Hakkında böyle bir karar verilen kişi, Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nin bir dönem dışişleri bakanlığını yapmış Abdulaye Yerodia Ndombasi 'ydi ve o tarihte, ülkesi Kongo'da bulunuyordu.
Ndombasi hakkında böyle bir uluslararası işlemle yakalama emri verilmesinin nedeni neydi? Ndombasi, dışişleri bakanlığı sırasında, Kongo'da meydana gelen etnik iç çatışmalarda, 1949 Cenevre Sözleşmeleri 'nin ağır biçimde ihlali ve insanlığa karşı suç işlemekle veya bu suça iştirakle itham ediliyordu. Ve bu nedenle Interpol aracılığıyla yakalanması isteniyordu.
Kongo hükümeti, bir zamanlar dışişleri bakanlığı yapmış bu kişi hakkında, Belçika mahkemeleri önünde böyle bir dava açılması ve yakalama müzekkeresi tanzimi gibi bir uygulamanın, Kongo'nun, uluslararası hukukça tanınan egemenliğinin ihlâli anlamına geleceğini ve Belçika'nın böyle bir işlem yapmaya hukuken yetkisi bulunmadığını iddia ederek, Birleşmiş Milletler'in yargı organı olan Uluslararası Adalet Divanı önünde, Belçika aleyhine bir dava açtı.
Divan, 2002 yılının ilk aylarında bu konuya ilişkin kararını verdi ve Kongo'yu haklı buldu. Temel gerekçe, egemenlik yetkileri merkezinde tanımlanıyordu. Dışişleri bakanları gibi, bir devleti temsile yetkili diğer tüm kişiler de, bu temsil yetkisinden feragati sonuçlayacak bir irade ortaya konulmadığı sürece, bir başka devletin egemenlik alanı içindeki bir ceza yargılamasına tâbi tutulamaz. Divan, bu feragatin nasıl gerçekleşebileceğine ilişkin değişik uygulama biçimlerini de, kararında belirtti.
Bu hukuksal sorunun özü, hukukta "evrensel yargı yetkisi" diye adlandırılır.
Ve kısaca, bir devletin, kendi uyrukları tarafından veya kendi uyruklarına karşı ya da kendi ülkesinde işlenmemiş olsa bile, birtakım suçlardan ötürü bir ceza yargılaması yapmaya yetkili olduğu anlamına gelir.
Günümüzde, deniz haydutluğu, köle ticareti, savaş suçları, barışa karşı suçlar, insanlığa karşı suçlar, soykırım ve işkencenin evrensel yargı yetkisi kapsamında değerlendirilecek suçlar olarak tanınması için çabalar var. Birkaç yıl önce, Princeton Üniversitesi'nin, Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Hukukçular Komisyonu'nun da desteğiyle başlattığı böyle bir uluslararası çalışmaya ben de dahil olmuştum.
Ancak, sadece devletlerin böyle bir yargılama yetkisine sahip olmasıyla, bu ağır suçların işlenmesine engel olunamadığı gibi, her zaman, bu suçların failleri ve onların işbirlikçileri de, hukuk önünde hesap vermiş olmuyor.
Örneğin Belçika, kendi mahkemeleri önünde, Irak saldırısı nedeniyle, bu kez, ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld aleyhine açılan bir dava nedeniyle, ABD'nin şiddetli bir baskısıyla yüz yüze kalmıştı. Daha sonra, Belçika'nın bu konuya ilişkin yasalarında bazı değişiklikler yapma yoluna gittiği açıklanmıştı. Belki trajikomik bir durum, ama şaşırtıcı da değil.
İsviçre'de, Zürih kantonunun, Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Yusuf Halaçoğlu hakkında düzenlediği, Interpol aracılığıyla yakalama müzekkeresi, bana, yukarda aktardığım vakayı hatırlattı.
Tabii, Prof. Halaçoğlu hakkındaki bu vaka, Divan önündeki davaya konu
olan vakayla örtüşmüyor. Dolayısıyla Prof. Halaçoğlu'nun durumu, Kongo Dışişleri Bakanı'na oranla, hukuken daha korunaksız görünüyor. Bu nedenle,
bu vakada, bir egemenlik zırhından çok, ancak bireysel anlamda bilimsel araştırma, düşünce ve ifade özgürlüğünün korunması düşünülebilir.
Sanırım, bu gelişmeyle, bir kez daha bir gerçekle yüzleşilmiş oluyor: "İnsan hakları politikası" (policy of human rights) ile "insan haklarına yönelik bir politika" (policy for human rights) arasındaki belirgin farklılık. Devletler arasındaki oyunda yaygın bir biçimde tercih edilen, bunlardan ilkidir.
Bu oyunda güçlü olmanın zeminiyse meçhul değil: İkincisi konusundaki çabalar ve hem hukuken hem de uygulamada, buna gösterilen toplumsal ve bireysel duyarlılığın derecesi.(TT/EÜ)