Emekli Albay Erdal Sarızeybek 1993'te Hakkari'nin ilçesi Şemdinli üzerine "çatışma havası yaratmak için" makineli tüfekle ateş açtırıp, roketleri ateşlettirdiğini "İhaneti Gördüm" kitabında yazdı.
Kitaptaki bir bölümde Sarızeybek şöyle anlatıyor:
"Ülke yanıyordu, gün geçmiyordu ki eylem olmasın. Bir ara çaresiz hale düştüğümüzü itiraf edebilirim. Neler yapmadık ki, askerlerden sakallı timler kurduk, bu timlere PKK kıyafeti giydirdik, yol güzergahlarına geceden çıkarıp emniyet almaya çalıştık. Bir konvoy emniyeti için, yüzlerce askeri geceden yürütüp kritik yerlerde emniyet almaya çalıştık."
90'lı yılların kabusuydu "çatışmalı" geceler! Hakkari, Yüksekova, Şemdinli ve Çukurca'da bazı geceler sabaha kadar dışarıda bir "çatışma", savaş hali... Evler, "kazayla" delik deşik oluyor, sabahlara kadar "iki taraf" arasındaki çatışmalar sürüyordu. O günleri unutmak mümkün değil. Hele ki geceleri... Kurşunlara emanet geceleri...
İşte o yıllardan bir gece vakti babamla birlikte televizyon izlerken aniden televizyonumuzun ekranı karardı. Ekranın tam ortasından siyah bir leke yayılmaya başladı. Televizyonumuz "kapatıldıktan" sonra her zamanki "fon müziği" duyuldu…
Tak tak tak, güm, tak tak…
O gün belki de çatışmanın ilk kurşunu bizim talihsiz televizyonumuzu bulmuştu. Televizyondan açılan ateşe karşılık verilince talihsiz televizyon kurşunlardan kaçamadı ve "tüp"ünden vuruldu. 90'lı yıllarda yaşanan tüm bunları o "fon müziği" sayesinde hatırlıyorum…
Ertesi gün Necip abim, tamircinin televizyon tüpünden çıkardığı mermiyi karakola götürüp karakol komutanına; “Dün akşam sizin kulübelerden bizim eve doğru ateş açıldığında bu mermi bizim duvarı aşıp televizyonumuzun tüpüne girmiş… Buyrun bizde kalmasın!”der.
Evlerimizin aralarından sürekli düşmanlar mahalledeki karakola doğru ateş açıyorlardı. En azından dönemin karakol komutanı bunu söylüyordu.
Doğru muydu komutanın söyledikleri? Hiç yalan söyler mi komutan?
Haşa!
Ama her nedense karakola 100 metre yakın olan evimizin yanı başındaki düşmanlardan hiçbiri vurulamıyordu. Sadece koca koca havalandırma delikleri açılıyordu bizim evin duvarlarında… O deliklerinden baktığımızda nöbetçi kulelerini görmek mümkündü o zamanlar.
Duvarına kurşun saplanmamış ev yoktu
Çok büyük bir psikolojik baskıydı biz çocuk yaştakiler için o yıllar… Hatta o zamanlar Yüksekova'da ve tabii diğer ilçelerde duvarına kurşun saplanmamış ev bulmak zordu…
İki katlı evimizin kerpiç duvarlı alt katı daha güvenliydi. O duvardan roket bile geçemz diyordu bizimkiler. Gerçi karanlıktı biraz ama, ben karanlıktan da korkardım... Işıkları açmak kimin haddine!
İlk kurşun sesiyle tüm ışıklar kapatılırdı: "Biz evde yokuz, hiçbirşeyden de haberimiz yok!"... Ama evdeydik aslında, dışarıda neler olduğundan da haberdardık... "Karanlıktan" gelen kurşun sesleri beynimde zonkluyordu. Kurşun yağmuru vardı dışarıda ve arada bir atılan aydınlatma bombaları yıldırım gibi aydınlatıyordu etrafı…
Gürül gürüldü dünya…
Sahte bir canlılık hakimdi her yere; gürültü vardı, kurşun vardı, çocuklar ve çocukluk yoktu... Dışarıdaki çocukluğumuz roket ve ses bombalarıyla patlatıldı... Parçalarımızı ertesi gün dışarıda toplar, oyun oynardık… Evimiz için yapılan "havalandırma" delikleri ise cabası…
Bizim kabusumuz sizin fantazinizmiş...
Çok şükür atlattık o günleri diyesim gelmiştir çoğu zaman... Hatırlamak istemeyişim... Çünkü bir "çocuk" olarak bana kabus geliyordu o yıllar... Fakat itiraf ettiklerine göre kimileri için kabus değil "fantazi"ymiş...
Bir emekli albay çıkıp şöyle şeyler yazıyor kitabına benim kerpiç duvarlı evin karanlıkta geçirdiğim o kabus dolu anları:
“Planım şuydu: İki üç gecede bir, 120 mm'lik havan aydınlatma mermisini ilçe merkezi üzerine atacaktım. Sonra, önceden belirlenmiş hedeflerin üzerine makineli tüfekle ateş açacak, sonra da roketleri ateşleyip, şehir üzerinde tam bir çatışma havası yaratacaktık. Ertesi sabah halkı, şehir meydanında toplayıp, muhtemel bir çatışmada şehrin ve halkın ne denli zarar görebileceğini, bu nedenle teröristlerin şehre girmesine izin vermemeleri gerektiğini anlatacaktık. Dediğimiz gibi de yaptık. Haftada en az bir kez bu uygulama Şemdinli'de yapılır oldu, hem de uzunca bir süre.”
Behey albayım generalim komutanım meğerse o çatışmalarda ne büyük işler becermişsiniz... Nasıl eğlendirebildik mi sizi komutanım?
Bizim planımız BARIŞ...
Siz rol usulü savaş çıkarırken, ben savaşın ortasındaki masum çocuk rolünü iyi oynayabildim mi?
Sizin "planım şuydu" derken kurduğunuz cümlede "keyif için"bomba attığınız o kentin içindeki çocukların planını merak ediyor musunuz Komutanım?
Ya da biz plan yapsak desatekçileriniz "plan yapmayın plan" deyip vururlar mı o çocukları... Planımız barış Komutanım, kurgusal ya da fantastik savaş planınıza karşı bizim planımız BARIŞ ne olursa olsun BARIŞ...
Kerpiç ve karanlık evlerde korkmasın çocuklar diye, açtığınız havalandırma deliklerini onaracak, çocukluğumuzun parçalarını sokaklardan toplayıp kendimize, çocuklarımıza yepyeni bir gelecek yaratacak planımız BARIŞ...
Plan yapmayın bu saatten sonra komutanlarım, sökmez Hakkari'mizde... Artık büyüdü çocuklarımız... (EÇ/NZ)