*Tercümanın notu: Expulsion kavramı insanı toprağından sürme, def etme ve tehcir anlamınlarına geliyor.
Columbia Üniversitesi öğretim üyesi, sosyolog ve şehir teorileri üzerine yaptığı çalışmalarla dünya çapında tanınan Prof. Saskia Sassen bianet’e konuştu.
Sassen, “Türkiye Hükümeti ya da onun bazı büyük dönüşümlerini şekillendiren özel çıkarlara sahip güçlü aktörler hakkında yeterince bilgim yok. Ancak batı da dahil olmak üzere dünyanın diğer bölgelerinde gördüğümüze benziyorsa... Toprak ve suyun güçlü aktörler tarafından giderek daha fazla ele geçirildiği artık çok ama çok açık. Neye ihtiyaç duyduklarını biliyorlar ve ihtiyaçlarını güvence altına almak istiyorlar. Yaşanan büyük toprak gaspları nedeniyle feci kayıplarla karşı karşıyayız” diyor.
Mülteciler
Önemli kitabınız "Expulsions*" (Harvard Press, 2014) küreselleşmenin olumsuz sonuçlarını ele alıyor. Kitabınız kentsel gelişimde dünya çapındaki hangi eğilimleri ele alıyor?
Küreselleşmenin olumsuz sonuçları hakkındaki sorunuzu beğendim. Ve evet, yeni bir çağa girdiğimizi düşünüyorum.
Ancak karmaşık sistemlerde tam olarak neyin farklı olduğunu tespit etmek kolay değildir. Oyundaki olumsuz unsurlara gelince, bunlar sadece büyüdü.
Büyük firmalar bugün istediklerini ya da ihtiyaç duyduklarını elde etmek için gezegenin dört bir yanındaki unsurları ele geçirebiliyor.
Bunu endişe verici buluyor ve günümüzde büyük sistemlerin işleyişindeki bazı temel yolları değiştiren yeni yöntemlerin kendine özgü bir karışımı olarak görüyorum.... Ve bunu ifade etmenin bir yolu da büyük özel aktörlerin artık ulusal hükümetleri giderek daha fazla geçersiz kılabilen artan gücüdür.
Dünya çapındaki yoksulların sefaleti en uç örnek olsa da, zengin ülkelerdeki orta sınıfların yoksullaşması, 2006'dan 2014’e kadar yabancı yatırımcılar ve hükümetler tarafından satın alınan 220 milyon hektar veya 540 milyon dönümden fazla arazi nedeniyle yoksul ülkelerdeki milyonlarca küçük çiftçinin tahliye edilmesi ve Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri gibi farklı ülkelerdeki yıkıcı madencilik uygulamaları gibi çeşitli koşulları da dâhil ediyorum.
Bir de resmi ve gayri resmi mülteci kamplarında tutulan sayısız yerinden edilmiş insan, zengin ülkelerdeki hapishanelerde tutulan azınlık gruplar ve gettolarda ve gecekondu mahallelerinde tutulan çalışabilir durumdaki işsiz kadın ve erkekler var. Bu sürgün etmelerin bazıları uzun zamandır gerçekleşiyor, ancak mevcut ölçekte değil.
Bazıları ise, Amerika Birleşik Devletleri'nde sadece on yıl süren kısa ve acımasız bir konut krizinde evlerine el konulan 9 milyon hane halkı gibi yeni yerlerinden edilme türleridir. Kısacası, bu yerlerinden edilmenin karakteri, içeriği ve yerleri, sosyal katmanlar ve fiziksel koşullar arasında ve dünya genelinde büyük farklılıklar göstermektedir.
"Küçülen Ekonomiler, Büyüyen Expulsion" konusunu ele alırken, bazı sektörleri yok eden ve özelleştiren neoliberal ekonomiyi nasıl konumlandırırsınız? Expulsion ilişkisi nedir?
Birçok açıdan neoliberal ekonomi giderek daha güçlü hale geldi ve birçok ülkede, daha mütevazı ülkelerin veya daha az güçlü ülkelerin liderlerinin hedeflediklerini bir şekilde ele geçirebiliyor ve onları bir ülkenin ihtiyaçlarından ziyade güçlü aktörlerin çıkarına olan biçimlere doğru itebiliyor. Bu önemli bir mesele.
Evet, şimdiye kadar kanıksadığımız birçok koşul tükeniyor. Ve büyük şirketler (arazi meseleleriyle ilgileneceğini hiç düşünmediğimiz şirketler de dahil olmak üzere) artık büyük miktarlarda arazi satın alıyor.
Eğer Amerika Birleşik Devletleri bize ülke içi eşitsizliğin ne kadar kötüleşebileceğini gösteriyorsa, Yunanistan, İspanya ve Portekiz de bize bütün bir ekonominin ne kadar keskin bir şekilde küçülebileceğini gösterebilir.
Bu üç ülkeyi, Avro bölgesinin geri kalanı da dahil olmak üzere, gelişmiş dünyadaki genel bir eğilimin en uç noktaları olarak kullanıyorum: gelişmiş ülkelerde ekonominin alanının daralması.
Bu tür bir küçülme, birbirleriyle savaş halinde olmayan gelişmiş ülkelerde alışılmadık bir eğilimdir. İspanya ve Portekiz'de olduğu gibi gençlerin ve işçilerin kendi ülkelerini terk etmek zorunda kaldıklarını daha önce görmüştük, bu olguyu şimdi de daralan ekonomi nedeniyle Türkiye'de görebiliyoruz, örneğin Fincancı'nın genç meslektaşları Türkiye'yi terk ediyor.
İlkel sermaye ve Türkiye
Ermeni ve Yahudi Soykırımlarında sermaye transferi ancak mevcut orta ve üst sınıfları da yok edildiği için gerçekleşebildi. Bu vakalardaki hedef alma, İrlanda ve İngiltere'deki köylülerin başına geldiği gibi sadece bir sınıfla sınırlı değildi, tüm nüfusu hedefliyordu. "İlkel sermaye birikimi" kavramınız bugün ne anlama geliyor?
Dediğiniz gibi, ilkel sermaye birikimi Türkiye'deki Ermenilerin ve tüm Avrupa'daki Yahudilerin neredeyse yok olmasına neden oldu. İlkel sermaye birikimi biçimlerinden bahsederken, ilkel bir sermaye birikiminin hangi sonuçları doğurabileceğini de düşünmeliyiz. Artık tüm dünyanın kapitalist olmadığı ve kapitalist sınıfın bunu yükselmek için kullandığı zamanlarda değiliz. Ancak yine de neoliberal düzen ve neredeyse sınırsız güce sahip şirketler, tehcir, toprağından sürme gibi ilkel sermaye birikimi yöntemlerini kullanma eğilimindedir.
Yani, küresel modernliğimizde, genellikle daha önceki ekonomilerle ilişkilendirilen ve ilkel birikim biçimleri olarak adlandırılan şeylerin arttığını görüyorum.
Bu biçim artık, sanayi devrimi sırasında tekstil üreticilerinin taleplerini karşılamak için İngiltere'de yapıldığı gibi, yünlü koyunların yetiştirilebilmesi için çiftçilerin tarlalarının çitle çevrilmesi gibi bir şey değil.
Bugün, son derece basit olan maden çıkarma işlemlerini gerçekleştirmek için muazzam teknik ve yasal karmaşıklıklara ihtiyaç duyulmaktadır. Birkaç örnek vermek gerekirse, bir ülkenin kaynaklarının ve vatandaşların vergilerinin finans şirketleri tarafından ele geçirilmesi, dünyanın genişleyen bölgelerinin kaynakların çıkarılacağı yerler olarak yeniden konumlandırılması ve liberal demokrasilerde hükümet bütçelerinin sosyal ihtiyaçlardan ve işçilerin ihtiyaçlarından uzaklaştırılmasıdır.
Küresel gıda
Günümüzde arazi için yeni küresel pazarın gelişimini ne ifade ediyor?
Güzel soru.. Benim analizim için önemli olan, yabancı toprak edinimlerinin toplam düzeyi ve coğrafi aralığındaki bu son derece keskin değişimdir. Bu değişim uzun vadeli bir trendde bir kırılmayı temsil etmekte ve dolayısıyla eski, yerleşik satın alma kalıplarının ötesine geçen daha büyük bir sistemik değişimin göstergesi haline gelmektedir. Satın almalardaki bu keskin artışa iki önemli faktör katkıda bulunmaktadır.
Birincisi, başta biyoyakıtlar için palmiye olmak üzere endüstriyel ürünlere ve gıda ürünlerine yönelik artan taleptir ki bu talep halen büyük ölçüde Basra Körfezi ülkeleri ve Çin'den gelmektedir. İkincisi ise, 2000'li yıllarda küresel gıda fiyatlarında yaşanan keskin yükseliş ile birlikte araziye olan talebin artması ve bunun spekülatif nedenlerle bile olsa araziyi cazip bir yatırım haline getirmesidir. Büyük bankaların daha 2006 yılında, yaklaşmakta olan olağanüstü mali krizin işaretleri konusunda endişe duydukları artık herkes tarafından bilinmektedir.
Arazinin daha sonra hem maddeselliği (araziyi temsil eden bir türevden ziyade şeyin kendisi) hem de genişleyen bir meta yelpazesine (gıda, endüstriyel ürünler, nadir toprak mineralleri ve su) erişim aracı olması nedeniyle yatırım sermayesi için bir hedef olarak yükselmesi tesadüf değildir.
Yabancı toprakların satın alınması ‘‘yalnız bir kurt‘‘ olayı değildir. Arazi için geniş bir küresel pazarın oluşmasını gerektirir ve bunu teşvik eder.
Satış ve satın alma işlemlerini mümkün kılmak için aynı zamanda geniş bir uzmanlaşmış hizmet altyapısının geliştirilmesini gerektirir.
Mülkiyet veya kiralama hakları, uygun yasal araçlar geliştirmek ve hatta egemen bir ülkede bu tür satın alımları karşılamak için yeni yasaların yapılması için baskı yapmak. Bu, sadece satın alma eylemini desteklemenin çok ötesine geçen bir altyapıdır. Sadece kolaylaştırmakla kalmaz, aynı zamanda yabancıların daha fazla toprak edinmesini de teşvik eder.
Giderek daha sofistike hale gelen bu uzmanlaşmış hizmet sektörü, yeni sözleşme türleri ve mülkiyet biçimleri icat etmekte ve yenilikçi muhasebe, hukuk ve sigorta araçları yaratmaktadır. Geliştikçe, bu uzmanlaşmış sektör de kar kaynağı olarak yabancı toprakların daha fazla satın alınmasına bağlıdır. Arazinin büyük ölçekli metalaşmasının başlangıcını görüyoruz, bu da hala basitçe arazi olarak adlandırdığımız metanın finansallaşmasına yol açabilir.
Türkiye Hükümeti ya da onun bazı büyük dönüşümlerini şekillendiren özel çıkarlara sahip güçlü aktörler hakkında yeterince bilgim yok. Ancak batı da dahil olmak üzere dünyanın diğer bölgelerinde gördüğümüze benziyorsa... Toprak ve suyun güçlü aktörler tarafından giderek daha fazla ele geçirildiği artık çok ama çok açık. Neye ihtiyaç duyduklarını biliyorlar ve ihtiyaçlarını güvence altına almak istiyorlar. Yaşanan büyük toprak gaspları nedeniyle feci kayıplarla karşı karşıyayız.
Türkiye'de birkaç kez bulundunuz. Bildiğiniz gibi, Türk ekonomisini canlandırmak için İstanbul'a ikinci bir boğaz yapılması gerekiyor. Bunun imkânsız olduğu neredeyse açıkken Türk hükümeti neden böyle bir projede ısrar ediyor?
Bu gerçekten çok kötü - kabul edilemez bir güç suiistimali. Türkiye'nin bunu yaşayan tek ülke olmadığını söylememe izin verin. Yine söylediğim gibi, olup bitenleri okumanın bir yolu (çoğunlukla henüz genel kamuoyu için kaydedilmemiş bir şey), ihtiyacımız olan ana unsurların tükenmekte olduğu ve hatta inşa etme, büyüme, temiz suya erişim vb. yöntemlerimiz için önemli olduğunu yeni yeni fark etmeye başladığımız bir dizi beklenmedik unsuru kaybetmekte olduğumuzdur.
Söyleyebileceğim tek şey, uygulamalarımızın ne kadar yanlış yönlendirilmiş olduğunu daha iyi anlamaya başladığımız ve yarattığımız yıkımı ve suyumuzu, toprağımızı ve insanlarımızı korumanın acil ihtiyacını ele almamız gerektiğidir.
Savaşa ve devlet şiddetine karşı ve insan haklarını savunmak için entelektüel görev nedir?
Mükemmel bir soru. Önemli olan, yeni nesillerin karşı karşıya olduğumuz felaket koşullarını dikkate almaya başlamasıdır. Şimdiden pek çok toprak ve su kütlesini öldürdük. Ayrıca toprak, su ve diğer temel unsurları kullanmanın eski yollarını da çoktan yok ettik. Bu artan kıtlık (elbette!) büyük güçlü aktörler tarafından da fark edildi ve gasp devam ediyor! Çok endişe verici. Gezegenimizin büyük bir kısmını zaten yok ettik... Ama daha fazlası da geliyor.
Entelektüel görev, diğer unsurların yanı sıra, gezegenimizin tahribatı konusunda farkındalık yaratmaktır.
Elbette gezegenin tahribatını ele alarak ve daha iyi bir toplum için çabalayarak insan haklarını savunuyoruz. Bu insan hakları, temiz toprak ve su yerine kendi kârlarına öncelik veren kapitalist düzen ve şirketlerin çıkarlarının ötesinde bir gezegende daha iyi bir toplumda yaşamayı da içermektedir.
Devlet ve şirketler gezegeni yok etmek için birlikte çalışmaktadır. Kâr amacı ve savaş da bunun bir parçasıdır, dolayısıyla entelektüel görev şiddet ve savaş kullanımını reddetmektir.
Dr. Fincancı, alternatifleri konuşmamız ve toplumumuzdaki mağduriyetleri gidermemiz için insan haklarını savunan modern bir entelektüelin en iyi örneğidir. (VHY/EMK)