-SHP Genel Başkanı, Hüseyin Ergün'nün bir söyleşide sol üzerine söylediklerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sol tanımına çok değişik kesimler giriyor. Biz kendi sosyalist geleneğimiz açısından bakalım. Sosyalist dünya görüşü içersinde darbeleri mazur gösteren, işçi sınıfı adına darbeyle iktidar olmayı çağrıştıran veya bunu mazur gösteren bir şey var mı? Yok, bunlar hayali tartışmalar. İkincisi Türkiye'deki, bütün darbeleri gözümüzün önüne getirelim, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat'ta ya da 27 Mayıs'ta bizim konuştuğumuz manada bir sol etkiden ya da sol varlıktan söz edilebilir mi?
-Daha çok Doğan Avcıoğlu ekibine yönelik sözler mi?
Tamam da, Doğan Avcıoğlu kendini sosyalist olarak tanımlamıyor. Kendine ait bir görüşü duruşu var, o kendisine Milliyetçi-Devrimci diyordu. Sosyalistler açısından mesele, çoğu kez bunları meşru görüp görmemek, bunlarla taktik bir işbirliği yapmanın manalı olup, olmadığına karar vermekti. Geçmişteki tartışmalar bununla ilgiliydi. Özellikle 12 Eylül'den bu yana, 12 Eylül darbesinin gerçekliği ortadayken ve gerek darbe sürecinde gerek darbe sonrasında sosyalistler askeri diktatörlüğe neredeyse tek başlarına direnmişken; önceki onyıllarda eğer bir eksiklik veya yanlış olmuşsa bile bunu atlayarak, dönüp dolaşıp, bunları bugün gündeme getirmenin ne gibi yararı olabilir? Ben Türkiye'de ayrımın buradan geçtiğini düşünmüyorum. Türkiye'de "darbe iyidir, darbe yoluyla hükümet edebiliriz" diyen elle tutulur bir sosyalist akım yok.
Öte yandan, parlamenter demokrasiden yana olmak zorunlu olarak serbest piyasa ekonomisinden yana olmayı da şart koşmuyor. Çünkü devletçilik veya piyasacılık, parlamenter demokrasi olsa da çeşitli ülkelerin yönetici sınıflarının değişik zamanlarda tercih edebildikleri şeyler. Keynes, ya da Roosevelt solcu değillerdi ama sermayenin yeniden üretiminde kamu girişimciliğine dayalı politikaları savundular. Hüseyin Ergün benim anladığım kadar bugün ancak AKP'nin açtığı yoldan siyaset yapılabileceğini düşünüyor. Bunu da tartışabiliriz, ama benimseme ya da benimsememe hakkımız var. Başka bir yolu savunduğumuz için niçin devletçi ya da demokrasi istediğimiz için piyasacı olmamız şartmış? Kapitalizmin şu ya da bu biçimi eninde sonunda devlet eliyle, politik bir aygıt aracılığıyla uygulanır, sosyalistler ise kapitalizmi ve devleti ortadan kaldırmayı savundukları için mantıksal olarak da tarihsel olarak da devletçi olamazlar. Burada kasten karıştırılan şey devletçilikle kamu çıkarının savunulması. Örneğin devletin demir çeliğe yatırım yapması bir iktisadi politika sorusudur, yapabilir veya yapmayabilir. Ama parasız sağlık, parasız eğitimden ayrımsız herkesin ve kaliteli bir biçimde yararlanması bir toplumsal haktır. Bunu savunuyoruz, özelleştirmeye, hakların piyasalaştırılmasına, deregülasyona karşı koyuyoruz, kamu yararının savunulmasının bize "devletçilik" olarak iade edilmesi çok saçma.
-Bir başka değerlendirme de Mahir Çayan'dan örnek vererek, devrimci mücadelenin devletin ajanları kanalıyla nasıl maniple edildiği iddiası ve sosyalist hareketin tarihe çok ağır eleştiriler var.
Bize söylendiğine göre Yusuf Küpeli Hüseyin Ergün'e ne demiş? "Ben Mahir'e sordum, bizim aramıza çok sayıda MİT'çi karışıyor, sen buna ne diyorsun" demiş. Mahir de, "biz büyük ve etkili hareket olduğumuz için MİT'in aramıza girmeye çalışması normaldir" yanıtı vermiş. Bunda anormal ne var? Türkiye İşçi Partisi'ne polis hiç sızmamış mı? Mahir, makul bir şüpheye makul bir cevap veriyor. Üstelik biliyorsunuz Yusuf bunu yalanladı da...
-Ergün devrimciler kullanıldı yorumunu yapıyor?
Ben şimdi soruyorum devrimci hareketin öncü kadroları arasında bir tane MİT'çi var mıymış? Kimden söz ediliyor bilelim? Aşağıdan kitle hareketine istihbaratçılar sızmış olabilir, sızmıştır da... Örneğin Erdal Gökyüzü gibi bir polis ajanını Yusuf bizzat kendi elleriyle buldu çıkardı saf dışı etti. Dev-Genç gibi binlerce üyesi olan açık kitlesel bir harekette bu tür sızmalar kadar doğal bir şey de olamazdı. Ama bunlar hareketi mi yönetmiş? Bizim tercihimize ve yönelimimize rağmen bize bir şey mi yaptırılmış? Neymiş o?
Doğrusu, 12 Mart müdahalesinin asıl büyük toplumsal gerekçesi 15-16 Haziran 1970'te ayağa kalkan işçi hareketiydi. Herkes hatırlar Genelkurmay Başkanı Tağmaç'ın ünlü sözlerini: "Toplumsal uyanış, ekonomik gelişmeyi aştı." Ergün'ün akıl yürütmesine uyarsak işçi hareketinin darbeciler tarafından sokağa çıkarıldığına yemin etmemiz gerekirdi...
O zaman sormak gerekir, bu kadar yüzeysel, kendi gerçekliğinden koparılmış açıklamalara dayanarak devrimciliğin başımızı eninde sonunda derde sokacağını, hükümetin açtığı yoldan yürüyerek, kapitalizmin içinden giderek, piyasa değerlerini savunarak solculuk yapılabileceğini düşünenler acaba neden AKP'ye üye olmazlar? (EK)