Mesleki ömrünü işkenceyle mücadeleye adayan, adli tıp uzmanı, insan hakları savunucusu, Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, 140journos adlı YouTube kanalının hazırladığı Adnan Oktar ve örgütünü konu alan “Adnan” belgeselinin ardından hedef gösterildi.
Videoda konuşan örgütün eski üyelerinden Özkan Mamati, Korur Fincancı’nın, Adnan Oktar'a mensup kişilerin Emniyet'te işkenceye uğramasına dair hazırladığı raporun sahte olduğunu iddia etti.
Ayrıca örgütün tepesindeki isimlerden birinin, Korur Fincancı’nın kızının eşinin ablası olduğu ifade edildi ve bunun üzerinden “örgütsel bağ” kuruldu.
Söz konusu iddiaların sosyal medyada gündeme gelmesinin ardından Korur Fincancı bir kez daha hedef gösterildi.
Korur Fincancı, daha sonra X hesabından yaptığı paylaşımda hukuki süreç başlatacağını belirtti ve "Bir belgesel(?) olarak yayına girdiği anlaşılan son dizide işkencenin meşrulaştırılması için hakikat dışı söylemleriyle kişisel olarak benim düzenlediğim tıbbi değerlendirme raporlarını sahte gibi göstermeye çalışmaktadır. Beni hedefe koyar gibi yapan, ancak son noktada çok tehlikeli bir duruma kapı aralayarak, işkence görenlerin zarar görmesine yer açacak ifadelere yer vermektedir" dedi.
İşkencenin yaygın olduğu ve yetkililerin üstünü örttüğü 1990'larda, işkenceyi saptayan raporlar hazırladığı için devletin baskısıyla karşılaşan Korur Fincancı, karşı karşıya kaldığı son duruma dair bianet’in sorularını yanıtladı.
Yoksa siz Şebnem Korur Fincancı’nın kim olduğunu bilmiyor muydunuz!
"Devletin aracı olmadığım için hedefi oluyorum"
Son birkaç yıldır çok fazla hedef gösteriliyorsunuz. Eski-yeni sarf ettiğiniz sözler, hekim olarak verdiğiniz raporlarla gündeme taşınıyorsunuz. Bunları nasıl yorumluyorsunuz, neden hedef oluyorsunuz?
Adli tıp, dünyanın neredeyse tamamında devletin araçsallaştırdığı yapılanmalardır, çünkü devletler suç işlerler.
Aslında suç işlememelerini bekleriz. Esasında devletler; toplumun refahı, iyilik hali, güvenliği için oluşturulmuş kurumlar olmalı ama ne yazık ki böyle değil. Çünkü devlet, iktidarı elinde tutabilmenin, toplumu yönlendirebilmenin bir aparatı aynı zamanda.
Toplum istedikleri yönde, kendi istedikleri siyasi yapılar doğrultusunda hareket etmiyorsa baskılamak, bastırmak, işkence yapmak devletlerin işlediği suçlar oluyor.
Bu nedenle devletlerin suç işleme kapasitesi göz önüne alınarak 1984 yılında Birleşmiş Milletler (BM) İşkenceye Karşı Sözleşme hazırlanıyor. Devletler kendi rızasıyla yapmadı bu sözleşmeyi, insan hakları mücadelesi yürütenler yaptı.
İnsan hakları savunucuları bunları toplumların yararına kullanılması için BM’de kabul edilmesini sağlıyor veTürkiye de bu sözleşmenin imzacısı. Bu sözleşmeye göre; işkence mutlak yasak, emredici buyruk olarak yer alıyor. Fakat biz insan haklarını içselleştirebildik mi? Hayır! Çünkü devletler aynı zamanda toplumu biat kültürüne uygun geliştirmek üzere eğitim gibi medya gibi başka aparatları kullanıyor. Biz insan hakları savunuculuğu yürüten bir avuç insan bu aparatları kullanma imkanına bile sahip değiliz. Çünkü anaakım medya bizlere zaten yer vermiyor. Hatta zaman zaman anaakım olmayan basın dahi kendi siyasi görüşleri doğrultusunda uygun bulmadıklarında sansür uygulabiliyorlar.
Oysa insan hakları savunucuları adres sormaz. Hak ihlaline uğramış kim varsa; insan hakları sözleşmelerinde olduğu gibi ayrım yapmadan hak ihlali uğrayanın yanında dururlar. Hak ihlaline uğramış olan bir suç işlemiş olabilir, hakkında bir suç soruşturması yürütülüyor olabilir, bu insan hakları savunuculuğunu engelleyen bir durum olmaz. Etkili bir soruşturmayla, adil bir yargılanmayla suçunun kanıtlanması gerekir. Etkili soruşturma yerine işkence yoluyla delil toplanmaya gidilmişse bizim sorumluluğumuz işkencenin görünür kılınmasıdır. Benim aynı zamanda bir adli tıp uzmanı olarak, mesleğim gereği işkencenin görünür kılınmasında bilimsel bir yetkinliğim var. Sadece basın açıklaması yapmak ve yanında durmakla değil, muayenesini yapıp işkence varsa görünür kılmak gibi de bir sorumluluğum var. Bu nedenle devlet araçsallaştıramadığı bir adli tıp uzmanından rahatsız olacaktır. Onu düşmanlaştırmak, kriminalize etmek için elinden geleni yapacaktır. Yıllardır olan budur. Hiçbir zaman boyun eğmedim. Sokrates’in dediği gibi ben bir at sineğiyim, devletin sırtındaki at sineği olduğum için rahatsız oluyorlar. İşkenceye uğrayanın adresini sormadığım için tüm bunların hepsiyle ilişkilendirmeye çalışıp hedef gösteriyorlar.
Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı kimdir?
"İşkenceye maruz kalana adres sormam"
Bir buçuk yıl önce de Medya Haber’e TSK’nin kimyasal silah kullandığı iddiaları üzerine verdiğiniz röportaj gerekçe gösterilerek “terör örgütü propagandası” yapmakla suçlanmıştınız. İddianamede delil olarak konuştuğunuz basın kuruluşu Medya Haber gösterilmişti. O zaman PKK denilmişti, şu an çok başka bir örgütle ilişkilendiriliyorsunuz. Nasıl yorumluyorsunuz bu durumu?
“Bir terör örgütü yayın organında ne işim var?” diye soruldu. Tıpkı hak ihlaline, işkenceye maruz kalana adres sormadığım gibi konuştuğum basın kuruluşuna da sormam. Az önce bana her türlü hakareti eden, sürekli kriminalize eden, suçlulaştıran Aydınlık gazetesinden aradılar.
Geçtiğimiz hafta Akit gazetesinden aradılar ve ben “konuşmam” demedim. “Umarım hakikati yazarsınız” dedim, beni arayan basın kuruluşunun yayın politikasına bakmam. Söylediklerimi söylediğim şekliyle yazıp yazmamak kendi tercihleri, yazmak istemezlerse hukuki haklarım bakidir.
Şebnem Korur- Fincancı: Susmadığımı defalarca kez kanıtladım
"Damadımın ablası beni neden ilgilendirmeli?"
Son olaya kızınız ve eşi de dahil edildi. Damadınızın ablası üzerinden üzerinden Adnan Oktar ile bağ kuruluyor. Siz hukuk fakültesinde de ders vermiş bir isimsiniz. Böyle bir bağ kurulmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Suçun şahsiliği diye bir ilke var. Damadımın ablası beni neden ilgilendirmeli? Ayrıca benim annem, babam da suç işlemiş olabilirlerdi. Katil olabilirlerdi. Ben de onlarla beraber katil mi oluyorum, katilin çocuğu mu oluyorum? Ama toplumda yaratılan algı bu. Biyolojik bağ üzerinden çocuklarımı da suçlulaştırmaya çalışıyorlar. Bu çok korkunç bir durum.
Kızım iş bulamıyor, ben gerekçe gösteriliyorum. İnanılmaz bir kutuplaşma var ve biz bu kutuplaşmanın orta yerinde bir boşluğa bunun ne kadar yanlış olduğunu anlatmaya çalışıyoruz.
SİNCAN CEZAEVİ'NDEN YANITLADI
Şebnem Korur-Fincancı: Hakikat bizi insan kılar
"25 yıldır Uğur Mumcu cinayetinde rapor vermediğimi anlatıyorum"
Ortada sahte işkence raporu hazırladığınıza dair iddia var ve bu sahte rapor iddiaları ilk kez gündeme gelmiyor. Daha önce de Uğur Mumcu suikastı sanıkları için sahte rapor verdiğiniz iddia edilmişti. Nedir sahte olduğu iddia edilen bu raporlar?
Evet, muayene etmeden işkence raporu verdiğimi iddia ettiler. 25 yıl geçti ve ben 25 yıldır başvuran sanıklara işkence raporu vermediğimi anlatıyorum. Muayene etmeden işkence raporu verdiğimi iddia ettiler. Başvurucular cezaevindeydiler. "Ben işkence iddiaları var, muayeneleri eksik, sistem muayenesi yok, etkili bir tıbbi belgeme için ilgili uzmanlık alanlarının muayenesi gerekir" diyorum. Fakat hâlâ bu gündeme getiriliyor.
Şebnem Korur Fincancı: Karalama kampanyası ile ilgili hukuki girişimde bulunacağım
"Saldırı olur diye genç hekimlerin imza atmasını istemedim"
Peki raporlarda tek bir hekim imzası mı olur? Kaç hekim muayenesi gerekir?
Kiminde tek hekim olur. Şubelerde veya hastane acillerinde yapılan muayenelerde genelde tek hekim imzası olur. Zaman zaman bu tek hekim baskı altında kalabiliyor. Bazen de maalesef etik ilkeleri ihlal edip taraflı davranabiliyor, bulguları kayıt altına almayabiliyor, muayene yapmıyor ya da eksik rapor düzenleyebiliyor. Bunun örneğini yıllarca gördük.
Ama biz üniversitede, birden çok hekimle, farklı uzmanlık alanlarını da katarak rapor düzenliyoruz. Üniversite olmasının gereği bu. Görüş alıyoruz, görüşleri değerlendiriyoruz, meslektaşlarımız da altına imza atıyor. Fakat üniversitede kritik olaylarda, kimi zaman saldırılar olabileceğini gözeterek genç meslektaşlarımın raporların altına imza atmamasını uygun buluyordum.
Raporları, bir öğretim üyesi, bir uzman ve bir asistan imzalarız. Ama bu tür baskının olabileceğini tahmin edebileceğimiz durumlarda ben genç meslektaşlarımın imza atmasa daha iyi olur diye onları koruduğumu bilirim.
Şebnem Korur Fincancı’dan meslektaşlarına mesaj
"Suçlulaştırırken kahraman yaratıyorlar"
Son olarak; işkenceye karşı adli tıp uzmanı bir hekim olarak mücadele eden sayılı isimler arasında yer alıyorsunuz. Size yönelik süreklilik kazanan bu tehditler özellikle sözünü ettiğiniz genç meslektaşlarınızı nasıl etkiliyor?
Amaç zaten ben değilim. Bu saldırılar bana yönelik değil. Benim korkmayacağımı, ısrarımdan vazgeçmeyeceğimi devlet de devletin aparatları da çok iyi biliyor. Bu saldırılar benim dışımdaki insanları korkutmaya, sindirmeye ve bu alandan uzaklaştırmaya yönelik. Bu nedenle adli tıp alanında çok fazla insan çıkmıyor.
Ancak insan hakları konusunda ısrarcı insanlar çıkabiliyor. Oysa demokrasi, kahramanlara ihtiyaç duyulmayan bir sistem demek fakat bir yandan suçlulaştırırken bir yandan da baskılarla kahraman yaratıyorlar. Ama benim böyle bir derdim yok, spot ışıkları altında olmaktan nefret ederim.
(RT)