Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, boşanma davalarına köklü değişiklikler getirecek yeni bir yargı paketinin yolda olduğunu duyurdu.
Paket kapsamında “aile arabuluculuğu” sisteminin hayata geçirilmesi planlanıyor. Tunç, boşanma sürecinde maddi tazminat, nafaka ve mal paylaşımı davalarının birbirinden ayrılabileceğini belirterek, yeni düzenlemenin “boşanma davalarının hızlanmasını” sağlayacağını savundu.
Ancak bu plan, hukuk çevrelerinde ve kadın hakları savunucuları arasında ciddi tartışmalara yol açtı. Uzmanlar, özellikle “aile arabuluculuğu” uygulamasının, güç dengesi eşit olmayan ilişkilerde hak kayıplarına neden olabileceğini vurguluyor.
Bu isimlerden biri de Prof. Dr. Kadriye Bakırcı. Bakırcı, aile arabuluculuğunu “toplumun temeli olan ailenin, eşitliğe dayanan zeminini eşitsizliğe ve güvencesizliğe oturtmak” olarak tanımlıyor ve düzenlemeyi Anayasa’daki eşitlik ilkesi, sosyal devlet anlayışı ve adil yargılanma hakkı açısından ayrıntılı biçimde eleştiriyor.
Prof. Dr. Kadriye Bakırcı, boşanma düzenlemesini bianet’e yorumladı.
Aile arabuluculuğunu hukuksal açıdan değerlendirebilir misiniz?
Aile arabuluculuğu Aile Hukukunda eşitlik ilkesine aykırıdır. Çünkü, Anayasa’nın 41.maddesi uyarınca, Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet ananın ve çocukların korunması için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar. Anayasa’nın 10.maddesi uyarınca ise, kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir.
Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.
Bu düzenlemeler uyarınca, devletin aile hukukunda da fiili (maddi) eşitliği sağlama ve pozitif önlemler alma yükümlülüğü vardır. Oysa devlet, hem aile hukukunda maddi eşitliği sağlama, annenin ve çocukların korunması yükümlülüklerini yerine getirmemekte, hem de boşanmada aile arabuluculuğunu öngörerek, mevcut Anayasal şekli eşitlik ilkesini bile ihlal etmekte ve eşitlik ilkesinde büyük bir gedik açmaktadır.
Aile arabuluculuğu hangi ilişkilerde uygulama alanı bulabilir?
Arabuluculuk ancak eşitler arasındaki ilişkiler için kabul edilebilir. Güç eşitsizliğinin var olduğu ilişkilerde, özellikle aile hukukunda uygun olmadığını tüm araştırmalar ortaya koymaktadır.
Yapılan araştırmalar aile arabuluculuğunun başarılı bir mekanizma olmadığını, kadınların maddi eşitsizliğini derinleştirdiğini, toplumda hukuka olan güveni ve saygıyı azalttığını ortaya koymaktadır. Kadının bir avukatla temsil edilmeyi sağlayacak ekonomik gücünün olmadığı durumlarda sonuçlar kadınlar için daha ağır olmaktadır. Nitekim aile arabuluculuğunu teşvikte başı çeken Avrupa Konseyi bile, sözkonusu sakıncayı kabul etmekte ve aile arabuluculuğunun ihtiyari olmasını tavsiye etmektedir.
"Devlet kendisiyle çelişmektedir"
Peki o zaman aile hukuku için çözüm yolu ne olmalıdır?
Mevcut öneri, Anayasal sosyal devlet ilkesine, devletin adalet hizmetlerini yerine getirme yükümlülüğüne ve adil yargılanma hakkına, adalete erişimde şekli ve maddi eşitlik ilkesine aykırıdır.
Anayasa’nın 2. ve 5. maddeleri uyarınca, Türkiye sosyal bir Devlettir. Sosyal devlet ilkesi, devlete en azından temel kamu hizmetlerini, sosyal adaleti ve eşitliği sağlama yükümlülüğünü yükler.
Devletin yerine getirmesi gereken kamu hizmetlerinin başında da adalet hizmeti yer alır. Nitekim, Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca da, “Herkes yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”. Dolayısıyla, aslolan, hukuksal uyuşmazlıklarda bireyin yargısal yollara başvurmasıdır.
Çok uzun zamandır tüm dünyada, ne yazık ki sosyal devlet ilkesinden uzaklaşma, kamu hizmetlerini özelleştirme, devlet bütçelerinin büyük bir bölümünün silahlanmaya ayrılması eğilimi mevcuttur. Dolayısıyla adalet hizmetlerinin özelleştirilmesi, yeni teknolojilere terkedilmesi, arabuluculuğun tercih edilmesi yaygınlık kazanmaktadır. Ancak devleti devlet yapan unsurlardan birisi de yargısıdır. Kamu düzenini ve güvenliğini, toplumda eşitliği ilgilendiren yargı hizmetlerinin devlet tekelinde kalması gerekir. Bu hizmetin devlet tekelinden çıkarılması, hem sosyal devlet ilkesine hem adil yargılanma ilkesine aykırıdır.
Kaldı ki devletin sosyal devletten uzaklaşma, küçülme isteğinin bedeli, toplumda zaten ikinci sınıf vatandaş statüsünde olan kadınlara ödetilmemelidir.
Hukuk sistemimizde boşanma halinde alternatif çözüm yolu mevcuttur, arabuluculuk kurumuna ihtiyaç da yoktur.
İstanbul Barosu KHM’nin bildirisinde de belirtildiği gibi, Avukatlık Kanunu’nun 35/A maddesi uyarınca avukatların; Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 137. maddesi uyarınca ise yargıçların tarafları anlaşmaya teşvik etme yetkisi bulunmaktadır. Bu nedenle arabuluculuk kurumuna ihtiyaç da yoktur.
Son olarak eklemek istediğiniz bir husus var mı?
Devlet kendisiyle çelişmektedir.
Devlet, bir yandan kadınlara evlenin, çocuk doğurun diye telkinde bulunurken, bir yandan da, kadınların aile hukukunda sahip olduğu, nafaka ve boşanmada yargı güvencesi dahil, tüm güvenceleri ortadan kaldırmaya çalışmaktadır.
Peki, konuyla ilgili bilgisi olmadığı için, şiddete uğramaktan korktuğu için, çevresinin baskısı nedeniyle, avukatla temsil edilebileceği bir geliri olmadığı için ve benzeri nedenlerle boşanırken arabuluculukta tüm güvencelerini kaybedebileceğini düşünen bir kadın niye evlensin, hem de çocuk doğursun ki?
Devlet kendisiyle çelişmektedir. Sosyal politikalardan, sosyal güvencelerden vazgeçerek doğum oranını artırabilmiş tek gelişmiş veya gelişmekte olan devlet örneği yoktur.

EŞİK: KADINLARIN HAKLARI GASP EDİLİYOR
Bakan Tunç açıkladı: Aile arabuluculuğu geliyor
(EMK)









