Neo-liberalizme, ırkçılığa, savaşa, ekolojik dengenin altüst edilişine, cinsel, dinsel, mezhepsel ayrımcılığa karşı Seattle gösterisinden bu yana yükselen anti-kapitalist küresel direniş hareketi 23-28 Ocak tarihleri arasında Brezilya'nın Porto Alegre kentinde yapılacak Dünya Sosyal Forumu'na buluşuyor.
Bu yıl üçüncü kez yapılacak olan Dünya Sosyal Forumu hareketin pozitif bir gündem oluşturma ihtiyacı üzerine yükseldi. Hareketin en belirgin özelliği, farklı duyarlılıklara sahip olan sosyal hareketlerin bir araya gelerek kapitalist sistemin en önemli kurumlarını hedef almaları ve itirazlarını doğrudan eylemle dile getirmeleridir.
Efendilere kafa tutan hareket
Hareketin bileşenlerin çeşitliliği ve doğrudan eylem - doğrudan demokrasi yaklaşımı uluslararası düzeyde büyük bir heyecan dalgası yarattı. Ekolojistler, eşcinseller, sendikacılar, öğrenciler, sosyal demokratlar, sosyalistler, dinsel cemaatler, anarşistler, ulusal kurtuluş mücadelesi verenler, yardım kuruluşları, savaş karşıtları... Bütün bileşenler sorunların kaynağında gördükleri Dünya Bankası, Uluslar arası Para Fonu (IMF), Dünya Ticaret Örgütü, G-8, Avrupa Birliği, Dünya Ekonomik Forumu, uluslararası şirketler ve temsilcilerini durdurmayı hedefliyor.
Bu hareket, kapitalist sisteme ve dünyanın efendilerine kafa tutan kitlesel gösteriler örgütlemekle yetinmedi. Hareketin bileşenleri arasında yeni ve alternatif diyalog zeminleri de yarattı. Gösteri yapılan her şehir, aynı zamanda bir tartışma, fikir alışverişi yapma merkezine dönüştürüldü. İtiraz edilen sistemin alternatifinin ne olduğu, başka bir dünyanın nasıl yaratılabileceği konusundaki tartışma isteği kısa zamanda "sosyal forum"ları yarattı.
Brezilya'nın Porto Alegre kentinde 25-30 Ocak 2001 tarihinde gerçekleştirilen "Dünya Sosyal Forumu", bu ihtiyacın üzerine yükseldi. Artık sadece " itiraz" eden bir değil, aynı zamanda da "başka bir dünya"nın nasıl yaratılabileceğini de enine boyuna tartışan bir hareket ortaya çıkmıştı.
Sosyal Forum, tabandan yükselen ve birleşenlerin toplamından daha büyük bir değişim enerjisi yaratan bu hareket sermaye, savaş, yoksulluk, işsizlik, ırkçılık, ayrımcılık, baskı ve terörizasyon ortamında "İnsan" için bir alan yarattı.
DSF için somut girişim her kıtada ve 40'ı aşkın ülkede örgütlenen ve hareketin belli başlı gruplarından olan ATTAC'dan (Sivil Yaşamın Desteklenmesi İçin Finansal Sermayenin Vergilendirilmesi) geldi. Otuz yıldır dünya egemenlerini Davos'da bir araya getiren Dünya Ekonomik Zirvesine tabandan bir alternatif oluşturma fikri Sosyal Forum sürecini başlattı.
DSF geçen yıl yapılan toplantısında, Sosyal Forum süreçlerinin yerelleştirilmesi yönünde çağrı yaptı. Kasım ayına Avrupa Sosyal Formu 60 bin kişilik katılım ile yapıldı. (Floransa Raporu için: www.antikapitalist.net ) Bu ayın başında da Asya Sosyal Forumu gerçekleşti. Kıtasal forumların dışında ülke ve hatta kent forumları örgütlenmektedir. Bu yılın sonbaharında ise bir Akdeniz Forumu düzenleme çağrısı Floransa'da yapıldı. Akdeniz, İsrail gibi ülkeleri de içerdiği için öneri "Zoru Başarmak" olarak yapılmıştı.
Avrupa ve Asya Sosyal Formu'nda olduğu gibi Dünya Sosyal Forum tartışmalarının merkezinde savaş ve savaş karşıtlığı olacak. Hatırlanacağı gibi Avrupa Sosyal Forumu 9 Kasım için çağırdığı savaş karşıtı gösteri bir milyona yakın katılımla gerçekleşmişti. Bu yıl Dünya Sosyal Forumu ve forum dışı etkinliklere katılımın Lula'yı iktidara taşıyan dalganın etkisiyle artması bekleniyor.
Porto Alegre gündemi
Dünya Sosyal Formu tartışmaları beş ayrı başlık altında yapılacak:
1-Demokratik ve sürdürülebilir kalkınma
2-İlkeler ve değerler: İnsan Hakları, çeşitlilik ve eşitlik
3-Medya: kültür ve alternatif kültür
4-Politik erk: Sivil Toplum ve demokrasi
5-Demokratik bir dünya düzeni: Savaş karşıtı barış mücadelesi
Bu temel başlıklar altında sayısız konferans, seminer ve atölye çalışması yapılacak. DSF'nin bu yıl için benimsediği tartışma metodolojisi konferanslar aracılığı ile fikir ve analizlerin geniş bir katılımcı kitlesi nezdinde sosyalleşmesinin önünü açmak. Paneller aracılığı ile de stratejik gelişime katkı sunulmak isteniyor. Hareketin içinde tanınmış kişi ve grupların kendilerini ayrı ayrı veya birlikte ifade edebilecekleri bir alan da oluşturuluyor. Yuvarlak masa toplantılarında ise daha çatışmalı alanlarda tartışmalar özendirilecek. Seminer toplantılarında ise daha özgül konular ele alınarak yapıcı düşün geliştirilmesine yoğunlaşılacak. Atölye çalışmaları da forumun "fabrikası" olarak değerlendirilmek isteniyor.
Burada başlık olarak belirtilmeyen ama hareketin ve sosyal forum sürecinin en ateşli tartışması olan kapitalizm ve kurumları reforme edilebilir mi, yoksa sistemi tümden yıkıp tabandan başka bir dünya mı inşa etmeliyiz? Floransa'da da her toplantının merkezine bu soru oturuyordu. Bu tartışmada tarafsız bir gözlemci değil devrimci dönüşüme ihtiyaç duyan bir noktadayım.
Hareketin fotoğrafını çekebilir miyiz?
Anti-kapitalist hareket ve sosyal forumlar hakkında bilgi vermem istendiğinde hep bir zorlukla karşılaşıyorum. Birinci zorluk, hareket halinde olanın fotoğrafı çekilir mi? Tabii çekilir. Ama ne kadar bütünü yansıtır? Özellikle bu "bütün" ucu bucağı olmayan bir çeşitlilik ve bütünselin içi farklı yönlere doğru hareketlenmeler sergiliyorsa... Dolayısıyla hareket ve onun iradi ürünü sosyal forumlardan bahsederken öncelikle bunun bir "süreç"e tekabül ettiğinin altını çizme ihtiyacı hissediyorum.
Bu sürecin falına dışardan bakılamaz, ancak dinamizminin aktif, hareketi inşa eden bir parçası olarak içerden sürecin öznesi olunabilir. Floransa'da, 11 Eylül sonrasında "hareket öldü" iddiasına da yanıt olarak vurgulanan "Tarih olmadık! Şimdi ve burada tarih yapıyoruz" söylemi özne olan yaklaşımı sergiliyor. Tabii ki, önümüzü görebilmek için ara sıra kuş bakışı analizlere de ihtiyacımız var ama bunlar hep dinamik süreçlerin analizleridir. Her analizde olduğu gibi benimkisi de taraflıdır. Dolayısıyla "objektif" denilen bir değerlendirme mümkün de değil. Ne devrimci çözüm tarafından bakan benim için ne de "objektif" olduğunu iddia eden için...
Bunları niye söylüyorum? Söylüyorum çünkü, harekete karşı statik ve "değişimi" reddeder yaklaşımlarla çok karşılaşıyorum. Bu reddediş iki kesimden geliyor. Bu dünyanın kökten değişmeyeceğini düşünenler ile bu dünyada yaşayan ve mücadeleye kendilerine en yakın fikirlere sarılarak atılanların değişmeyeceğini iddia edenler. İkinci kesim örneğin sosyal forumları kimin kontrol ettiği tartışılmaktadır. Bu tartışmaya değinmekte yarar var...
Sosyal Forumu kim kontrol ediyor?
Floransa dönüşünde de belirttiğim gibi Sosyal Forum süreci hareketin açık üniversitesi işlevine bürünmektedir. "Açık"ı biraz tanımlamak gerekiyor. Tam olarak açık değil çünkü. ATTAC hareketi dışında Brezilya İşçi Partisi DSF sürecinin en etkin grupları olarak görünüyorlar. DSF ilkelerini bunlar oluşturdu. Bu ilkeler daha radikal unsurları aslında dışlıyor. Ben bu dışlamaya karşıyım. Avrupa Sosyal Formu daha kapsayıcı ve partilere de daha açık bir atmosferde gerçekleşti.
Bu alandan uzak durma çabaları bana doğru gelmiyor. Mücadeleye küsülmez. Floransa'da, Yunanistan, Filistinli ve Makedon delegasyonlar ile konakladığımız spor salonuna bir grup anarşist gelip "Avrupa Sosyal Forumu Öldü" diye yazmışlardı. Dünyanın 105 ülkesinden 60 bin kişi forum tartışmalarına dahil eden, bir milyona yakın insanı savaş karşıtı bir gösteride buluşturan herhangi bir şey "ölü" olarak tanımlanamaz.
Hareket hala bir azınlık hareketi olmasına karşın Seattle'dan bu yana dünya çapında büyüdü. Bu büyüme ve hareketin çeşitliliği sosyal demokrat partiler ve uluslararası düzeyde sendika federasyonlarının hareket içinde yer almasını beraberinde getirdi. Bu güçlerin hareketle ilişkilenmeleri hem hareketin ne denli büyüdüğü hem de sosyal demokrat güçlerin bir kısmının sola kayışının bir göstergedir. Tabii ki çeşitliliğin birliğine her yeni katılım yeni bir ses, yeni hedefler, yeni gündemler getiriyor ve hareket içinde çekim gücü yaratmaya çalışıyor.
Sorulara mücadele içinde cevap bulmak
Bizler hareketin reformist yapıları içine alarak büyümesinden memnunuz çünkü "başka bir dünyayı mümkün" kılacak olan güçler bu yapıların tabanını oluşturan işçi, yoksul ve gençlerdir. Bunun için ise hep birlikte bir değişim yaşamaya ihtiyacımız var. Başka bir dünyaya, sistem ile uzlaşarak mı yoksa onu devirerek mi ulaşabiliriz? Küresel sermayenin işleyişine sosyal bir boyut katmak mı yoksa ekonominin üretenlerin denetimine geçmesi projesi mi daha gerçekçi? Başka bir dünyanın motor öznesi itaatsizlik üzerinden yükselecek sosyal hareketler mi işçi sınıfı mı?
Bu soruların yanıtlarını hep birlikte mücadele süreci içinde test edeceğiz. DTÖ'yü kuşatan doğrudan eylemlerden genel grevlere kadar mücadele halinde olan kitlelerin hangi teori ve pratiğin başka bir dünyanın yolunu açtığı, hangisinin tıkadığına kendi deneyimleriyle ulaşmaları gerekiyor. Farklı önermeler ve sahipleri arasında yapıcı bir diyalog bu sürecin olmazsa olmaz koşuludur.
"Sosyal Forumu reformistler kontrol ediyor" diyerek sürecin dışında kalmayı tercih edenler, kapitalizmin barbarlığına karşı alternatif arayan, radikalleşerek sola gelen işçi ve genç kitlelerinden kendilerini izole ederler.
Belirttiğim gibi DSF sürecinde Lula başkanlığında iktidara gelen Brezilya İşçi Parti son derece etkin. Lula'nın IMF ve neo-liberal politikalar konusunda önümüzdeki yıllarda sürdüreceği politikalar eminim ki "nasıl kazanabiliriz" tartışmaları konusunda önemli dersler sunacaktır. Lula sürecinin falına bakıp sadece mahkum mu edeceğiz yoksa Lula'nın mücadele ve değişim sürecinin bir karesi olarak görüp bu sürecin sürdüğü bilinciyle bunun öznesi mı olacağız?
Özne olarak partiler
Yine resmi gündemde olmayan ama hareketin ve sosyal forum sürecinin önemli bir tartışması özne olarak politik partilerin hareket içindeki yeridir. Hareketin "doğrudan eylem, doğrudan demokrasi" sahip çıktığım bir yönelimdir. Sosyal Forum ve değişik platformlar çeşitliğin birliğinden daha büyük bir değişim sinerjisi yaratabiliyorsa ortaya bir hareket çıkıyor. Dolayısıyla bireysel katılım kritik bir öneme sahiptir. Ancak geçen yılki Dünya Sosyal Forumu'nda özellikle de İşçi Partisi'nin ısrarıyla politik parti olarak katılım tümüyle dışlandı. Burada bir sorun görüyorum. İşçi Partisi, Porto Alegre'deki etkinlik ve çoğunluğunu başka ve kendinden daha küçük partileri görünmez kılmak üzere kullandı. Bunun hareketin içinde parti çıkarcılığına bir örnek oluşturduğunu düşünüyorum.
Hareketin içinde herkes kendi kimlik ve fikirleriyle yer alabilmeli. Zapatistalar, FARC ve Arjantin'in Cumartesi Anneleri'nin (Plaza del Mayo) de bir dizi başka gerekçelerle tümüyle dışlanmasını kabul etmiyorum. Avrupa Sosyal Forumu ise partilere açık bir süreç olarak yaşandı.
Sekter ve tepedencilikten uzaklaşabildikleri taktirde politik partilerin hareketin inşası ve başarısına yapabilecekleri çok önemli katkılar yapabilirler. Cenova'da Carlo Guiliani'nin öldürülmesi üzerine "şimdi demokrasiyi savunma zamanı" diyerek ertesi günkü gösteriye katılımı arttıran Rifandazione Partisi'nin sergilediği netlik ve kararlılık oldu. Rifandazione hareketin önünü açmasını bildi. Floransa'da 9 Kasım'daki gösteri ATTAC'ın istediğini gibi neo-liberaliz vurgusu ile yapılsaydı savaş gibi kritik bir gündem etrafında bu kadar büyük bir kitle bir araya gelmeyeceğine eminim. Çünkü sadece neo liberalizm ile sınırlı mücadele hareketin çok gerisinde kaldı. Yine savaş vurgusu üzerine tartışanlar hareketin önünü açtılar. Resmi gündemler bir yana bu kısaca taraflı olarak aktardığım tartışmalar hareket ve sosyal forum süreçlerinin geleceğini belirleyecek...
Türkiye'de öfkeyi harekete geçirmek
Türkiye'de yapılan kamuoyu yoklamalarına göre, yüzde 80 Irak savaşına karşı, yüzde 90 Filistin'le dayanışmak istiyor, yüzde 70'in AB'ye girmek istemesinin nedeni daha fazla refah, özgürlük ve barış. Genel olarak öfke ve hoşnutsuzluk yaygın. Ancak Cenova veya Floransa düzeyinde bir mücadelenin de henüz gelişmediği ortada.
Ciddi bir umutsuzluk ve güvensizlik söz konusu. Bu nedenle, Türkiye'de hareketin önünü açmak için umudu ve güveni artıracak örnekler yaratmak zorundayız. Bu moralsizlik ve "bir şey değişmez" havasını dağıtmanın gerçekçi ve daha kısa bir yolu yok. Irak savaşına hayır diyen, Kıbrıs'ta barış isteyenlerle dayanışan, işyeri kapatmalarına karşı kamulaştırmayı talep eden, Paşabahçe ile dayanışan, Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkını savunan, ırkçılığa geçit vermeyen, Filistin ile dayanışan, iş yerlerinde krizin faturasını yöneticilere ödetmek için tabandan örgütlenen birlikler yaratmalıyız. Bulunduğumuz alanları her saldırı cephesinde birleştirmiyorsak, solun yönetici kadrolarını bürokratik olarak birleştirmek çözüm için ne yazık ki yeterli olmuyor.
İstanbul Sosyal Forum Girişimi ve Irak'ta Savaşa Hayır Koordinasyonu etrafında oluşan birlik önemli bir adım ama bu kendi başına yeterli olmuyor. Biz, şu anda kendini aktif bir şekilde ifade etmeyen savaş karşıtlığının işyeri, okul-üniversite gibi kolektif alanlarda tabandan inşa edilerek etkinleştirilebileceğini düşünüyor ve buna uygun davranıyoruz. Yerel etkinliklerle oluşturulan dinamizm ile alanlara güçlenerek çıkarız.
İnsanları savaş karşıtı mücadeleye katılmaktan, bunu inşa etmekten geri tutan bir dizi neden ve sorun var. "Savaş durdurulabilir mi? ABD yenilmez bir güç mü? Sorun sadece ABD ve Bush mu? ABD savaş konusunda kararlıysa en iyisi güçlünün yanında yer alıp Özal usulü bir koyup, üç almaya mı bakmak? Bölgede Kürt halkının kaderini Kürtler mi, ABD mi, Türk devleti mi tayin eder? ABD, Türkiye'nin AB üyeliğini son zirvede de gördüğümüz üzere destekliyor.
Buna karşılık ABD'nin Irak politikalarını desteklemeli midir? AB refah ve demokrasi getirebilir mi?" Tabanda yapılan birleşik faaliyetler aynı zamanda istikrarlı bir şekilde bu sorunları tanımlama ve yanıt geliştirme olanağı da veriyor. Hareketin ivme kazanmasının önünü tıkayan fikirsel bölünmüşlüğe karşı tabanda birliğin sağlanması mücadelenin önünü açacaktır. (NK)
* Vurgular ve ara başlıklar Bianet'e aittir.