Bu ne demiştim arkadaşıma. Niye kapakta çocukların veya örneğin Nazım Hikmetin değil de senin düşüncelerinle örtüşmeyen, birçok uygulamasını eleştirdiğin Atatürkün fotoğrafı var. Üstelik emekli de oldun, neden korkuyorsun. Ülkemizde o kadarcık da özgürlük var! Atatürkü eleştiren de var, ulu önder sayan da. Veya (İzmir İktisat kongresi yani Kapitalizm, Mustafa Suphi ve arkadaşları, Nazım Hikmet v.b konularında) eleştirmekle birlikte, Kurtuluş savaşı, cumhuriyetin ilanı ve laiklik konularında kazandırdıklarını öne çıkaranlar var.
Sanırım eleştirdiği halde Mustafa Kemali kapak yapan, kendiyle çelişen arkadaşımın derdi sponsordu, yani para. Popülizmin böyle getirileri var, ancak bu getiriler başka bir şeylerimizi de alıp götürüyor tabi.
Kafa karışıklığı - kavram kargaşası
Tartışma sonucu anlıyorum ki arkadaşımın kafası oldukça karışık. Nasıl olmasın ki, sonuçta şair ve yazarlar da dünyada ve ülkemizdeki post-mortem politik ortamdan ve çok ağdalı felsefi söylemlerden etkileniyor.
Özellikle 1980lerden sonra Nietzsche yeniden keşfediliyor, Fukuyamanın tarihin sonu safsatası övülürken, Hardt ve Negrinin İmparatoru çok okunanlar listesinde ilk sırayı alıyor, ABD ve Avrupada Entelektüeller Budistlerin yaşayan tanrı saydıkları Dalai Lamanın elini eteğini öpmek için sıraya giriyor. Türkiyede de azımsanmayacak sayıda eski solcu, bir zamanlar yok saydıkları mezheplerine dönüş yapıyor. Sol örgütlerde edindikleri yönetim ve örgüt tecrübelerini dini cemaatlerin hizmetine sunuyor. Manevi tatmin ile maddi tatmin birlikte kazanılıyor.
Oysa biliyoruz ki Nietzschenin kapitalizme yönelttiği tüm eleştiri ve tepkileri kültürel eleştiri alanlarına kaymış, sonuçta kapitalizmin aklanmasına hizmet etmiştir. Hem solcular hem de sağcılar, Nietzsche'nin felsefesinde kendilerini haklı gösterecek görüşler bulabilmişlerdir. O, haksızlıklara karşı çıkan bazı aydınların tepkilerini kapitalist sistem sınırları içinde tutmayı başarmıştır.
Oysa biliyoruz ki, Budizm ruh-madde değerlendirmesinde semavi dinlerden çok farklı değil ve Buda rahipleri ortaçağ karanlığında olduğu gibi aylarca oruç tutup, aylarca yürüyüş yapıp, çalışmadan dilenci gibi yaşıyor.
Oysa biliyoruz ki, bir ülkede görece ilerici sayılan bir mezhep-din, başka bir ülkede baskıcı-gerici olabiliyor. Ve dinlerin (adaletsizliğin kaynağı olan üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetle) kapitalizmle sorunları yoktur.
Filozofun biri Hakikat yoktur, var olanda özneldir, evrensel değerler, gerçekler yoktur diyor, bir diğeri Sosyal sınıflar kalmamıştır, kalsa da sınıf çelişkisi yoktur diye çok bilimsel düşünceler üfürüyor.
CIAnin maaşlı bir başka düşünürü Fukuyama, Tarihin sonu gelmiştir, ideolojiler çökmüştür diye yazıyor, Irak işgalini savunuyor. ABD Irakta batağa saplanınca Bush muhaliflerinin safına geçiyor. Yok, yanılmışım henüz tarihin sonu değilmiş diye savunucularını yarı yolda bırakıyor.
M. Hardt ve A. Negri adlı bir zamanların solcusu iki yazar da sağ gösterip sol vuruyor. İmparator adlı çalışmalarında ABD'nin Afganistan ve Iraka müdahalesinin ilerici olduğunu söylemeleri postmodern solcuları şaşırtmıyor. "İmparatorluğun (ABDnin), modern iktidarın zalim rejimlerini ortadan kaldırdığını ve aynı zamanda özgürlük potansiyelini çoğalttığı"ndan söz eden (S.68) Hardt ve Negri, küreselleşmeyi tarihi bir ilerleme evresi yani olumlu bir gelişme olarak görüp meşrulaştırıyor. J. Derrida'nın Marks'ın Hayaletleri'nde yaptığı, "Marksizmsiz Marksizm" gibi, M. Hardt ve A. Negri de kendilerini "burjuva komünizminin teorisyenleri ilan ediyor.
Postmodern düşünürler sol söylemler kullanıp, Marksizmi nihilizm, mistisizm ve modernizm ile karıştırıp takiye çorbası pişiriyor, özünde Marksizmi tümden inkar ediyorlar.
Veba veya kolera kapitalizm veya kapitalizm
Ülkemizde de Ya şeriat ya ordu suni ikilemi-korkusu dayatılmaya çalışılıyor. Son dönemde Kürt hareketinin, Anadolu kökenli sermayenin ve neo-liberalizmin kat ettiği mesafe rejimin tabularını sarsıyor. Bunun sonucu doğan çatışma, Laik-Anti laik çatışması olarak yutturuluyor. Sözde Laik cephenin önde gelenleri, on yıllardır devlet radyo ve televizyonlarında düzenli dinî (Sünni) yayınlar yapılmasına, yine devlet eliyle düzenli Kuran kursları ve imam hatipler açılmasına, diyanet işleri bakanlığına, imamların devletten maaş almalarına bir itirazları yok. Olsaydı, Devlet dinden elini çeksin, cunta anayasasındaki dine ilişkin hükümler değişsin. diye slogan atmaları gerekirdi.
Kitleler bu dayatmayı yapanların asıl kimliği hakkında bilgi sahibi olamıyor. Dezenformasyon, depolitizasyon egemenlerin en büyük silahı medya eliyle halka şırınga ediliyor.
Anti-kapitalist geçinen ulusalcı yazarlar, İslamcı sermayeye saldırırken, OYAK patronlarına tavır almaz, hatta OYAKın, Sabancı ve KOÇ grubu gibi ABD, AB ve İsrail ile işbirliği içinde olduğunu söylemez ve yazmazlar. Özelleştirmeye karşı çıkıyor görünmek isteyen bu ulusal solcular, yukarıda adlarını saydığım sözde milli burjuvaların, özelleştirmeden pay aldıklarını, ucuza kapattıkları işletmeleri yabancılara sattıklarını da görmezden gelirler. Yani onlara göre: Bunlar vatansever kapitalistlerdir, asıl düşman ise içimizdeki Kürtler ve bizi boğmak için fırsat kollayan komşularımızdır.
Dindar geçinen yöneticiler de kâfir dedikleri ABDnin en sadık müttefiki olmakla, sermaye birliğinden başka bir şey olmayan ABnin yolunda kararlı adımlarla yürümekle övünürler.
Emperyalizmin, kapitalizmin bir aşaması olduğu bilimsel gerçeğinin üstünü örtenlerin sayısı her geçen gün artar. Kimi ABD emperyalizmi kötüdür deyip, AB emperyalizmini savunur, kimi her iki kamp da kötüdür yüzümüzü doğuya dönelim der, doğuya da kapitalizmin, hatta vahşi kapitalizmin hakim olduğu gerçeğini yok sayarlar. Yüzlerini emek cephesine dönmeyi akıl edemezler. Evrensel değerleri, sermayenin uluslararası hareketliliği sayıp, emek olgusunu unuturlar. Bir zamanlar solcu olup yolunu şaşıran birileri de doğuyu, örneğin Kerkük ve Musulu, Bir zamanlar bizimdi, ödünç vermiştik artık geri alalım diye yağmacılık, işgal, savaş yani halklara kan ve gözyaşı önerir. Solculuğun parametrelerini unutur. Popülizm yapar.
Ee bu kadar filozof düşünür bilim insanı kafaları bulandırıp, sol söylemlerle kapitalizmi değişmeyecek, alternatifsiz tek sistem olarak yüceltirken, edebiyatta da yazar ve şairler, modernizmle-postmodernizm arasında gidip gelirken yollarını şaşırırlar tabi. Birbirlerine -dünya görüşü, sanat anlayışı v.b. konularda- uzak olmayan dergiler ve dernekler arasında kısır tartışmalar, kavgalar, bölünmeler yaşanır. Umudunu yitirenler de yol kaldı mı, aramalı mı diye sorar. E. Galleano, Ey yolcu, yol yoktur, yollar yürüyerek yapılır diye seslenir ama sesi bir Fukuyama veya Hardt ve Negri kadar duyulmaz.
Popülizm
Bana göre popülizm burada ortaya çıkar. Gerçek aydın, duyarlı sanatçı, insanları aydınlatma çabasında yalnız kalmayı, dışlanmayı, tehlikeyi de göze almalıdır. Varsın büyük sanat-edebiyat dergilerinin, gazetelerin kapıları yüzümüze kapansın. Kendisine solcuyum deyip milliyetçilerle ve milliyetçiliğin peçeli hali diye tanımladığım ulusalcılarla aynı dili kullanan, aynı eylemlerde yer alan insanlara gerçeği göstermek gerekir. Tersi davranış: Yalnız kalma korkusundan, tepkilerden çekinip takiye yapmak, ortayı bulmaya çalışmak, milliyetçi-ulusalcı-şövenist kesime düşünsel taviz vermek popülizmdir. Bu yolun sonu Türk neo-Nazileriyle işbirliğidir, suç ortaklığıdır.
İnanmadığın görüşleri savunmak yerine, kimi zaman susmak daha onurludur. En azından yalan söylemenin, yanlış yapmanın vicdan azabını taşımazsın. En fazla korkak damgası yersin. Bunun da ceza-i müeyyidesi yoktur!
Popülizm, (çok bilinen, sözlük ve ansiklopedilerde belirtilen anlamının yanı sıra) insanın düşündüğü-inandığı değerleri değil de, gücün, otoritenin, çoğunluğun görüşlerini korku ve-veya maddi çıkar kaygısıyla savunmak değil mi? Postmodern yöntemle, gibi mış gibi yaparak eleştiri de popülizm sayılmaz mı? Yani atı alan Üsküdarı geçtikten, artık bedeller ödendikten sonra bir konuda muhalif görünmek de popülizmdir. Popülizm sadece halk yardakçılığı ucuz halkçılık veya kiç sanat değildir. Devlet ve tekellerin dalkavukluğunu yapmak da popülizmdir.
Bu gün popülizmin etimolojik açıklamasına, takiye ve postmodernizmi de eklemek gerekir. Her şey geçer, anyway go-anything goes diyen Postmodern yazarlar bu katkıdan kesinlikle hicap duymayacaklardır. (AO/EK)