Fotoğraflar: Anadolu Ajansı
*Avrupa kamuoyu 2015 “Mülteci Krizi” şeklinde nitelendirilen kitlesel göç sırasında aldığı tavra benzer bir tavırla Ukraynalı mültecilere kapılarını açıyorlar, ama önemli bir farkla. Batı Avrupa ülkeleri benzeri bir yaklaşımla Ukraynalılara yüreklerini ve evlerini açarken, 2015 yılında Müslüman mülteci istemiyoruz diyen Macaristan, Polonya ve Slovakya gibi ülkeler aynı “ırktan”, dinden, kültürden gördükleri Ukraynalı komşularına kapılarını açıyorlar.
* Bu siyasal iklim medeniyetçi, muhafazakâr çizgide hareket eden ve gelecek değil geçmiş vurgusuyla kitleleri etkilemeye çalışan sağ popülist partileri güçlendirmektedir.
* Avrupa Birliği’ne üyelik için başvuruda bulunan Ukrayna’nın AB entegrasyon süreci bu (ırkçı söylemler) ve benzeri söylemlerden arınmayı gerektirecektir mutlaka.
Değerlendirmeler İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ayhan Kaya’dan.
Aynı Üniversite’de Avrupa Birliği Enstitüsü Müdürü olan Kaya, 2011’de Avrupa Birliği Komisyonunca Jean Monnet Profesörü olarak ödüllendirildi.
Kaya’nın, diyasporalar, kimlik, uluslararası göç, zorunlu göç, etnisite, milliyetçilik, çokkültürcülük, yurttaşlık, ulusaşırı alan ve sürdürülebilir kalkınma gibi konular hakkında da kitap, makale ve tercümeleri var.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrası ortaya çıkan yeni göç dalgasını ve Avrupa’nın göçmen politikalarını Prof. Dr. Ayhan Kaya değerlendirdi.
“Almanya 300 bin Bosnalıyı zorla ülkelerine göndermişti”
*Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrasında yeni bir göç dalgası ortaya çıktı. Bu yeni göç akımı özellikle Avrupa ülkelerini nasıl etkileyecek sizce?
Bu soruya yanıt verdiğim gün 3 Mart 2022, yani savaşın başladığı 24 Şubat gününden itibaren 8 gün geçmiş.
Çevre ülkelere sığınan Ukraynalı mülteci sayısı Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin verilerine göre 1 milyon 45 bin kişiye ulaşmış.
500 binden fazla Ukraynalı Polonya’ya sığınırken 130 bini Macaristan’a, 100 bin kadarı Moldova’ya, 80 bin kadarı Romanya’ya ve 50 bin kadarı ise Rusya’ya sığınmış durumda. Bir kısmı da diğer AB üyesi ülkelerin kentlerine ulaşmaya başladılar.
Avrupa kamuoyu 2015 “Mülteci Krizi” şeklinde nitelendirilen kitlesel göç sırasında aldığı tavra benzer bir tavırla Ukraynalı mültecilere kapılarını açıyorlar, ama önemli bir farkla. Batı Avrupa ülkeleri benzeri bir yaklaşımla Ukraynalılara yüreklerini ve evlerini açarken, 2015 yılında Müslüman mülteci istemiyoruz diyen Macaristan, Polonya ve Slovakya gibi ülkeler aynı “ırktan”, dinden, kültürden gördükleri Ukraynalı komşularına kapılarını açıyorlar.
Dolayısıyla, Batı ve Doğu Avrupa ülkelerinin 2015 yılındaki mültecilere ve 2022 yılındaki Ukraynalı mültecilere yaklaşımları arasındaki farklar not edilmelidir.
AB, 2017 yılında Ukrayna vatandaşlarının vizeye ihtiyaç olmaksızın yılda 3 ay süreyle AB topraklarına seyahat etmesine olanak tanıyan düzenlemeyi kabul etmişti. Bugün gelinen noktada ise AB, 1990’lı yıllardaki Balkan savaşlarında yurtlarını terk etmek zorunda kalan Boşnak ve Kosovalı mülteciler için oluşturulan ve 2001 yılında resmi bir metne dönüştürülen Geçici Koruma Direktifini işletmeye başlıyor.
Böylece bir yıllık süre ile Ukraynalıların sağlık, eğitim imkanlarından yararlanması ve istihdam edilebilmeleri için gerekli yasal zemin oluşturulmuş oluyor. Bu açıdan bakıldığında Ukraynalıların AB ile imtihanı 1990’lı yıllarda Bosnalı ve Kosovalı mültecilerin başta Almanya, Avusturya ve İsveç olmak üzere AB üyesi devletlerle imtihanına benziyor demek daha doğru bir karşılaştırma olacaktır.
Doksanlı yılların sonlarına doğru 1997 yılında Almanya, henüz Bosna-Hersek’te barış ve istikrar tamamıyla tesis edilmemişken 300 bin kadar Bosnalıyı zorla ülkelerine geri göndermişti.
Bugün umarım Ukraynalılara yönelik beliren sıcak karşılama uzun ömürlü olur ve 2004 yılında AB Genişlemesiyle birlikte Batı Avrupa ülkelerine göç eden Polonyalı göçmen işçilerin karşılaştığı türden bir ırkçılık, ayrımcılık ile karşılaşmazlar.
*Görsel: Anadolu Ajansı
Avrupa Birliği’nin Ukrayna’dan gelen mülteciler için kolaylık sağlanmasını, Suriyeli mültecilere kapılarını kapatmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
2016 Mart ayında yürürlüğe giren AB-Türkiye Mülteci Mutabakatı ile AB göç ve iltica politikalarını dışsallaştırmayı, diğer bir deyişle finansal destek karşılığında Suriyeli ve diğer Mültecileri AB sınırları dışında tutma sorumluluğunu Türkiye’ye vermişti. Benzeri mutabakatları Libya ve diğer bazı Afrika ülkeleriyle de imzalamıştır AB.
Bugün ise zamanında Suriyeli, Ortadoğulu, Afgan ve Afrikalı mültecilere kapılarını kapatan Doğu Avrupalı devletler başta olmak üzere diğer AB üyesi devletler Ukraynalılara kapılarını açmışlardır.
Ukraynalı mülteciler için bu çok olumlu bir yaklaşım olmakla beraber göz ve ten renkleri nedeniyle ayrıştırılan ve zaman zaman “medeni dünyadan” bile olmadıkları varsayılan diğer mülteciler için ise bir o kadar olumsuz bir gelişme olarak değerlendirilebilir.
Maalesef geçmiş deneyimler bize Doğu Bloğundan, Sovyet egemenliğinden ve bugün de Rusya hegemonyasından kendilerini ayrıştırmak ve Avrupa uygarlığının bir barçası olmaya çalışan Çek, Slovak, Macar, Polonyalı ve Ukraynalıların Avrupalıdan daha çok Avrupalı olmak, Hristiyan Avrupa referanslarını yoğun olarak kullanmak ve hatta kesif bir biyolojik ırkçılık söylemi üretmek suretiyle Avrupalı olmaya çalışmak gibi çabalar içerisinde olduklarını görebiliyoruz.
Bugün Ukrayna’da zaman zaman karşımıza çıkan birtakım söylemlerin ve yaklaşımların da aynı çizgide olduğunu görebiliyoruz…
Ukrayna’ya ve Ukraynalılara çok büyük zararlar veren savaşın henüz başlangıcında bu tür söylemlere dikkat çekiyor olmak rahatsızlık verici olsa da gelecekte bu tür konuların fazlasıyla konuşuluyor olacağını şimdiden öngörmek mümkündür diye düşünüyorum.
Evrensel’e verdiğiniz söyleşide “Cinayetler, saldırılar, polemikler maalesef Avrupa yurttaşları arasında korkuları güçlendirirken ve korkulardan beslenen sağ siyaseti de güçlendirmektedir” diyorsunuz bunu biraz daha açar mısınız?
Avrupa’daki beyaz ırkın üstünlüğünü savunan, Müslüman karşıtı, sağ popülist, yerli ve milli siyasal söylemlerin 11 Eylül’den bu yana El Kaide, Taliban, Bako Haram, İŞİD gibi terör örgütlerinin gerçekleştirdikleri eylemlerin dünya kamuoyunda yarattığı infial nedeniyle giderek güç kazandığı görülmektedir.
Bu infial maalesef sadece bu terör eylemlerinin faillerine karşı tavır almayı beraberinde getirmiyor, aynı zamanda o ya da bu şekilde kendilerini Müslüman olarak tanımlayan hemen herkes ve özellikle de başörtüsü ve türban gibi İslami sembolleri kamusal alanda kullanan kişilere karşı alınan ırkçı, ayrımcı tavırların da yaygınlaşmasına neden oluyor.
Avrupa’da maalesef İslamofobi öylesine bir noktaya ulaşmıştır ki, bu kesif İslam karşıtlığı Avrupa’yı giderek kültürel anlamda Hristiyanlaştırmakta ve muhafazakâr, milliyetçi, yerli, medeniyetçi dile siyasette hâkim kılmaktadır.
Bu siyasal iklim medeniyetçi, muhafazakâr çizgide hareket eden ve gelecek değil geçmiş vurgusuyla kitleleri etkilemeye çalışan sağ popülist partileri güçlendirmektedir.
Anadolu Ajansı’nın “Ukrayna sınırını geçen Afrikalılar yaşadıklarını anlattı: Çok fazla ırkçılığa maruz kaldık” başlıklı haberinde, Afrikalılar sınırda yaşadıkları sorunlarını anlatıyor. Bir başka açıdan bakınca da Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenski, “Avrupa’nın göbeğinde sarışın mavi gözlü insanları öldürüyorlar” dedi. Her iki durum neye işaret ediyor. Yani Avrupa’nın göçmen politikası sadece “sarışın mavi gözlüler için” mi dizayn edilmeli?
Savaşın henüz ilk günlerindeyiz ve çaresizlik içerisinde ülkelerini korumaya çalışan siyasetçiler Avrupa Birliği kamuoyunun dikkatini çekebilmek ve Avrupalılarla olan kader birliklerini ifade edebilmek için görebildiğim kadarıyla kültürel repertuarlarında ne varsa onları kullanmaya çalışıyorlar.
Maalesef bu kültürel repertuar görüldüğü kadarıyla çok da zengin değil ve zaman zaman devrini bile kapatmış biyolojik ırkçı söylemleri içerebiliyor. Avrupa Birliği’ne üyelik için başvuruda bulunan Ukrayna’nın AB entegrasyon süreci bu ve benzeri söylemlerden arınmayı gerektirecektir mutlaka. Bu arınmanın mümkün olup olmayacağını bize zaman gösterecektir.
Birleşmiş Milletler yetkilileri, mültecilerin Ukrayna sınırlarında ırkçılıkla karşı karşıya kaldığını kabul etti. Tüm bunlardan bir çıkış yolu var mı? Irkçılık, ayrımcılık içermeyen bir göçmen politikası hayal mi?
Maalesef medyadan takip edebildiğimiz kadarıyla Polonya, Macaristan sınırlarında gerek bu devletlerin yetkililerince gerek Ukraynalı yetkililerce Ukraynalı olmayan mültecilere ayrımcı muamele edildiği görülmektedir.
Mülteciler benzer sosyo-ekonomik, politik, insani sorunlar yumağı içerisinde birbirlerine çok benziyor olsalar da onları muhatap alan resmi yetkililerin yargılarına ve önyargılarına maruz kaldıklarından bazıları renkleri, dinleri, kültürleri nedeniyle avantajlı bir konum kazanabilirken diğerleri dezavantajlı olabilmektedirler.
Türkiye’ye sığınan Suriyeli mülteciler örneğinde de benzeri şeyler yaşanmıştır maalesef. Ezidi ve Hristiyan Suriyeliler Sünni Suriyelilerle aynı muameleyi görmemişlerdir maalesef…
“Geleceği AB yurttaşları belirleyecek”
Avrupa Birliği, insan hakları, eşitlik, savaşsızlık üzerine kurulurken bugün gelinen noktada çok fazla insan hakkına göz yumduğunu görüyoruz. Avrupa Birliği kendi temel değerlerinden uzaklaştı, uzaklaşıyor demek abartılı mı sizce?
2000’li yılların ortalarından bu yana AB’de bu tartışmalar süregelmektedir. Ortak Değerler Avrupası yerine ulusal çıkarların daha ön plana çıkarıldığı, küresel bir aktör olmak yerine kendi içine kapalı bir Avrupa olmayı tercih eden AB’nin geleceği konusunda henüz bir şey söylemek için çok erken. Alman Sosyal Demokrat ve Yeşillerin iktidarındaki bir Almanya’nın önderliğinde AB farklı bir yol benimseyebilir. Sorunuzdaki saptama doğrudur, ama geleceği AB yurttaşları belirleyecektir.
Türkiye Almanya ilişkileri
Ukrayna’nın AB ülkesi olması için özel bir prosedür planlandı. Erdoğan da “Bizi da AB’ye almanız için bizim de mi işgal edilmemiz gerekiyor” dedi. Her iki gelişmeyi düşünce Erdoğan’ın “haklı” çıkışı sizce AB’de nasıl karşılık bulur?
Birbiriyle kıyaslanamayacak iki örnekten bahsediyoruz. Savaşa maruz kalmış bir halk için dayanışma hislerini sergilemeye çalışan AB Ukrayna’nın tam üyelik başvurusunu değerlendirmeye almıştır. Tam üyeliğin ne zaman ve nasıl gerçekleşeceğini şimdiden öngörmek mümkün değil.
Türkiye ise 2004 yılındaki büyük genişlemenin ardından AB tarafından yabancılaştırılmış ve Türkiye de Merkel ve Sarkozi faktörleri olarak açıklaya geldiğimiz bu yabancılaştırma ve uzaklaştırma yaklaşımlarına karşı hızla AB karşıtı söylemler ve politikalar geliştirerek, otoriterleşerek, demokrasiden uzaklaşarak karşılık vermiştir.
Geçmişte olduğu gibi 2000’li yılların ortalarından itibaren siyasal elit AB karşıtı söylemler ve eylemlerle Avrupa’daki muhafazakâr ve Türkiye karşıtı siyaseti güçlendiren bir yaklaşım sergilemiştir.
Son olarak eklemek istedikleriniz nelerdir?
Suriye iç savaşının başladığı ilk günlerle kıyaslandığında çok daha büyük bir mülteci hareketliliğinin olduğu görülüyor Ukrayna’da. Bu nedenle Türkiye devleti ve toplumu olarak elimizden gelen ne var ise mültecilerin ihtiyaçlarını karşılamaya, onlara destek olmaya, sorumluluğu paylaşmaya çalışmalıyız.
Hala dünyada en çok mülteci barındıran bir ülke olarak edindiğimiz deneyimlerin Avrupa Birliği üyesi devletlerle paylaşılması gerekmektedir.
Türkiye’deki sivil toplum, yerel yönetimler, devlet aktörleri bu tecrübelerin ardından eminim ülkemize gelecek olan her Ukraynalıya elinden gelen desteği verecektir. Türkiye’de hali hazırda yaklaşık 50 bin kadar Ukraynalının olduğu tahmin edilmektedir.
Bu durumda, en azından var olan toplumsal ağları takip ederek bir kısım Ukraynalının Türkiye’ye gelmesinin mümkün olacağını hatırlamakta fayda vardır.
Ancak, hali hazırda Ukrayna’da bulunan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Türkiye’ye getirilmesi konusu hiç şüphesiz önceliklendirilmesi gereken bir diğer konu olarak dikkatlerden kaçmamalıdır.
Prof. Dr. Ayhan Kaya hakkındaİstanbul Bilgi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi Bölümü öğretim üyesi. 2011 yılı itibariyle Avrupa Birliği Komisyonu tarafından Jean Monnet Profesörü olarak ödüllendirildi. 2016-2017 Akademik yılında Floransa’da bulunan European University Institute içinde Jean Monnet Fellow olarak araştırmalarını yürüten Avrupa’da Yükselen Aşırı Sağ hareketler ve Türkiye’deki Suriyeli Mülteciler konusunda araştırmalarını yürüttü. Diyasporalar, kimlik, uluslararası göç, etnisite, milliyetçilik, çokkültürcülük, yurttaşlık, ulusaşırı alan, mülteciler, popülizm ve sürdürülebilir kalkınma gibi konular hakkında kitap, makale ve tercümeleri vardır. Kaya, 2013 Yılında Aziz Nesin Profesörü olarak Almanya’da Viadrina Avrupa Üniversitesi’nde ve 2011 yılında da Willy Brandt Profesörü olarak İsveç’te Malmö Üniversitesi’nde araştırmalarına devam etti ve dersler verdi. Berlin’deki Küçük İstanbul (Büke Yayınları, 2000); Sicher in Kreuzberg: Constructing Diasporas (transcript verlag, 2001); Euro-Türkler: Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerinde Köprü mü Engel mi? (Ferhat Kentel ile birlikte, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005; İngilizce baskısı CEPS Brüksel, 2005); Ferhat Kentel ile Belçika-Türkleri (King Baudouin Vakfı, 2008); Islam, Migration and Integration: The Age of Securitization (Palgrave, 2012) ve Europeanization and Tolerance in Turkey: The Myth of Toleration (Palgrave, 2013) adlı eserleri kaleme almıştır. Uluslararası İlişkilerde Sınır Tanımayan Sorunlar (Günay Göksu Özdoğan ile birlikte, Bağlam Yayınları, 2004); Türkiye’de Çoğunluk ve Azınlık Politikaları: AB Sürecinde Yurttaşlık Tartışmaları (Turgut Tarhanlı ile birlikte, TESEV Yayınları, 2005); Kökler ve Yollar: Türkiye’de Göç Süreçleri (Bahar Şahin ile birlikte, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2007); Türkiye’de İç Göçler: Bütünleşme mi, Geri Dönüş mü? (İstanbul Bilgi Üniversitesi, 2009) ve 14. Yüzyıldan Günümüze Türkiye’ye Göçler (M. Murat Erdoğan ile birlikte, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2015) adlı kitapları derlemiştir. Ayrıca Emre Işık ile birlikte Toplumbilim Dergisi Kültürel Çalışmalar Özel Sayısı (Sayı 14, Ekim 2000) şeklinde bir dergi derlemesi mevcuttur. Friedrik Barth, Etnik Gruplar ve Sınırları (Seda Gürkân ile birlikte, Bağlam Yayınları, 2000) ve T. H. Marshall ve Tom Bottomore, Toplumsal Sınıflar ve Yurttaşlık (İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2006) şeklinde iki çeviri kitap yayınladı. 2003 yılı Sosyal Bilimler Derneği Araştırma ödülü ile 2005 yılı Türkiye Bilimler Akademisi Ödülüne layık görüldü. Bilim Akademisi üyesi. |
(EMK)