* Fotoğraflar: Perma.
"Siviller GBT sorarken her gece, no sıkıntı tinne. Kurmanci, Suri, Afgani benim. Zencisi kirvem."
"Oynar gelin görümce, damat bir gün ölünce,
Nevin Yıldırım benim kardeş."
"Beyaz yaka değil o, beyaz bir kefen."
Perma, 1990 Kumkapı doğumlu hip hopçu. Son zamanlarda şarkılarındaki politik vurgularla onu tanısak da yıllardır müzik yapıyor. Üstelik tüm kısıtlı imkânlarına rağmen.
Esenyurt'tan Tokat'a, Tokat'tan Kayseri'ye sürüklendiğimiz; hip hop müziğini, feminizmi, Türkiye'nin mülteci politikasını ve seçimlerde oyunun renginin ne olacağını konuştuğumuz Perma'yı dinliyoruz.
Bankacı Perma
Kimdir Perma? Ne iş yapar? Dünyaya nasıl bakar?
Perma bankacı. Uzun süre bu tarz bir işe girmemek için uğraşan biri; ama eninde sonunda koşullar Perma'yı bankacı olmaya zorladı. Hafta sonu boş ve görece daha az mesai saatlerinden dolayı kendine vakit ayırabileceğini düşündüğü bir sektör olduğu için bankacı oldu.
Bankacılığın dışında da müzik yapıyorum. Uzun zamandan beri hip hop müzik alanında üretimlerimi yapıyorum ve o kültürün içerisindeyim.
14-15 yaşımdan beri. Maddi koşullar nedeniyle müzikten zaman zaman kopsam da pandemi sürecinde tekrar profesyonel olarak çalışmalarıma başladım.
Müzik yapabilmek için de para kazanman gerekiyor yani?
Evet çünkü müzikle para kazanmaya, konserler verdiğinde, şarkılarını YouTube'da, Spotify'da milyonlar dinlediğinde başlayabiliyorsun. Tabii yine birlikte çalıştığın şirket onun bir kısmını alıyor.
Ben bağımsız bir müzisyen olarak müzik üretiyorum. Yaptığım bütün klipler, şarkılar, şarkıların altyapıları minimum bütçelerle hazırlanıyor. Çalışarak kazandığım paranın bir kısmını müzik yapmak için kullanıyorum; ama ağırlıklı olarak zaten müzik altyapılarımı eşim Dubi yapıyor.
Evimizde bir stüdyo kurduk, kayıtlarımızı orada alıyoruz. Ya da örneğin arkadaşlarımız ücreti mukabilinde klibimi yapıyor. Tamamen kolektif olarak müziklerimi üretiyoruz aslında.
Savaşarak başardım
"Bulsam" şarkında "Durmadan savaştım yılmadan, söz verdim anneme çıkışı bulucam, oyunun sonunda kazanan olucam," diyorsun. Nasıl bir savaştı bu?
Alevi, seküler bir aile olmasına rağmen geleneksel bir ailede büyüdüm ben. Gelenekselden kastım zaman zaman muhafazakârlıkları olan, korumacı ve bu korumacılığın ucunu bazen kaçıran bir aile. Ama annem hep şunu derdi: Okursan, işin olursa, kendi ayaklarının üzerinde durursan özgür olursun, sen buna odaklan. Ben de bu motivasyonla büyüdüm ve anneme bunun sözünü verdim.
Şimdi bir şey "başardıysam" kendim başardım yani. Savaşarak başardım. Çıkışı bulmam da "hayır" demeyi öğrenerek oldu. Belki okuyanlara garip gelecek; ama babam uzun yıllar pantolon giymeme izin vermedi. Gerçekliğe bakar mısın? Sonra annemle bir araya geldik ve babama karşı bir savaş verdik. Önce lisede pantolon giyme hakkımı kazandım. 16 yaşıma kadar gizli saklı pantolon giymek zorundaydım çünkü!
Sonra devamı geldi. Üniversiteyi kazandım, ardından çalışma hayatında aktif olarak yer almaya başladım.
Hayalindeki iş neydi?
O dönem hayalim daha çok akademiye girmekti. Bir sendikada çalışma fırsatı buldum. Yüksek lisansa kabul edildim, ama bunları yaparken hâlâ şu soruyla karşılaşıyordum: Eve niye geç geldin? Neden oradasın? Niye buradasın? Aslında Türkiye'deki her genç kızın yaşadıklarını yaşadım açıkçası; ama buna çok da boyun eğen bir insan olmadım.
İlk defa 25 yaşımda kendi başıma tatile gitmek istediğimde babamın, "Biz gidemiyoruz tatile, sen kimsin?" demesiyle de ipler koptu ve evi terk ettim. Şimdi 32 yaşımdayım ve artık kimseye hesap vermiyorum. Anneme verdiğim sözü tuttuğumu düşünüyorum yani. Kimseye boyun eğmiyorum. İstediğim şeyler için savaşıyorum, kavga ediyorum. Bazen kazanıyorum, bazen kaybediyorum.
Ne işim var abiyle?
Aynı şarkıda "Bir ablam olsaydı" da diyorsun, abim değil.
Evet bana yol gösterecek bir ablam olsun isterdim. Çünkü ailenin en büyüğü benim. Zamanla şunu fark ettim: Geçmişte yaşadığım ilişkilerimde ve davranışlarımda fazla anaç rollere bürünmüştüm. Buna gerek yokmuş.
Abim olsun istemezdim tabii çünkü benim zaten derdim erkekliğin kendisiyle. Onunla savaş, bununla savaş. Hayatım hep erkekler ve erkeklerin koyduğu kurallarla savaşmakla geçti. Niye bir abi isteyeyim? Ne işim var abiyle?
Şarkı sözlerini takip ettiğimizde bayağı politik bir patikada ilerliyoruz. Bunu tercih etme nedenin ne?
Şarkılarımı hayatta büründüğüm bazı rollerden sıyrılarak yazdığım için bu politik hat hakim sanırım. İfade özgürlüğüyle ilgili çok da bir problem yaşamadım ailede ama iş hayatında bir role bürünüyorum tabii. İş hayatında konuşamayacağım şeyleri müzikle ifade ediyorum. Yani bir deşarj alanı burası. Çalıştığım sektörde ekstrem bir insan olarak kalıyorum, yani gerçekliğimi yansıttığımda. Ekstrem oluşumu bir şekilde yumuşatarak ifade etmek zorundayım, yoksa patlarım.
Ama o yumuşatmanın da insana getirdiği psikolojik bir sıkışmışlık var. O sıkışmışlığı müzikle aşıyorum ben. Müzik sayesinde özgürce konuşuyorum, duygularımı ifade ediyorum, hakaret ediyorum, küfür ediyorum.
Clark Kent
Ben seni biraz şey gibi düşünüyorum, Clark Kent.
Değil mi! İşyerine spor bir mont, spor ayakkabı, işte kulaklıkla falan gidiyorum. Ama içeri girdiğimde o mont çıkıyor ve kurumsal kıyafetle kalıyorum. Kurumsal bir şekilde konuşuyorum, makyajımı öyle yapıyorum.
Evet yani belki bir Superman değilim; ama ben de kendimce bir şeyler yapmaya çalışıyorum.
Çembere girmemeye çalışıyorum. Birisi şarkım hakkında güzel bir yorum yaptığında, beğendiğinde mutlu oluyorum. Birinin duygusuna tercüman oluyorsam mutlu oluyorum. Zaten bu tür mutluluk veren şeyler olmazsa hayat da geçmiyor.
Minimum bütçe dedin; ancak kliplerin epey üzerine özenilmiş görünüyor. Ve işte detaylar, örneğin 'Rölanti' şarkının klibinde arkandaki Lenin detayı. Yine kıyafetlerin epey dikkat çekici oluyor. Bunlar yüksek bütçe gerektirmiyor mu?
"Rölanti" aslında kendimle iç konuşmam. Bir rüyam o benim. Kurgumun tamamı da öyleydi. O kıyafeti de bir arkadaşımla dizayn ettik. Mahmutpaşa'ya gidip bir korse aldık, tül aldık, püskülcüden bir şeyler aldık ve oturduk diktik. Bence şarkının ruhuna da uydu çünkü Rölanti rüyanın rastlantısallığına dayanan, bir kendinden geçme hali.
Ama bazıları da şey dedi mesela: O seksi poza ne gerek vardı?
Anahtarlar
Peki, politik tutumun müzik piyasasında sorun yaşamana neden oluyor mu? Şundan bahsediyorum, daha geniş bir kitleye ulaşabilir miydin sence gelişine sözler yazsan?
Bu iki taraflı bir şey. Yaptığınız müziği kime yaptığınızla veya ne için yaptığınızla alakalı. Ben de her sanatçı gibi tabii ki şarkılarımı milyonlarca insan dinlesin isterim. Kliplerime yüzlerce yorum gelsin mesela, çok isterim. Ama benim şu andaki mevcut dinleyici kitlemi çeken şey aslında bu tutum.
Tabii bir taraftan da bloklayıcı da. Çünkü az evvel dedim ya mesela, bu sefer de klipte "kadınlığını" ön plana çıkarmışsın gibi yorumlar gelebiliyor. Diğer kliplerimde, örneğin "Elim Belimde"de ya da "Bad Girl' Steppin"de tersine bir dünya kurarak erkeklik rolleriyle dalga geçiyorduk ve kitlem buna alışmıştı.
Kadın olma bilinci, feministlik, o politik duruş çoğu zaman ters tepebiliyor müzik piyasasında. Yani avantajı da var, dezavantajı da. Ama anahtar sizin elinizdeyse çok cool bir şeye de dönüşebilir tabii bu tutumlar. O anahtarı açan da iki şey var: İktidar ve para. Dalgalı bir alan yani burası.
Şarkılarında Nevin Yıldırım'dan, kadın mücadelesinden, işçi haklarından bahsediyorsun ve örneğin Kürtçe kelimelere yer veriyorsun. Yaşadığın yerin, Esenyurt'un, şarkıların üzerindeki etkisi nedir?
Ben Kumkapı'da doğdum. Doğduğumuz mahalle eskiden Ermeni ve Rumların yaşadığı bir mahalleydi. Çocukluk dönemimde paskalyalar kutlanırdı. İlk yaptığım şarkılarda da hep oralardan atışlarım olmuştur. Mesela bir Makri Teyze vardı, Ermeni. Çok güzel çörekler yapardı. Çok küçükken yemiştim; ama hâlâ tadını hatırlıyorum. Haliyle son üç yıldır yaptığım şarkılarda da Esenyurt'un gerçekliğiyle ilgili anlatılar var.
Esenyurt ağırlıklı olarak Kürt nüfusunun olduğu bir yer. Şimdi bu nüfus biraz eridi; ama zamanında neredeyse nüfusun yüzde 80 kadarı Kürt'tü. Komşularımız, çamurdan ev yaptığım arkadaşlarım Kürtçe konuşuyordu. Dolayısıyla Kürtçeye aşinalığım hep vardı. Gündelik hayatta da çok kullanıyorum bu yüzden, işyerinde bile arkadaşlarla "Sorun değil" demek yerine "Sıkıntı tunne" diyebiliyoruz. Bu benim hayatıma da işlemiş bir dil sonuçta.
Şimdi Esenyurt'taki çoğu komşum Suriyeli, Afgan ve Faslı ve hepsinden bir şey öğreniyorum. Örneğin Suriyeli yemeklerini öğreniyorum şu anda. Haliyle Afgan da, Suri de, Kürt de, ailemin inancı gereği Alevi de ben oluyorum. Bu farklılıkların insanı beslediğini düşünüyorum.
Toplumun çoğunda var olan mülteci düşmanlığın aksine yani?
Toplum son 20 küsur yılda maalesef geriye doğru gitti. Sadece dini anlamda değil, kültürel hegemonyanın iktidarın elinde bulundurduğu araçlarla insanları vasıfsızlaştırmasını da kast ediyorum. Toplumumuz giderek basitleştiriliyor.
Ortadoğu coğrafyasında genel olarak siyasi iktidarlar ve ABD'nin müdahaleleri nedeniyle ciddi bir gerileme var. Afganistan'ın 1970'lerine gittiğinde çok farklı bir kültür görüyorsun. Yine aynı yılların İran'ına. Ancak şu an savaşlar ve saldırılar nedeniyle durum tersine dönmüş durumda. Ve bu durum, Türkiye'deki insanları kaygılandırıyor.
Bizim anamız babamız nereden geldi?
Ancak şu gözden kaçırılıyor: Mülteciler de bizimle eşit haklara sahipler ve göç edenler arasında çok yetenekli şairler, ressamlar, mimarlar, müzisyenler var. Mültecilere düşmanlık besleyenler enerjisini şuraya yöneltsin bence: Türkiye'nin neden iyi bir göç politikası yok?
Ve yani aynı mantıkla, zamanında bizim anamız babamız da köyden kendi kültürüyle şehre yerleşip buraları "mahvetti". Bunu da kabullensinler o zaman. Şunu da unutmasınlar ya: Bu insanlar burada çok büyük hak gasplarına maruz kalıyor. Ucuz emek gücü olarak çalıştırıyorlar.
Esenyurt'taki komşuluk ilişkilerimden biliyorum; o Özbek, Afgan kadınlar rezidansların üst katlarından "düşüp" ölüyor. O kadınların düşmediklerini biliyoruz. Ki o yüksek binalardan düşen Türk kadınların "dahi" hesabı sorulmuyorken, bu kadınların hesabını kim sorabilir? Kim mülteci kadın ölümlerinin peşine düşer?
Yeni teklin "Çeke Çeke"yi yayınladın bir hafta önce. Bir aşk şarkısı bu ve şarkıdaki eşlikçin de Ouzey Duboiz de partnerin. Duboiz'in de bir göçmen olması seni etkilemiş olabilir mi?
Tabii. Bu gerçeklik benim bir parçam olmasaydı belki bu kadar insani bir taraftan bakmayabilirdim bu soruna. Ya da bakadabilirdim. Bilmiyorum ama gördüğüm şeyler beni çok fazla etkiledi. Partnerimin yabancı olması bu deneyimi daha derinden yaşamama neden oldu.
Dubi'yle 2021'in temmuz, ağustos ayında müzik vasıtasıyla tanıştık. Onun çalıştığı stüdyoya kayıt almak için gittim. Bir de şarkı yapacaktık. Arkadaşlıktan sevgililiğe dönüştü ilişkimiz. Ama zaten ilişkimizin altıncı ayından itibaren sorunlar kendini göstermeye başladı.
Geri gönderme merkezi
Ne gibi sorunlar?
Kaldıkları bir stüdyo vardı. Kontrat süresi gelince ev sahibi çok fahiş bir rakamla evi kiraya vermek istedi. Daha doğrusu artık bu fiyattan kalacaksın dedi ve bunu bir Türk'e yapamayacağını biliyor.
Anlaşma sağlanamadan şak diye elektrikler kesildi, su kesildi, doğalgaz kesildi, o kesildi, bu kesildi. Öyle olunca da Dubi ve arkadaşları kapının önüne kaldı. Ev aradık ve uygun fiyata bulamadık tabii. Beş-altı ay boyunca birkaç erkekle bodrum kat sayılabilecek nemli, rutubetli, korkunç bir evde kaldı.
Stüdyosu da elinden gittiği için inşaatlarda çalıştı ve bir ton ayrımcılığa maruz kaldı. Sırf siyah olduğu için oradaki adamlar cinsel organının boyutuna varana kadar sorular sordular ona. Bu süreçler aşıldı ve tam işlerimiz yoluna girdi derken Dubi, geri gönderme merkezine gönderildi. Çok zorlu bir 40 gün yaşadık. O dönem Ümit Özdağ çok fazla çığırtkanlık yapıyordu ve o kızgın süreçte Dubi de Tuzla'ya alındı.
Tuzla'dan sonra neler yaşadınız?
Aradım, taradım, bulamadım. Bir hafta boyunca haber alamadım Dubi'den. Tuzla'dan Tokat'a, Tokat'tan Kayseri'ye götürmüşler. Arkadaşlarıyla beraber üç gün boyunca bir basket sahasında bekletmişler. Yağmur yağmış üstlerine. Islanmışlar, hasta olmuşlar. Bir hafta sonra bana ulaştığında ben de onu görmek için gittim.
Geri gönderme merkezinde yaşananlar zaten korkunç. Suriyeli, Afgan, Özbek kadınlar kapıda bekliyorlar eşlerini ve çoluk çocuk dışarıdalar. Her hallerinden yoksulluk, çaresizlik akıyor. Avukatlarımızın desteğiyle, benim sosyal medyada çıkardığım seslerle aldık Dubi'yi ama sorunlarımız hâlâ sürüyor. 2022 Kasım ayında evlendik biz ve şimdi de buna "sahte evlilik" dedikleri için üç aydır Gambiya'da Dubi.
Böyle bir sarmalın içerisinde bizim ilişkimiz. Ve bu işin kötü olan tarafı ama Dubi'yle olan ilişkim çok farklı. Yani Dubi dediğimde aklımda hep naif ve iyi şeyler gelir benim. Böyle endüstriyelleşmiş, vahşi kapitalizmin olduğu bir toplum içerisinde hep böyle tetikte, sürekli tırnaklarımı çıkarmış bir vaziyetteyim. Hep biri bize vuracak ve kendimizi nasıl koruyacağız şeklinde bir hayat yaşıyoruz.
Müzik yapmak da sınıfsal
Klişe bir soru fakat ne yazık ki hâlâ yakıcı bir gündem müzik piyasasında kadın olmak, üstüne bir de hip hop dünyasında kadın olmak. Nasıl bir deneyim bu?
hip hop dünyasında kadın olmak görünürlük açısından çok zor. Daha çok erkeklerin popüler olduğu bir piyasa. 2004-2005'lerde kadın hip hop sanatçısı el üstünde tutuluyordu. Bir parti olduğunda mutlaka bir kadın sanatçıya yer vermek istiyordu insanlar. Böyle bir kültür vardı ve biz de kadınlar olarak o kültürün içerisinde kıymet görüyorduk açıkçası. Bugün gördüğümüz kıymet benim için bir soru işareti.
Ama zaman zaman kadın olmak seni bir tık ön plana da atabiliyor; ama bunun için de yine güçlü erkeklerle bir arada olman gerekiyor. Yani ben Ezhel'le, Gazapizm'le bir şarkı yapıyor olsam muhtemelen çok ünlü bir sanatçı haline gelirim. Kadın bir arkadaşımla yan yana geldiğimde de o ilgiyi çekmem. Ki geldim Harpya ile. 60 binde kaldık Spotify listelerinde.
Dolayısıyla erkeklerin egemen olduğu bir piyasa ve sizin de "satan" bir erkekle işbirliği yapmak halinde olmanız lazım. Kendi başına "satman" için de iyi bir network'ünün olması lazım. Ben bankada çalışan bir insanım, benim o network'ü yapmaya vaktim yok. O yüzden müzik yapmak da sınıfsal.
Peki, müziğin kalitesi?
Ona hiç girmesek! Eskiden radyoda Ahmet Kaya da dinleyebiliyordunuz, Selda Bağcan da. Şimdi onları dinleyemiyorsunuz. Tek tipleştirilmiş bir müzik dünyası var. Bu hip hop için de geçerli. Herkes birbirine benzer müzikler yapıyor. Zaten ana dağıtıcılar piyasaya hakim olduğu için şarkılarınız hangi kalitede olursa olsun Spotify isterse dinleyecinin önüne düşebiliyorsunuz. Yani dinleyiciye ulaşmanın yolu da para basmaktan geçiyor.
"Pîro dedem"
Önümüz seçim ve senin de seçimlerine dair pek çok sözün olduğunu görüyoruz. Perma kime oy verecek?
Ben Pîro dedeme oy vereceğim ya. Dedem gibi buluşma saati veren Kemal Kılıçdaroğlu'na vereceğim oyumu. İster istemez...
Neden?
Çünkü kötünün iyisi ve toplumdaki kabadayı lider figürünü de kıran biri bence. Toplumun bu kabadayılardan kurtulması lazım. "Beyefendi", "hanımefendi" insanlara, erkek dilini konuşmayan kadınlara, sürekli sopa gösterip tepeden bakmayan daha eşitlikçi, daha eleştiriye açık liderlere ihtiyacımız var. Kemal Kılıçdaroğlu bunu full karşılıyor mu, karşılamıyor mu? Orası tabii ki bir muamma; ama yani Muharrem İnce'ye oy vermektense Kemal Dede'ye oy vermeyi tercih ederim.
Zaten başka da bir alternatif görünmüyor. Gönül isterdi ki genç, dinamik, erkek gibi konuşmayan bir kadın aday olsun. Ama sonuçta kapitalist bir toplumda ve neoliberal bir çağda yaşıyoruz. Maalesef seçimlerimiz ne kadar radikal olursa olsun mevcut koşullar bizi kötünün iyisini seçmeye yöneltiyor.
Ama asgari düzeyde de olsa beklentilerim var tabii: İstanbul Sözleşmesi'ni daha çok duymak gibi. Yani bana artık yeni evliyim dediğimde iş görüşmesinde çocuk yapıp yapmayacağımı sormasın kimse. Ya da sadece başörtülü olduğu için arkadaşımın kurumsal firmalarda işe alınması engellenmesin.
Biz kadınların ar, namus, namussuzluk üzerinden ayrıştırılmadığı, LGBTİ+'ların düşmanlaştırılmadığı, hayvanlara eziyet edilmeyen bir toplum istiyorum yani. Eşit işe eşit ücret istiyorum. Çalışma saatlerinin bu kadar yüksek olmadığı bir toplum istiyorum. Çok mu?
(TY/AÖ)