Fotoğraflar: Coşan Göksel
Bugün, Türkiye’nin rutin - güncel kadın haberlerine kısa bir ara verip, başka bir konuya odaklanalım istiyorum.
Bu röportaj, dünyada ve Türkiye’de yükselen muhafazakâr- popilist yönetim anlayışının sonucunda ortaya çıkan toplumsal cinsiyet eşitliği krizini irdeliyor.
Aslına bakarsanız toplumsal cinsiyet eşitliği meselesi ve siyasi yapılanma kol kola gidiyor. Bu nedenle de rutin güncel gelişmelerin uzağında değil, tam da odağındayız.
“Toplumsal cinsiyet krizi” kavramı ile birlikte “Eril restorasyon”, “ataerkil pazarlık” gibi kavramları toplumsal cinsiyet terminolojisine kazandıran Prof. Dr. Deniz Kandiyoti, 2. Uluslararası Erkekler ve Erkeklikler Sempozyumu'nda konuşmacı olduğu için Türkiye’deydi.
Londra Üniversitesi’nde Emeritus profesör olarak görev yapan Kandiyoti, Open Democracy’de kadın haklarıyla ilgili 50.50 bölümünün editörlerinden, 2014 Sakıp Sabancı Uluslararası Araştırma ödülü sahibi.
Özellikle kadın hakları konusunda birçok makalesi ve yayını bulunan Prof. Dr. Kandiyoti ile toplumsal cinsiyet kavramına yönelik saldırıları konuştuk.
Kandiyoti, sıklıkla toplumsal cinsiyet meselesinin, siyasi gelişmelerden ayrı düşünülemeyeceğini vurguluyor.
Türkiye’de olduğu gibi dünyada da devlet yönetimlerinde ataerkiyi savunan, inşa etmeye çalışan yapıların yükseldiğini görüyoruz. Bu anlamda, uluslararası bir toplumsal cinsiyet eşitliği rejiminden söz edebilir miyiz?
Elbette, bundan söz edebiliriz. Devamlı üzerinde pazarlık edilen uluslararası bir toplumsal cinsiyet eşitliği rejimi var.
Bu şu demek. Birleşmiş Milletler’de bir araya gelen ülkeler, uluslararası anlaşmalara imza atıyorlar. Kadın hakları konusuna gelince bu anlaşmaların çoğu CEDAW’ı temel alıyor.
TIKLAYIN - CEDAW: Türkiye'de Cinsiyet Eşitliğinin İçi Boşaltılıyor
Türkiye de bu süreçlerin bir parçasıydı. 2002 ve 2004’teki Medeni Kanun ve Türk Ceza Kanunu değişiklikleri Türkiye’yi CEDAW’a cok daha uyumlu hale getirmişti.
İstanbul Sözleşmesi'nin imzalanmasını da uluslararası standartlara uyum çerçevesinde ele alabiliriz. Ne var ki kazanılan hakların şimdi küçük küçük kemirilmeye başlandığını görüyoruz.
Hem Türkiye’de hem başka ülkelerde bu kazanımların yavaş yavaş elden alınmaya çalışıldığını görüyoruz.
Şimdi gelinen nokta “kemirmenin” de ötesinde sanki..
Evet, sadece kadınların mücadelesi ile elde ettikleri kazanımları geri almaya çalışmıyorlar aynı zamanda alternatif bir toplumsal cinsiyet ideolojisi üretmek istiyorlar.
Alternatif toplumsal cinsiyet ideolojisi, toplumsal cinsiyet eşitliğini kadının birey olduğu fikri üzerinden almıyor, kadını “aile” odaklı olarak ele alıyor. Kadını değil, aileyi koruyan bir toplumsal cinsiyet eşitliğini savunuyorlar.
“Kadını destekliyoruz” deyip aslında aileyi destekleyen politikalar üretmeleri bunun bir örneği.
En yaygın örneği de tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de “Kadın Genel Müdürlüğü ” yerine “Aile Bakanlığı” kurulması.
Bu politikalar, kadını ev gibi bir alanda tutma politikaları, karşılık buluyor mu sizce?
Pratikte bu politikalar tutmuyor. Hatta tam tersi sonuçları oluyor.
Ne gibi sonuçlar?
Bu sonuçlardan bir tanesi kadınların evlenmemesi veya geç evlenmesi. Mesela Japonya’da bu konuda büyük bir kriz var.
Japonya’nın istatistiklerine baktığınız zaman orada doğurganlık yaşındaki büyük bir kadın grubunun evlenmediğini görüyoruz.
Bazı yörelerde özellikle kırsal yörelerde, erkekler evlenecek kadın bulmadıkları için daha fakir ülkelerden; Tayland’dan, Filipinler’den kadın getiriyorlar evlenmek için. Sonuç olarak, kadını baskı altına alma, evde tutma politikaları tutmuyor.
Kadıların evlenmemeleri bir sorun gibi mi algılanıyor?
Evet. Bu büyük bir kriz, çünkü özellikle kırsalda emek ihtiyacı var. Çalışacak kadın gerekiyor ve Japon kadınlar istemiyor bunu. Bu bir cevap. Bir başka cevap yeni teknolojiden yararlanarak daha geç bir yaşta çocuk sahibi olmak. Yani yumurta dondurmalar vs vs..
Çünkü kadın diyor ki; “Ben şu yaşta doğurursam benim kariyerim biter. Böyle bir lüksüm yok.”
Dolayısıyla çocuk doğurma yaşının da bir hayli ilerlemekte olduğu görülüyor. Artık böyle yirmilerde değil otuzlarda kırklarda başlıyor kadınlar çocuk yapmaya.
Kadın özgürlüğünde ekonomik özgürlüğün en önemli etken mi olduğunu düşünüyorsunuz?
Birçok başka faktörler de var. Örneğin, Lesotho gibi fakir bir ülkede bircok erkek, Güney Afrika’da madenlerde çalışıyordu. Kadın fiilen ev ekonomisinin tek sorumlusu haline geliyordu. Yani kadınların sorumluluk alma mekanizmaları çok farklı. Bunların bir kısmı paralı olmak ve bir takım seçimleri olmaktan değil tam tersine çok fakir olmaktan da doğabiliyor. Bunlara tek tek bakmak lazım.
“Ataerki biçim değiştiriyor”
Ataerki çöküşe geçti diyebilir miyiz?
Yalnız kesin olan şu ki eskiden ataerki adını verdiğimiz formasyonlar çöküş halinde. Çöküş halinde derken biçim değiştiriyor diyorum. Çünkü ataerkinin benim klasik dediğim aşamasında yaşlı erkek kuşağı mal sahibi olur ve genç kuşak üzerinde tasarruf hakkı olurdu . Bu mallar toprak olabilir, hayvan olabilir sonuçta evlenmeyi isteyen genç bir adam başlık parası için babasına dönerdi.
Kapitalizmin toplumlara nüfuz etmesiyle birlikte bu tip ataerki geniş ölçüde çökmüş oluyor. Ama erkek egemenliği devam ediyor.
Ataerki ya da erkek egemenliği kendini devam ettirmek mi istiyor?
Erkek egemenliği kendini devam ettirmek için bazı hallerde zorlanmaya başlıyor. Örneğin bir adamla bir kadın çalışıyor. Kadın belki aynı miktarda veya daha çok para kazanıyor. Fakat adam maaşın kendisine verilmesini ve tek elden kendisi tarafından harcanmasını talep ediyor. Bu bir sürü sorun yaratıyor.
Kendine ne kadar pay ayırdığı, kendi eğlenceleri için adamın aileye ne kadar kaldığı konu oluyor. Bu tabii bir takım çatışmalara, basit bir örneğe indirgedim ama. Demek istiyorum ki beklentiler ve roller değişince erkek egemenliğinin normatif temellerini ayakta tutmak için ya kaba kuvvete başvurmak lazım ya da yoğun ideolojik baskı yapmak lazım. E Bir nevi “itaat propagandası” diyelim buna. O da tutmuyor.
Ataerkinin tüm ayakta kalma ve kendisini devam ettirme kararlılığına rağmen, hiç bir kesimde kadına, “sen okuyacaksın, kazanacaksın, çocuklarına bakacaksın bir de itaat edeceksin” mesajını bu paketi satmak çok zor.
Bir karşılığı olmuyor o zaman.
Hayır. Ben “ataerkil pazarlık” diye bir kavram ortaya atmıştım seneler önce.
Oradaki ana fikir şuydu; ataerkilliğin sadece kadını ezen bir sistem olarak değil ona bir takım korumalar ve imkânlar vaat eden bir sistem olarak görmeli.
Yani bir takım kadınların bu pazarlığı tercih etmesinin sebebi onlara da bir şeyler vaat edilmesi. Mesela “çalışmayacaksın ve her ihtiyacın görülecek, çocuklarına bakacaksın” gibi bir vaat.
Maalesef bu kontratı önce erkekler kendileri yırttı. Çünkü ikinci kuşak feminizme baktığınız vakit Amerika’da, bu akım nasıl ortaya çıktı? Tarihsel olarak düşünelim. Bu Amerika’da 1960’larda patlak verdi. 1950 kuşağı Amerikalı kadınlar üniversiteye bile gittikleri zaman orada iyi para kazanan koca bulmaya giderlerdi.
Hemşirelik okuluna gider bir doktorla tanışmayı ümit ederdi. Kendini ikinci plana alıp o adamın yükselmesi için her türlü fedakârlığı yapar Ne oldu fakat? O nesildeki erkekler bu kadınları boşadılar.
Çünkü kadınları “evde kendini geliştirmemiş, geri bunlar”diye buluyorlar herhalde…
Gerisiniz demeseler bile “Sen yaşlandın dediler. Kırk beş yaşına geldin. Ben otuz yaşında biriyle evleneceğim” dediler.
Şimdi böyle olunca vaat edilen ömür boyu mutluluk ve güvence ortada kalmıyor. Çünkü hem evlilikte mutluluğu bulacaksın hem de güvencen olacaktı. Bu dönüşüm çok öfkeli ve daha bilinçli bir kadın kuşağı yarattı.
Solcu kadınlar için de durum benzer miydi?
Bu tabii sol eğilimli kadınlar için de söz konusu. Onlarda fikir birliği yaptıkları erkeklerin gayet ataerkil beklentileri olduğunu gördüler. Dolayısıyla bir anlamda ikinci kuşak feminizmin bu bozulan pazarlık üzerinden ilerlediğini, yükseldiğini görüyoruz.
Daha başka ülkelerde kadınların eğitime ve iş gücüne daha az imkânları olduğu ülkelerde bu süreç gecikti.
Peki Türkiye’deki durum?
Türkiye de artık buraya geldi. Kadınların eğitimi yükseliyor, beklentileri yükseliyor, evlilikten beklentileri de yükseliyor veya evlilik dışında tercihler yapıyorlar. Evlilikte, arkadaşlık istiyorlar, anlayış istiyorlar.
Çünkü karşılıklı beklentilerin çakışması durumu ve toplum kurumlarının hala erkek gücünü destekleyici durumda olmasının sonucunda kadının kazanılmış haklarını bir türlü hayata geçirememesi hali oluyor. Türkiye’de bu durum çok yaygın.
“Türkiye’de toplumsal cinsiyet krizi yaşanıyor”
Örnek verir misiniz?
Örneğin İstanbul Anlaşması, bu devletlerarasında imzalanmış bir anlaşma ve bunun bir takım yaptırımları olması gerekir. Ama pratikte buna müthiş bir direnç var. Bildiğimiz gibi cinayet vesaire durumlarında fail olan erkeklerin ucuza kurtulma şansı çok yüksek. Çünkü yargı sonuçta aklamayı deniyor o erkekleri. Hâlbuki şiddet gören bir kadının kocasını öldürmesi halinde kurtulması mümkün değil. Dolayısıyla modern devletlerin çelişkisi bu, Türkiye de öyle. Yasal planda, anayasada ve vatandaşlık hakları bağlamında tam eşitlik var. Ama pratikte hala kadınların kendi üzerlerinde tasarrufu olan bireyler değil de ailelerinin ve erkeklerin malı olma durumu var.
TIKLAYIN - "İstanbul Sözleşmesi, Kadınların Yaşam Hakkı"
Ataerki dediğimiz daha geleneksel sistemin çökmesiyle birlikte her ne kadar toplumda maddi değişiklikler oluyorsa da - yani iş gücü biçimleri, eğitim seviyeleri, tüketim kalıpları her şey değişiyor- normatif olarak erkeklerin egemen kalmasını sağlayan bir sistemi tesis etmek istiyorlar.
TIKLAYIN - Nazlıaka: "İstanbul Sözleşmesi'nin Revize Edilmesi Hukuken İmkânsız
Artık ben ona ataerki değil eril restorasyon adını veriyorum. Restorasyon terimi bir takım haklarının elinden alındığını düşünüp geri kazanmaya çalışan grupların politikasına işaret ediyor.
Dolayısıyla bir Amerikalı sosyoloğun; “rencide edilmiş hak edilmişlik” terimi buna uyuyor . O zaman tabii şiddet tipinde davranışlar ön plana çıkıyor.
"Mağdur" erkekler... Erkekler, Türkiye'de ilk kez, mağdur oldukları iddiasıyla platformlar kurdular. Kadınların nafaka hakkının kaldırılmasını istediler, 6284 No'lu yasanın "aile" düşmanı olduğunu iddia edip değiştirilmesini istediler. Kandiyoti, bu platformların nedenini iki perspektifle açıklıyor. "Bir tepeden gelen resmi söylemler var. Bazı şeyleri özendirme diğer şeyleri caydırma söylemleri var. Bir de toplumdan gelen tepkiler ki bu da Türkiye'de oldukça yeni. Çünkü Türkiye'de Cumhuriyet'ten beri kadın hakları konusunda hep devlet odaklı girişimler olmuştur. İlk kez erkeklerin mağdur grup olarak tabanda bir takım platformlar ve STK'lar yoluyla organize olduklarını görüyoruz. Bu, Batı'da daha erken oldu. 'Nafaka niye verelim?' gibi. Burada da bir takım çelişkiler var. Bir yandan kadına sen çalışmayacaksın, çocuğuna bakacaksın, evinde oturacaksın diyeceksin, öte yandan boşandığın zaman nafaka hakkın olmayacak. Orada temel bir çelişki görüyoruz. Erkeklik krizinden bahsediliyor birçok yerde fakat ben bunu erkeklik krizinden daha da kapsamlı bir şey olarak görüyorum. Bir toplumsal cinsiyet krizi olarak görüyorum." |
Toplumsal cinsiyet krizi, eril restorasyon ve ataerkil pazarlık sizin lügatınızdaki tanımlamalar değil mi?
Evet. Eril restorasyon denilen olgunun günlük somutlaşmış belirtilerine bakmak lazım. Bir kere birçok basın organının kadınlara bir haddini bildirme söylemi var.
Benim hep ilgimi çeken muhafazakar kadınların bir kesimidir. Bu konularda ben hiç bir şekilde seküler muhafazakar ayrımı yapmıyorum. Çünkü bu yaşam biçimlerinin değişmesiyle birlikte kadınların her sınıftan, her aidiyetten, her meslekten aslında çeşitli şekillerde bir arada hareket edebildiğini görüyoruz. Türkiye’de çok kuvvetli bir kadın hareketi olduğuna inanıyorum.
Müslüman kadınlar var mesela camilere girme eylemi yaptılar...
Gayet tabi. Benim iddiam şu ki bugün kadın hareketi Türkiye’de bir kitle hareketidir artık. Şehirli, orta sınıf, profesyonel kadın hareketi değil. Her seviyeden, her yerden bir çok kadının etrafında birleşebileceği bir takım ilkeler var.
Ama buna karşılık erkekleri mağdur gösteren kadınlar da var. Dolayısıyla bağlamak için ben bu olayı bir kadın erkek meselesinden çok politik bir olay olarak görüyorum. Yani toplumsal cinsiyet konusunda ki polorizasyonları sadece kadın hakları, erkeğin yeri ile ilgili fikirler etrafında yoğunlaştığını düşünmüyorum.
Bunun aynı zamanda toplumu yönetme biçimleri ile çok yakından ilgili olduğunu düşünüyorum. Bircok ülkede kadınları, belirli bir yerde tutmak için, fazla hak talep etmemeleri için partiler arası ve sınıflar arası erkek ittifakları kurulurdu.
Dolayısıyla gündeme bir kadın hakkı meselesi gelince hangi partiden olursa olsunlar hep beraber parlamentoda aynı şekilde davranan bir eril blok vardır.
Hatta hatırlarsanız Türkiye’de Medeni Kanun reforma girmeden evvel Türk Parlamentosu'nda da benzer bir manzara olmuştu. Reformu reddeden, hiç bir şekilde sahiplenmeyen sadece İslamcı partiler değildi. "Türk ailesini yıkmak mı istiyorsunuz" başlığı altında bir durdurma girişimi olmuştu. Şimdi ben düşünüyorum ki bu erkekler arası ittifaklar eskisi kadar sağlam değil.
Yani kadın haklarının sadece kadınlarla ilgili olmadığını belirli politik yönelimlerle el ele gittiğini anlayan yeni bir genç erkek nesil olduğuna inanıyorum.
Bunu söylerken sadece Avrupa’dan falan bahsetmiyorum; Ortadoğu ülkelerinde de bunun yoğun olarak olduğuna inanıyorum. Bunun örneklerini Arap Baharı’nda Kahire’de gördük. Kadına karşı şiddete başkaldıranların bir kısmı erkekti ve kadınlara karşı şiddet olmasın diye bir takım STK’lar kurdular. Cünkü şuna uyandılar; bu bir kadın meselesi değil, bu devletin organize şiddet uygulaması. Yani devletin Kahire’de, polisin kadınlara yaptıkları hareketler baskıcı bir rejimin göstergesi.
Bugün dünyada erkeklik tartışmaları var, Türkiye’de de başladı sanki?
Epeydir var. Belirli bir erkeklik modelinin kendilerine dayatılmasını istemeyen erkekler çok arttı Türkiye’de.
O zaman şunu söyleyebilir miyiz; kadın kurtuluşu, erkekliği tartışmaya açan, eril zihniyeti yıkmaya çalışan erkekler ve kadınların ortaklaşması ile olur?
Feminizm dediğimiz olgu cinsiyetler arası geniş ittifaklar sayesinde siyasi bir hareket haline geldiği zaman sonuç verir.
Çünkü kadın hareketini sadece kadın olarak ele alırsanız bir kere birçok insanı da dışlamış olursunuz. Tabii cinsellik sorunu da var. Farklı cinsellikleri ne yapacağız, dışlayacak mıyız? Nasıl yaklaşacağız? Bu konularda derin bir polarizasyon var bütün dünyada ve şu anda diyebilirim ki kadın düşmanı söylem dorukta nereye bakarsanız her yerde.
Dolayısıyla ataerkil politik söylem artık demokratik olmayan rejimlerin bir markası haline geldi diyebiliriz. Toplumsal cinsiyet politik ideolojilerin merkezinde çok açık bir yer almaya başladı.
O yüzden kadınlarla erkekler bu durumun farkında olan başka örgütlenme biçimleri, başka platformlar, farklılıklarına rağmen birlikte çalışabilecekleri ortamlar bulmaya ve yaratmaya çalışıyorlar. Bana kalırsa geleceğin tek ümit veren unsuru bu. Bu insanların ve duyarlılıkların var olması.
Deniz Kandiyoti hakkında Profesör. Londra'da yaşıyor ve Londra Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak çalışıyor. 1969-1973 yılları arasında Orta Doğu Teknik Üniversitesi, 1974-1980 yılları arasında da Boğaziçi Üniversitesi'nde görev yaptı. TIKLAYIN - Kandiyoti hakkında detaylı bilgi Women and Rural Production Systems, Women, Islam and the State ve Gendering the Modern adlı kitapları bulunuyor. Feminist kuram, kadın ve gelişme, Ortadoğu'da kadın ve toplumsal cinsiyet üzerine çeşitli makaleleri de var. |
(EMK)