitalizmin insanı yalnızlaştırdığı ve ahlaki kimliğini oluşturmasını engellediğini dile getirir. Kapitalizmle ilişkili sosyal medyanın, bireyin kişiliğinde ve benliğinin ifşa olduğu bedeninde, bozulmalar yarattığı söylenebilir mi? Gerçek ilişki, simüle edilmiş ilişkilerle değiş tokuş edilirken, burada
bir kayıptan söz edilebilir mi?
İnsan sokakta yürürken, etraflarındaki dünyaya değil, ekranlarına bakarak yürüyen sayısız uyurgezerlerle karşılaşınca, lokantada tüm müşterileri ekranlarının arkasında birlikte ama her biri tek başına otururken, bir toplantıda, neredeyse tüm katılımcıların gözlerini cep
telefonlarına diktiklerini gördüğümüzde, ergenlerin cep telefonu ekranlarının arkasında harcadıkları saatleri bildiğimizde, iletişimin bu kadar gelişmiş olduğundan şüphe etmemiz mantıklı olur.
Bence bu durum tam da tersi. Bizler artık beraberken yalnızız; gitgide daha çok yan yana ama daha az birlikteyiz, insan olarak soyutlanmış ancak diğer taraftan sıkıca bağlanmışız.
Asla soyutlanma, bu obsesif dijital iletişiminin zamanındaki kadar güçlü ve acı verici olmamıştı, acımasız, bu doygunluk, kitabımın birinde belirttiğim gibi birçok kişinin "kişinin kendinden kaçış" isteğini tetikliyor. Cep telefonu dünyayı ekranın yararına kaldırıyor.
Sokakta, diğer insanlar birden ekranın yararına aniden ortadan kayboluyorlar. İletişim, artık sohbet değil, sadece onun taklididir.
"Selfie insan yüzü değil, aşırı pozlanmış öz bir maskedir"
Yüz Üzerine kitabınız oldukça etkileyici. Yüz, insanın varoluş anlamının belirdiği ve kutsallık duygusunun doğduğu yer. Bir yönüyle kişisel ve biricikken, öte yandan toplumsal ve kültürel. Yüzün taşıdığı anlam çeşitliliği bağlamında, "selfie" kültürünü nasıl yorumluyorsunuz? "Selfie" aracılığıyla yüzün anlamını yitirdiği ve popüler kültürün kurbanı olduğu söylenebilir mi?
Evet, özçekim insan yüzünün kitleselleşmesini doğuruyor, sen mi ben mi savaşında kendini onayladığını iddia ederek, bütün farklılıkları silen bir küreselleşmenin belirtisi oluyor. Bu insan yüzü değil, aşırı pozlanmış öz bir maskedir. Gerçek yaşamda akla hayale gelmeyen
sözlere veya davranışlara izin veren, kişinin kendiyle oynadığı bir oyunudur.
Fakat yüzün ve vücudun uzaklığı ve geri çekilmesi, kişinin kendisiyle arasında olan ezikliklerini, yetersizliklerini çözer. Örneğin genç kadınlar, fiziksel olarak başkasının önünde soyunmazken akıllı telefonlarının veya web kameralarının önünde daha kolay soyunuyorlar.
Ekran soyut, canlı bir varlığın bakışının orada olmayışı, kızlar kendilerini kendileriyle baş başaymış gibi hissediyorlar. Diğerinin somut bakışının yokluğu, yasakları serbestleştirir. Ancak özçekim bilhassa kendini kutlaması, kendisi için aşırı aşk ilanını ifade eder.
Kendine böyle bir yatırımla baktığında, gözü başka hiçbir şey görmez. Dünya değerli bir eski eser, diğer insanlar ise figürandan ibarettir. Sadece resimlerde olduklarında bir anlam kazanırlar.
Popüler kültürün dayattığı ilgi çekme ve fenomen olma arzusuyla birlikte iletişim teknolojilerindeki gelişmeler, modernite ve onun beden ile ilişkisi bağlamında nasıl okunabilir?
Facebook, kendini beğenmişliğin bir girişimi. Kişinin kendi şahsiyeti hakkındaki propagandası; en küçük, en gülünç olayların -ki defalarca taklit edilebilir bunlar- bir meseleye dönüştüğü bir destandır. Başkalarına anlattığımız hikâyede her şey esastır.
Kendi biricikliği ve yüce değeri inancıyla, sürekli kendi kendine övünmektir. Mesela, genç birey kendi markası haline gelir, arkadaş ve beğeni edinme amacıyla kendi reklamını yapar. Son özçekimiyle veya komik bir video aracılığıyla yankı uyandırdığını veya kışkırtmayı başardığını varsayar.
Bir izleyici kitlesi umuduyla bunu YouTube'a gönderebilirler. Kendisine, başkalarına gönderilen kendi imajlarının ustası olduğu hissini verir. "Ben gösterdiğim şeyim". O kendi kendisinin girişimcisidir. Varoluş, öncenden uzakta yaşanmış, daha sonra ya da şu anda anlatılabilecek, başkalarına kalıcı bir anlatıya dönüştürülür.
Yaşları keşif yaşlarıdır ve başkalarına günlük olaylardan bahsetmek, hatta en önemsiz olanlardan bile bahsetmek, kendilerini başkalarının gözünden görüp kendilerini daha iyi tanımalarını ve geriye çekilmelerini sağlar. Ancak görüntü tarafından verilen bu şeffaflığa erişmek için başkalarının onaylaması gerekir.
"Tekno-peygamberlik kurtuluş yolu haline geliyor"
Teknolojiye olumlu yaklaşanlar olduğu gibi olumsuz bir bakış açısı da söz konusu. Teknolojinin gündelik yaşamı kolaylaştırmasının yanı sıra, bireyin yaşam tarzında dönüşümlere ve kırılmalara yol açtığı bir gerçek. Adorno, şeyleşmiş bilinç olarak ifade ettiği bilinçlerin teknolojiyi fetişleştirdiği, sevgiden uzaklaştığı ve kötülüğe kayıtsız kalabildiğini söyler. Bu yoruma katılır mısınız?
Çağdaş teknolojilere olan hayranlık tutumu, dijitalleşmeyi Tanrının dinde olmayan şeylerin yerine koydu, ancak yakında tüm talepleri yerine getirebileceğini teklif etmenin yeterli olduğu uzlaştırıcı bir Tanrı. Teknolojik bilimlerin yaklaşımlarının birçoğu, bedeni kusurlarından
dolayı düzeltilecek, hatta sıfırdan kaldırılacak bir taslak biçiminde öngörür.
Meraklı, laik yüksek bir ilahiyat dirilişinde, çağdaş bir biçimde, bedene saygısızlık bilimsel bir görünüme bürünür. Bazı teknoloji düşkünleri tarafından modası geçmiş olarak görülür, biyolojik olarak gerekli olsa bile, hayal artık ondan kurtulmaktır.
Bedenin düşüş yeri olarak algılandığı seküler bir dünyada, Neo-Gnostik diriliştir. Bedenlenme kökenlerin hatasıdır. Bedene karşı şüphe, sayborg yoluyla ortadan kaldırılma ya da zihnin ağa ya da bilgisayara yüklenmesine ilişkin fantaziye kadar bir tür yükselmeyle karşılaşır.
Teknik bir dindarlık, tekno-peygamberlik, şimdi eski yerçekimine maruz kalan insanı yerçekimi gibi göstermek için bir kurtuluş yolu haline geliyor. Arzulamadığı sürece, hiçbir şeyin sınırlamadığı bir özgürlüğün gereğidir.
Teknolojiler biyolojik veya kültürel olsun, insanı bedensel kısıtlamalardan kurtarmaya mahkumdur. Sadece bedenin dışsal olarak değil, onun yerine daha etkili bir enstrümana dönüşerek, gereksiz işlevleri ortadan kaldırarak vs. algılanırlar.
Yetmişlerin ya da seksenlerin sloganlarından birinin dünyayı değiştirmesi durumunda, daha sonraki yıllar, bedeni dönüştürmek, eski aktivistlerin sayısı ile başka bir yerden başlamak toplumu dönüştürmekte başarısız olmakla daha fazla ilgilenmeye başlamaktadır.
"Transhümanizm bir postmodernite ütopyasıdır"
Transhümanizm, eski harika hikayelerden yarın büyüleyici bir vaat ve hatta ölümsüzlük vaat eden bir postmodernite ütopyasıdır. Acı çekmeyen, duygular tarafından değiştirilmeyen, isteksiz, kendisinin efendisi ve ölümsüz bir adamın rüyasını sürdürür. Haberi olmaksızın derinlemesine dini bir söylem, ama bu sefer kurtuluş Tanrı'dan ya da komünizmden değil, teknikten geliyor. İnsanlığın iyiliğine (ya da insanlık sonrası) ya da en azından onların emrindeki tekniklerden yararlanabilecek araçlara sahip olanlara yönelik bütün bir tekniktir.
Bilgi ve iletişim teknolojileri, evrimin hızlandırıcıları ve insanlığa bağlı tüm eski yerçekimlerinin kurtarıcıları olarak kurulur. Bu farklı biçimlerde transhümanizm, teknikte tersyüz edilemeyecek her şeyi hor görmeyi amaçlayan teknolojik bir köktencilik biçimidir.
Prof. David Le Breton hakkında26 Ekim 1953 doğumlu, Fransız antropolog ve sosyolog. Strasbourg İnsan Bilimleri Üniversitesi'nde profesördür. Araştırmalarını beden ve riskli tavırlar antropolojisi üstünde yoğunlaşmış, bu arada sessizlik ya da yürüyüş gibi daha kişisel temalara da el atmıştır. Breton'un önemli kitapları arasında Yürümeye Övgü (Sel Yayıncılık), Acının Antropolojisi (Sel Yayıncılık), Anthropologie du Corps et Modernité (Bedenin Antropolojisi ve Modernite, 1990), Du Silence (Sessizlik Üstüne, 1997), La Sociologie du Corps (Bedenin Sosyolojisi, 2002), La Saveur du Monde (Dünyanın Tadı, 2006) bulunuyor. |
(AA/PT)