Bu arkadaşım Türkiye'nin en yetenekli bilgisayar programcılarından biridir. Sadece Unix, donanım ve networking bilgisiyle değil, o bilgileri kullanarak uygulama/çözüm geliştirebilme kapasitesiyle, "hayalciliği" ve "icatçılığı"yla, sıra dışı biridir.
Sözünü ettiği yabancı Internet şirketi, Internet'in sağlam yapılarından biri olan, çok işlevsel hizmetler veren, her gün milyonlarca Internet kullanıcısının duasını alan bir şirketti. O şirkete gitmek üzere hazırlıklar yapan arkadaşım ve bir başka arkadaş, List 2000, Türkport ve İxir deneyimlerinden sonra 2001 yılında nihayet işsiz ve oldukça çaresiz kalmışlardı.
Bilişim ve bilgi çağının muazzam bir coşkuyla yaşandığı dünya sanki onlara demişti ki, "Benim size ihtiyacım yok. Ne bilginize, ne yeteneğinize, ne hayalciliğinize ve icatçılığınıza. Gidin ne haliniz varsa görün!" Umutlarını kaybetmeyen ve hayat mücadelesine devam eden arkadaşlarım son olarak cep telefonları için Java tabanlı oyun yazıyorlardı.
"Bir mesleğe sımsıkı sarılan ve yoktan bir şey var etmeye çalışan"dan ziyade "piyasa hokkabazları"na prim veren dünyada hokkabaz olmadan tutunmanın yolları gene de bulunuyor.
İki arkadaşım bu yolda, İxir'deki deneyimlerinden ders almayı da becermişlerdi. O deneyim şuydu: 2000 sonbaharında Yahoo benzeri, çok ağır bir projenin teknik altyapısını tasarlamışlardı. Yabancı bir marka ve teknoloji altında yapıldığında yuvarlak hesap bir milyon dolar yatırım gerektiren bir işi, sadece aldıkları maaş ve en ekonomik donanım çözümüyle taş çatlasa birkaç yüz bin dolara çıkarmayı taahhüt ediyorlardı.
Harekete geçmek için yeşil ışığını bekledikleri birkaç yönetici, kendilerine sunulan tasarım karşısında hayretlere düştükten sonra hemen kendilerine gelmiş ve kısaca "AOL" demişlerdi. "Size teşekkür ederiz, ama biz America Online'la görüşeceğiz."
Sermayeyi yönetenlerin "daha büyük sermaye"ye doğru sürükleyen anafora ulaşmaya can attığı, "the piyasa"ya entegre olmayı "kutsal hedef" olarak gördüğü bu dünyada, kendi piyasasını yaratma çabasının saflık olduğunu o deneyimden sonra gören arkadaşlarım, oyun yazma işinde bir cep telefonu şirketinin anaforuna gönüllü girmişlerdi son. Şimdi biri, düpedüz "gitme"ye, beynini ve enerjisini "piyasa"nın fışkırdığı topraklara sunmaya, anaforun kaynağında yaşamaya hazırlanıyor.
"Borsadaki kâğıdın kadar konuş"
Sermaye piramidinin üstünde değil de altlarında olan bir şirketin piyasa mekanizmalarındaki "delegasyon modeli"ne karşı fazla seçeneği yok. Yani kâğıtları başta New York Borsası, bir takım borsalarda kote bir şirketin poposuna eklemlenmek ve bu şirketin ürün kalitesinden ziyade pazarlama ve dağıtım gücünden kaynaklanan gücüne ve kârlılığına ortak olmak dururken borsalarda esamisi okunmayan, pazarlama ve dağıtım gücü sınırlı bir üretim birimi (şahıs ya da şirket) olarak, ürün kalitesine dayanarak ayakta durmaya çalışmak mevcut ekonomik - politik hayatta kalma kurallarına göre çok anlamlı bir iş olmasa gerek.
Bu kurallara göre, bir "baba" bulup ona eklemlenmek, "birleşme"yle ya da "ortaklık"la veya "bayilik"le yola devam etmek, "baba"nın bir nevi delegesi olarak hayatını sürdürmek, adeta rakipsiz bir model. Adeta bir zorunluluk!
Bu zorunluluğun hüküm sürdüğü bir dünyada, tabii karşı cinsle girdiği ilişkiler ile, hayvanlar ve bilumum dostlar ile girdiği ilişkiler ile, ama hayatının bir sonraki gününü tepeden tırnağa belirlediği için belki asıl mesleği ve üretimi ile varolmaya çalışan bir şahıs için, "demokrasi"nin ya da "politik sisteme katılım"ın anlamı ne olabilir?
Bu şahıs için demokrasi, mesela bir "kültür" meselesi midir? "Kötüler"le "iyiler" arasında geçen ve kendi safını -"kötü" ya da "iyi" olarak yaftalanacağı safı- seçeceği bir savaş mıdır? Yoksa konu, "yarının nasıl ve hangi modele göre yeniden üretileceği"nde nasıl söz sahibi olunabileceği midir? Bu söz sahibi olma ya da olamamada, üretimden kaynaklanan ağırlık ve gücün ne olduğu konusu mudur?
"Kutsal piyasa delegasyonu" (yukarıdan aşağı doğru sermaye örgütlenmesi, rekabetçiliğe karşı parsacılık) modeli ile "demokratik delegasyon"un modelleri arasındaki ilişki ve paralellikler ise üzerinde düşünmeye değer bir konu.
Kutsal piyasa delegasyonu modelinin yarı bilinçli yaratıcılarından Amerikan toplumunda en önemli politik rekabet arenası başkanlık seçimleridir. Bu arenaya başkan adayları "Hoop, işte geldim" diye çıkmazlar. Arenayı ablukaya almış bulunan iki parti, her seçimden önce kendi içinden en az beş - altı aday çıkarır.
Bu adayların yaratabildiği seçim fonları müthiş önemlidir ve söz konusu fonların ana damarını, "sıradan seçmen"den gelen üçer beşer dolarlar değil, en az onar yirmişer bin dolardan başlayan büyük bağışlar oluşturur. Sonra bu adaylar, eyalet eyalet ön seçimlere girerler. Kendi partilerinin delegeleri, onlara oy verir. Delegeler tarafından seçilen delegeler nihayet finalde karşı karşıya gelir.
Bu arada, doğrudan seçime girmiş olsa seçmenden belki büyük oy alabilecek adaylar, örgüt uygun görmediği için, demokrasi sahnesinin kenarına çoktan itilivermiştir.
Yani Amerikan başkanlık seçiminde, halkın adayı olmaktan çok, parti üyelerinin delegelerinin delegesi olmak, teşkilatın güvenini kazanmak önemlidir. Amerikan modelindeki kadar kristalleşmiş olmamakla birlikte, "Batı Demokrasi"sine dahil gördüğümüz politik sistemlerin birçoğunda bu "seçmenden önce teşkilat" motifi bulunmaktadır.
Burada, üstten alta değil alttan üste bir mekanizma olduğu söylenebilir. Kutsal piyasa delegasyonunun tam tersi... Ama teşkilat deyince, fon deyince, alttan üste bir etkiden çok, belirli çıkar gruplarının oluşturduğu üstten alta bir etki değil midir söz konusu olan?
Adayların popülerliği ya da yalıtılmışlığında büyük rol oynayan medya kuruluşları, bir başka üstten alta etki unsuru değil midir? Herhalde bunları dengeleyecek tek şey de, "alttakiler"in kendi çıkar gruplarına sahip olması, medyada "mutfakta çalışanlar"ın tarafsızlık için verecekleri meslek mücadelesidir.
Alttakilerin dağınık ve etkisiz olduğu böyle bir "demokratik delegasyon" modeli, politik sistemin "üsttekiler"i üzecek "kazalar"la, "olağan dışılıklar"la en az karşılaşacağı, en güvenli ve güvenilir sistem olmalıdır. Bu sistemde, politik piramidin altlarında yer alan ve yükselmek isteyen birinin, bir "baba"ya eklemlenmesi herhalde en hayırlı yoldur.
Aile içi delegasyon
2004 yılında, hem piyasa hem de "demokrasi"açısından delegasyon modelinin en saf haliyle uygulanacağı laboratuar olarak seçilen Irak'ta, belli ki ilginç gelişmeler yaşanacak.
Piyasa açısından "laboratuar" olması, az gelişmiş dünyanın en bağımlı ülkelerinde bile dayatılamayan vahşilikteki "kurallar"ın "39 no.'lu Kararname" gibi emrivakilerle bu ülkeye dayatılmış olmasından kaynaklanıyor: Sıfıra yakın kurum vergileri, sıfıra yakın gümrük vergileri, yabancı sermayeye yüzde yüz mülkiyet ve kârın yüzde yüzünü dışarıya transfer hakkı, vs..
Şimdi bu adaletsizliği kalıcılaştıracak, devreyi tamamlayacak adım, hem "39 no.'lu kararname" hem de ülkedeki Amerikan varlığını onaylayıp meşrulaştıracak "demokratik sistem"in tesisi ile atılacak. Sistemin kuruluşu, geçen hafta yüz bin kişi meydana çıkıp doğrudan genel seçim talebini haykırmış olsa da, büyük olasılıkla böyle bir genel seçimle başlamayacak.
Amerika Birleşik Devletlerinin (ABD) istediği model, şu anki kukla "Yönetim Konseyi"nin 18 bölgesel organizasyon komitesine üyeler ataması; bu üyelerin her bölge için birer ön seçim delegasyonu belirlemesi; belirlenen delegasyonların da, bir "geçiş dönemi meclisi"nin üyelerini seçmesi.
Bu meclis ise, kendi içinden yeni "bağımsız" Irak hükümetini çıkaracak. Yasama ve yürütme, 31 Aralık 2005'e kadar yapılması öngürülen doğrudan genel seçimler öncesinde, bir buçuk yıla yakın bir süre, bu meclisin ve bu hükümetin icraatı olacak.
Geçen hafta ABD'de Democracy Now'daki bir radyo programında, Demokrat başkan adayı John Kerry'nin de George W. Bush gibi Yale Üniversitesi'ndeki "Skull and Bones" kulübünün üyelerinden olduğu açıklandı .
Söz konusu kulüp, New England aristokrasisini simgeleyen, seçkin ailelerin çocuklarının ortak değerler (başta sınıfsal, cinsel, dinsel ve ırksal ayrımcılık) ve çıkarlar temelinde güç birliği yaptıkları, Yale mezunu genç gazeteci Alexandra Robbins tarafından yazılanlarla gizliliği büyük ölçüde bozulmuş bir tür dernek.
Robbins radyo programında , ABD'deki en önemli federal kuruluşlardan biri olan Securities and Exchange Commission'ın (SEC) başına Bush tarafından atanan Bill Donaldson'ın bir başka Skull and Bones üyesi olduğunu da açıkladı.
Bu kuruluş, yurtdışında faaliyet gösteren Amerikan şirketlerinin yasadışı işlerini takip eden (ya da çok fazla etmemeyi tercih eden) kuruluş. Amerikan şirketlerinin uluslararası faaliyetlerinde yasa dışılıkların salgına dönüşmesi sonucu 1976'da çıkarılan bir kanun uyarınca kurulan SEC, o günlerden bu yana sadece 50 şirkete ceza vermiş.
Ama asıl güncel olan, 90'larda Nijerya'da hükümet görevlilerine toplam 2.4 milyon dolar rüşvet dağıttığı belirlenen Halliburton'ın o zamanki yönetim kurulu başkanı Dick Cheney için davaya bakan Fransız yargıç Renaud van Ruymbeke tarafından ikraz kararı çıkartılmış olması .
Halliburton yöneticileri, yargıcın "gelip ifade versin" dediği ABD Başkan Yardımcısı Cheney'nin suçun işlendiği tarihte artık şirkette olmadığını söylüyor, ama geçenlerde bir tanık çıkıp rüşvetin 90'ların ortalarında (Cheney'nin yöneticiliği sırasında) verildiğini belirtti.
Ama işte Amerikan demokratik delegasyonu sisteminde, "alttakiler"in de etkinliğini kaybetmesiyle ortaya çıkan "aile içi delegasyon" sistemi bile yaratılmak istenen "ideal Irak modeli"nin yanında bir dikenli gül olarak göze batıyor. The Economist dergisinde "kapitalistin rüyası" olarak nitelendirilen Irak, herhalde "demokratik delegasyon modeli" açısından da dünyada pek çok kişi tarafından gıpta ile izleniyor. (ŞA/BB)