Arkada kalan anılar
Arkasında anılarını, mezarlarını bırakarak yollara düşen 8 bin Adalı, zaman içinde 20 bin kişi olmuş dünyanın dört bir köşesine dağılmış. İhtiyarlar bir daha dönmek istememişler Ada'ya, gençlere de gitmemeyi tavsiye etmişler...
Postmodern panayır
Ama gençlik, her yerde gençlik. Onlar büyüklerinden aktarılan anısal Adalılığı "daüssıla" da olsa yaşamak için tek tek gelmeye başlamışlar İmroz 'a.
Web siteleri kurmuşlar , elektronik posta ile haberleşerek Ağustos-Eylül aylarında Ada'yı doldurmaya başlamışlar. Onlar Ada'da postmodern bir web cemaati ve postmodern bir panayır oluşturmuşlar. İşte onların hikayesi..
Onların hikayesi
"İhtiyarlar , ister eski bir evin penceresinde ister bahçede, ister bağda olsun; yaşanmışla, söylenmişle, yazılmışla geleneği temsil eder.
Genç kızlar ve delikanlılar ise aşktır ; güneş altındaki yaşanandır .
Bahçe duvarlarından toz kokulu bacaklarını sallayarak sarkıtan, son ağlamaları, son şikayetleri ve sevinç çığlıkları ile akşamın habercileri çocuklar neşedir, gelecektir ...
Onların hepsi ihtiyarları , ihtiyarlar da onları sever ve önemser . İmroz adasındaki Rumlar , köylerini boşaltmadan önce böyle yaşıyorlardı."
Web cemaatinin postmodern panayırı
Yer Ada'nın en yüksek noktasındaki yeni adıyla Tepeköy , eski adıyla "küçük tarla" anlamına gelen Apridya .
Köy meydanındaki kahvehanede bastonlarına dayanmış ihtiyarlar oturuyor. Adadan göçettiğinde "cevan" olduğunu söyleyen Demostenis Trohalis 80'ine merdiven dayamış; hasta, her yeri titriyor. Konuşmakta zorluk çekiyor.
Adadan göç etmeden tüccarlık yaparmış. Önce İstanbul , daha sonra İzmir , daha sonra da Yunanistan 'a göç etmek zorunda kalmış. Alıştığı yerden kopup, çok da fazla olmayan sermayesini oralarda dolaşıma sokmakta zorluk çekmiş. Bir de işin içinde ilerleyen yaş olunca, çalışamaz hale gelmiş. Şimdi ona kızı ve damadı bakıyor.
"Hade vre, eve gidelim. Sana bir kahve ikram edeyim " diyor. Evi meydana açılan sokağın ucunda. Cephesi maviye boyanmış. Tamir etmişler besbelli. Onlar evlerini satmayanlardan . Bütün ev halkı dışarıya çıkıyor. Dostları
Kosta Hristoforidis, Demostenis dedenin torunu Kiryako Bakkalis ve orta yaşlı kızı Efi Bakkalis . Yani Kiryako'nun annesi . Evin sakini üç kuşak tekrar köylerine dönmüşler ziyaret için. Dede, kız, torun ve dostları.
Mavi gözlü, sarı saçlı "evin kedisi" Efi Hanım; "Ne içersiniz?"diyor duru İstanbul Türkçesiyle. Orta kahveler geliyor dumanı tüterek , yanında soğuk suyla beraber. Kaldırıma dizilen sandalyelerde oturarak kunuşuyoruz. Efi Hanım, ikram yenilikleri için bir dışarı bir içeride...
"Azınlık psikolojisinden kurtuldum"
Bakkalislerin dostu Kosta Hristoforidis ; "33 yaşındayım. Ben Ada'da doğmadım. Annem ve babam Adalıdır. Buranın Rum okullarında öğretmenlik yapıyorlardı. Okullar kapatılınca İstanbul'a gelmişler. Ben İstanbul'da doğdum. İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi'ni bitirdikten sonra, bütün aile Yunanistan'a göç ettik. Daha sonra doktoram nedeniyle 1999'un kışında İstanbul'a geldim. 17 Ağustos depremi olunca "Dimitra Hellas " adlı sivil toplum kuruluşuna girdim. O günden bugüne, Dimitria Hellas'ın operasyon menajerliğini yapıyorum" diyor.
"Anlatmak zor"
Yardımlarıyla herkesi ağlatan ; iki halk arasında yeni dostluk köprülerini kuranlardan Kosta. Yüzünde çocuksu bir gülümse var. Ve devam ediyor:
"Neden böyle bir işe giriştim ...Bunu anlatmak, anlatabilmek biraz zor. Ben Türkiye'de yasal olarak azınlıktım. Çok kötü bir duygudur azınlık olmak . Kamusal kimliğiniz 'resmen ' vardır, ama sizi hiç kimse ciddiye almaz . İşleyen çarkın içinde olamazsınız . Çünkü siz bir azınlıksınız . Deprem olunca, bu azınlık kimliğimden sıyrılma fırsatını yakaladım . Dimitria Hellas ile işleyen çarkın içine girdim.
İnsana yönelik
Bilinen klasik çark değildi bu:
"İnsana yönelik çarkın içine girdim. Biliyorsunuz ki, size ihtiyaç var. Ve Türkiye olgusunu değişik bir şekilde yaşamaya başladım. Beni rahatsız eden o azınlık psikolojisini üzerimden attım . Türk- Yunan ikileminden sıyrıldım . İnsanların gerçek ihtiyaçlarını karşılamak başka bir şey . Yardım etmekse Haiti'ye veya Angola'ya da gidebilirdim. Ben Türkiye'yi seçtim . Çünkü benim duygularım burada oluştu . Kültürüm bu topraklarla ilgili. Beni rahatsız eden şeyleri de burada çözmem gerekirdi . Galiba çözdüm de. Bir başka İmrozluyum şimdi."
Ada'nın postmodern kuşağı
Kiryako Bakkalis, 24 yaşında. O göç sonrası kuşaktan . Türkçe bilmiyor ama 15 yaşından beri Ada'ya gelenlerden .
Anlatıldığına göre, göçün ilk kuşağı ihtiyarlar, Ada'ya gelmek istememişler. Fakat çocuklarını ve torunlarını da Ada anıları ile büyütmüşler; biraz öfke biraz buruklukla .
İhtiyarlar ve gençler
Bir süre sonra o gençler kendi başlarına Adaya gelir olmuş; Amerika 'dan, Güney Afrika 'dan, Avustralya 'dan, Fransa 'dan, Almanya 'dan ve Yunanistan 'tan. Büyüklerinin buruk anılarına karşın Adada güzel şeyler yaşamışlar. Baba evlerinin yıkıntıları arasında mutlu olmuşlar.
Gidiş-gelişler artarken, gençler bu kez; Adayı bir daha görmek istemeyen dedelerini, ninelerini, baba ve annelerini getirmeye başlar İmroz'a . Göçü ve Adayı yaşamayan ama evlerinde sürekli göç hüzünleri dinleyen, bilgisayar ve internet kuşağı gençler, kendi aralarında yeni bir Adalılık kimliği oluştururlar.
Yeni bir Adalılık
Bu kimliğe onlar "postmodern Adalılık" diyorlar. Adalı olmadan, Adada yaşamadan, kendi anılarını üretirler. Adada dedeleri tarafından kurulan geleneksel panayır onların buluşma tarihleri .
Postmodern kimlik kazanan panayırda çoğala çoğala 3-4 bin kişi olmuşlar. Yeryüzüne dağılmış 20 bine yakın İmrozlu , Ada'da buluşacakları tarihi iple çeker olmuş . Web sayfaları kurmuşlar , birbirlerinden habersiz olanlar nternet üzerinden mektuplaşmaya başlamış.
Bir cemaat oluşmuş . Bu gençler ailelerinden kalan yüzlerce evi onarmış ve hâlâ da onarıyorlar; senede bir kez Adada olmalarına ve gelir düzeyleri orta halli olmasına karşın.
Kemancı Dino
Ada'nın geleneksel müzik aletleri santur, lavta, trompet ve keman imiş. Fakat gençlerin kemanları yokmuş.
1992'de bir kemancı gelmiş Avustralya 'dan. Adı Dino . Berbat bir kemancı olmasına karşın Adada yeniden eğlenme geleneğinin de fitilini tutuşturmuş .
Onunla birlikte Rum köylerinde "uyandırma" yani "Ksipnima" diye adlandırılan eğlence türemiş .
Eğlencede iş bölümü
Gençler müzik grubu eşliğinde bütün evleri dolaşıyor , uyuyanları yataklarından kaldırıyor , üstlerine su atıyor, müzikli bir şaka ile sabahı buluyorlar.
O panayır günlerinde kadınlar-kızlar yemek yapıyor; öğrenciler, genç doktorlar, bilgisayar mühendisleri, dünyanın dört bir yanında borsa oynayanlar, işinsanları, akademisyenler de garsonluk yapıyor.
Ada'dan " geri dönmek" için gidilir
Evet, onların İmrozlu kimliği babalarının İmrozlu kimliği değil. Milliyetçilik boyutunun dışında bir başka İmrozlu oluşmuş , sonradan gördükleri Adada.
Küçülen dünyamızda kendilerine yakın, kültürlerine uygun bir köşe bulmuşlar... Onlar, milliyetçilikle dalgalarını geçen , Adaya nefret ettiği için değil sevdiği için, aşık olabileceği bir kadınla tanışmak için, arkadaş olabilmek için, evlenebilmek için geliyorlar.
Post modern bir kült oluşturan Adalı gençler bir de deyim yaratmışlar: " Adadan dönmek için gidilir..."
Göç kadınlarının Ksenityası
Ailenin son kuşağı üniversite öğrencisi Kiryako Bakkalis de bu post modern İmrozlulardan. Annesi Efi Bakkalis ise, göçü yaşayanlardan. O da önce İstanbul, sonra İzmir , daha sonra Yunanistan, daha sonra Fransa'ya gidiyor, sonra tekrar İmroz 'a dönmüş ve Adalı bir erkekle evlenmiş...
Eşiyle Yunanistan'a yerleşir Efi . Kiryako doğar. Elden ayaktan kesilen babasına bakar. 49 yaşında ve kendini bildi bileli koşuşturmada. "Bahçeyi dikenli telle çevireceğim" diyor, "İzin almak lazımmış.." Köyü ziyaret eden Adanın genç belediye başkanı ve kaymakamını yakalıyor, derdini anlatıyor.
"Yok, sen telini çek. İzin almana gerek yok" diyor belediye başkanı... Rahat bir nefes alıyor Efi.
Göçler; Yunanistan ve Adalarda "Ksenitya" adını alan gurbet şarkıları yaratmış. Bu şarkıları yazanlar da kadınlarmış .
Göçün büyük yükünü çeken kadınların yazdığı bu şarkılardan İmroz'la ilgili olanını aktarıyor Efi Bakkalis :
"İmvros perifano nisi/ İmroz gururlu Ada / me ta epta horia sou/ yedi köyünle / Figan ta palikaria/ delikanlıların göçtü / Ehas' tin omorfia sou/ Kaybettin güzelliğini ..."
İşte böyle; bizim kuşak bu şarkıları üretti hüzünleri ile diyor Efi Bakkalis...
Acı çeken ihtiyarlar
Yanımıza yanaşan bir ihtiyar sohbete ortak oluyor. O da eski Adalı:
"İstimlâk, mahkumların kadınlarımıza tacizi falan .. Hepsi ile baş ederdik ama okullarımız kapatılınca gitmekten başka çaremiz kalmadı. O ilk kuşak ihtiyarlar çok çekti.
İçlerinden konuştular
"Atina ve İstanbul'dan gemilere doluşup havasına suyuna alışamadığımız; Güney Afrika, Avustralya, Yeni Zelanda, Mısır, Amerika ve Avrupa 'ya gittik. İhtiyarların çoğu, o ülkelerde bildikleri Rumca ve Türkçe 'yi içlerinden konuştu . O ülkelerin dillerini öğrenemedi .
Nefret ve özlem
"Adadan hem nefret ettiler. Hem de buranın kekiğini, suyunu, havasını, şarabını, zeytinyağını, keçi peynirini konuştular kendi aralarında. Bir süre sonra maddi imkanları oluşmasına karşın, buraya bir daha dönmediler ; dönmek, görmek istemediler . Belki de dayanamayacakları içindi. Ama, 'İmroz, ah İmroz, beni oraya gömün' diye diye ölenleri biliyorum ben .
Ağlayan erkek
"Yunanistan'a gidenler de acı çekti . Ben size bir 'ağlayan erkek' olayını anlatayım... Adadan çıkınca 30 yaşlarındaydı . İki kızı vardı . İstanbul'da yerleşti önce, orada okutmaya başladı kızlarını . Bizim Paskalyamız vardır. Kiliseye gitti o adam , biz 'İsa'nın ışığı ' deriz; yanan mumdur . Onu küçük bir fenerciğin içine kor ve eve götürürüz . O adam da öyle yapmış. Taksim 'den geçerken ona küfür etmişler . O zamanlar da olaylı günler; 'Tamam' demiş, 'dinime de küfür edildiğine göre artık burada kalınmaz.' Almış ailesini göçmüş Atina'ya ellerinde bavullarla. Bomboş bir apartman dairesinin eşiğinde çocuklar gibi ağlamaya başladı o adam. Onlar, bir insanın hayatı boyunca yaşayabileceği en büyük dramı yaşadılar .
Eski bir Helen masalı
"Adım mı? Ne yapacaksın! Sana bir göç tarihi anlattım, varsın olsun adım Homeros . Homeros dedim de aklıma çok eski prohelen İmroz masalı geldi, anlatayım: 'Limni ile İmroz arası ova imiş. Bu ovada bir kral ile iki oğlu varmış. Bir oğluna İmroz'u, bir oğluna da Limni'yi vermiş. Ovayı da ortadan ikiye bölmüş. Kral ölünce oğullar kavgaya tutuşmuş. Deniz Tanrısı asası ile ovaya vurmuş ve ova denize dönüşmüş.' İşte böyle; bir varmış İmroz bir yokmuş İmroz ."
"Evden ne isterler
Sessizce göç hikayesi dinlerken, eli böğründe bir kadın, görüş alanımızdaki yıkılmış evin taşları arasında geziniyor ve hüznünü sokağa yayıyor:
" Bunu nasıl yaparlar... Niye yaparlar, niçin yaparlar, evden ne isterler...Gördünüz mü?"
Belli ki ev, taşları başka bir ev inşaatında kullanılmak üzere yıkılmış . Ev... İnsanoğlunun mahremiyeti ...Çocukluk seslerinin duvarlara sindiği bir zamanların sıcak evi . Anıları ayakta tutan ev...
Hoyrat bir vurdumduymazlığın şaşkına çevirdiği kadın, elleri böğründe bize bakarak taşların arasında öylece ağlamaklı duruyor ..
"Seni Atina'ya bekleriz"
Hepimiz sustuk, evinin yıkık taşları arasındaki kadına su götürüldü, teskin edildi; ihtiyar Demostenis kollarına girilerek içeri götürüldü; evin misafiri kalktı, kucaklaşıldı; yasemin kokulu sokağa, Efi'nin "Seni Atina'ya bekleriz" sesi yayıldı...(YÖ/NU)