'Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'nun çoğulcu ve demokratik yapıda işletilmesi, toplumun bütün kesimlerinin sürece dâhil edilmesi, hem iktidarın hem de muhalefetin mutabık kaldığı başlıklar arasında.
Kanaat önderleri, akademisyenler, hukukçular, aydınlar ve sivil toplum kuruluşlarının komisyona katkıları önemseniyor. Komisyon çalışmalarının sahaya açılacağına dair sinyaller verilse de bunun yol ve yöntemleri henüz netleşmiş değil.

166 STK'den 'komisyon' çağrısı: Toplumsal uzlaşı için sivil toplum da katılmalı
Diğer yandan Kürt sorunun demokratik çözümü ve kalıcı barışın tesisi için sürecin başladığı ilk günlerde kurulan Barış İçin Toplumsal Girişim'in bu konuda sık sık çağrısı da oldu, ancak oluşuma bu kapsamda henüz bir davet gitmedi. Girişimin üyelerinden Siyaset Bilimci Prof. Dr. Levent Köker, sivil toplumun sürece dahil edilmesinin önemini, komisyonun bu anlamda atması gereken adımları bianet'e anlattı.
Levent Köker, bu konuda toplumun sivil toplum algısının çok geniş ve muğlak olduğunu belirterek, üç çerçeveli öneri sunuyor. Ancak öncelikle süreçte toplumun ve sivil toplum kuruluşlarının sorumluluklarına dair kavramsal bir değerlendirme yapmanın önemli olduğunu söylüyor:
'Geniş ve muğlak' uyarısı
"Genel olarak ‘sivil toplum’ denildiğinde, devletin resmi yapısı, kurumları dışında kalan toplumsal ilişkiler ve örgütlenmeler alanının tümü kastedilmektedir. Bu, sivil toplumu çok geniş ve dolayısıyla o ölçüde de muğlak bir alan hâline getirmektedir. Örneğin, bu yaklaşıma göre, siyasi partiler, dernekler, sendikalar, ticari şirketler, bunların tümü aslında ‘sivil toplum kuruluşları’ olmaktadır. Buna karşılık, bütün bu saydığımız kuruluşların, örgütlerin farklı amaçları bulunmaktadır. Siyasi partilerin amacı siyasi iktidarı ele geçirmek ve böylece devlet yönetimini eline almak; ticari şirketlerin amacı kâr etmek; sendikaların, derneklerin vb. kuruluşların amaçları ise, örgütlendikleri toplum kesimlerinin talepleri ve çıkarları doğrultusunda belirlenmektedir."
Üçlü tasnif
Peki, bütün bu farklı sivil toplum kuruluşlarının bu sürece doğrudan ve aynı hedefe yönelecek biçimde katılmaları nasıl sağlanacak?
Köker, bu konuda 'devlet-sivil toplum' ikiliğinin yerine geçecek olan bir üçlü tasnifi dikkate almak gerektiğini söylüyor. Bu tasnifi; 'siyasi, ekonomik ve sivil toplum' olarak irdeliyor:
"Siyasi toplum, doğrudan devlet kurumları içinde, siyasi iktidar mücadelesini yürüten kuruluşlardan ve onların siyasi iktidar odaklı faaliyetlerinden oluşuyor. Ekonomik toplum, kâr-zarar mantığına dayalı çıkar hesaplarıyla yürütülen faaliyetleri ve bu faaliyetleri gerçekleştiren kuruluşları anlatmaktadır. Bu ikisinden farklı olarak sivil toplum, ‘sivil’ kelimesinin kökenindeki anlama uygun olarak, yurttaşlığın gerektirdiği, kamusallığın gerektirdiği demokratik, özgürlükçü ve eşitlikçi değerleri gerçekleştirme yönünde hareket etmekte..."
Sivil toplumun görevi
Köker’e göre, barış ve demokratik toplum inşa etme sürecinde rol üstlenecek olan sivil toplum kuruluşlarının, bu üçlü tasnif uyarınca 'politik ve ekonomik çıkarların yön verdiği kuruluşlar veya faaliyetler niteliğinde' olmaması gerekiyor.
Bu süreçte; demokrasi, eşitlik ve özgürlüğü kendisine hedef olarak belirlemiş sivil toplum kuruluşlarının üzerine düşen görevleri şöyle sıralıyor:
"En önemli görevi, süreci TBMM’de komisyon aracılığıyla demokratik bir şekilde ilerletmeye zorlamak. Böylece mevcut otoriter iktidar yapısının demokrasi yönünde tasfiyesinde karşılaşılabilecek zorlukların toplumsal mutabakat zemininde aşılmasına katkıda bulunmak. Bu soyut tanımın süreç içinde nasıl somutlaşacağı ise komisyon çalışmaları ilerledikçe belirginleşecektir. Her halükârda, 'Kürt sorunu yoktur’ yaklaşımının ve sorunu yalnızca ‘terörün tasfiyesi’nden ibaret sayan tavırların sürece katkı yapmaktan çok, süreci engelleyici bir nitelik taşıdığı vurgulanmalıdır."
"Resmi politik bir hat tespit edilecek"
Köker, komisyonun tarihi rolünün PKK’nin feshiyle birlikte ortaya çıkan 'barış ve demokratik toplum inşa etme' hedefini sahiplenmesi ve bu hedefte ‘resmi ve nitelikli bir uzlaşı’ sağlamasıyla ilgili olduğunu vurguluyor:
"Komisyon, bunu başarabilirse Cumhuriyet tarihinde ilk defa toplumun farklı kesimlerini temsil eden siyasi partiler arasında, açık ve dürüst müzakereler ve nitelikli bir uzlaşma ile Kürt sorununun çözümüne yönelik resmi politik bir hat tespit edilmiş olacaktır. Bu, kurmaya mecbur olduğumuz barış ve demokratik cumhuriyet için belirleyici önemde bir görevdir."
Köker, komisyonun önemi bakımından "Süreç, yalnızca PKK’nin silah bırakmasından ve tasfiye edilmesinden mi ibaret; yoksa PKK’yi doğuran esas sorun olan 'Kürt sorunu'nun da çözümünü de kapsıyor mu?" sorusuna cevap aranması gerektiğini belirtiyor.
İki başlıklı öneri
Köker, komisyonun iki başlık odağında çalışmalarını yürütmesinin süreci ilerletebileceğini ifade ediyor:
"Birinci konu; Bir yandan PKK’nin feshiyle birlikte ortaya çıkan bazı sorunları çözmek için yapılması gerekenleri, özellikle de yasama faaliyetiyle ilgili olanları ortaya koymaya çalışacak. Bunlar arasında ilk akla gelen, hâlen cezaevlerinde bulunan hükümlü ve tutuklularla birlikte; örgütün dağılmasıyla beraber normal gündelik hayata dönmeleri, hatta siyasi faaliyette bulunmaları söz konusu olan örgüt mensupların akıbetlerinin ne olacağı sorusu. Komisyon, bu sorunun yanıtı niteliğinde infaz sistemi de dâhil olmak üzere bir dizi yasal düzenlemenin TBMM tarafından gerçekleştirilmesine öncülük edecek.
İkinci konu; PKK’yi yaratan bir zemin olarak Kürt sorunu. Komisyon, bu sorunun niteliğini, içeriğini ve çözüm yollarını belirlemeye de çalışacak. Aslında, bugün Kürt sorunu olarak adlandırdığımız sorunun Türkiye toplumunun farklı kesimleri tarafından tartışılmamış herhangi bir boyutunun kalmadığını öncelikle vurgulamak isterim. Geçmişten bugüne, zaman zaman dile getirilen ama Türkiye toplumu içinde geniş kesimlerce benimsenmediğini söyleyebileceğimiz 'Kürt sorunu yoktur!' yaklaşımını bir kenara bırakırsak, bu sorunu, bir cümleyle 'Kürt halkının mevcudiyetinin tanınması sorunu' olarak tanımlayabiliriz."
'Demokratik cumhuriyet'e giden yol
Köker, 'Kürt halkının varlığının tanınması' bakımından "Kürtçenin statüsü ile yerel ve yerinden yönetimlerde demokratik özerklik" hususlarına ilişkin şu yorumunu paylaşıyor:
"Bu iki boyutla ilgili olarak, Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar uzanan yasakçı, inkârcı, asimilasyoncu ve baskıcı politikaların, kısmi yumuşamalar olmakla birlikte büyük ölçüde devam ettiği bir gerçektir. Bu politikaların tümüyle terkedilmesi ve Türkiye’nin tüm farklı kesimleri, kendi farklılıkları içinde tanıyan demokratik bir cumhuriyet niteliğine kavuşturulması için yapılması gerekenler de, aşağı yukarı tam ve ayrıntılı bir biçimde ortaya konulmuş durumdadır."
"Siyasi tercihler değişti"
Köker’e göre, Kürt sorununun demokratik çözümü hedefinde komisyonun yapısı ve çalışma şekli büyük bir önem taşıyor. ‘51 üyeli’ modelin ilk bakışta Türkiye toplumunun 2023 seçimlerine göre şekillenmiş olan siyasi tercihleriyle uyumlu gibi görünse de; bu tercihlerin 2024 yerel seçimlerinden bu yana hayli değiştiği tespitini aktarıyor:
"Komisyon’un yapısı, 2023’ten bugüne toplumun değişen siyasi tercihlerini tam olarak yansıtmaması problem. Bu ‘temsil’ probleminin yanında, bir diğer problem de, siyasi partilerin komisyon çalışmaları sırasında kendi parti çıkarlarını düşünerek davranacakları ihtimalinden kaynaklanıyor. Bu iki problem, Komisyon çalışmalarının, toplumun farklı kesimlerinin görüş ve talepleriyle etkileşim içinde sürdürülmesi hâlinde daha sağlam bir zemine dayanacağını bize gösteriyor."
Uyarılar
Köker, bu konuda "Komisyon mutlaka barış ve demokrasi yönünde gelişmesi yönünde inisiyatif kullanmak isteyen toplumsal kesimlerle diyalog içinde çalışmalıdır. Ancak böyle bir çalışma ile problemler ve engeller geride bırakılabilir ve süreç arzu edilen kalıcı barış ve demokratik toplum yönünde ilerleyebilir" uyarısını yapıyor.
Köker, son sözde sürecin çelişkilerine dikkat çekerek; silahların bırakılmasının kalıcı hale getirmek bakımından yapılacak yasal düzenlemelerin önemli olduğunu söylüyor. Ancak bu düzenlemelerin tek başına yeterli olmayacağını belirterek, şu değerlendirmeyi yapıyor:
"Komisyon, yürüteceği çalışmalarla birlikte, Kürt sorununun çözümüne dair kuvvetli bir toplumsal mutabakat zemininin oluşmasını da sağlayabilmelidir. Bu mutabakat zemini, Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu otoriter rejimin tasfiyesiyle birlikte inşa edilmesi gereken demokratik düzenin niteliklerini de kapsayıcı bir zemin olmak zorundadır.
Çelişki
"Bu noktada, süreçle ilgili önemli bir çelişkiye de işaret etmemiz gerekiyor. TBMM çalışmalarında sayısal ağırlık Cumhur İttifakı’ndadır. AKP-MHP birlikteliğinden oluşan bu ittifakın, komisyon çalışmalarına da yansıyacağını ve mevcut otoriter rejimin tasfiyesini gerektiren düzenlemelere izin vermeyeceğini öngörebiliriz. Bir diğer deyişle çelişki, sürecin gerektirdiği demokratikleşme ile demokratikleşmenin tasfiye edeceği mevcut iktidar yapısı arasındadır ve Komisyon’un da TBMM’nin de önündeki en büyük zorluk bu çelişkinin nasıl aşılacağıdır."
(AB)








