Müzenin bir odasının yenilendiğini öğrenince, hanedanın son fertlerinin yaşadığı muhteşem malikhaneyi görmek, koklamak ve ailenin Türkiye'ye dayanan köklerinden izler aramak için yola çıkıyorum. Müzenin yöneticisi Marie-Noel de Gary ve "Camondolar" adlı kitabı Nora ile birlikte yazan koleksiyonlar sorumlusu Sophie, beni inanılmaz bir sıcaklıkla karşılıyor ve biraz da sitemle, Türk basınının şimdiye kadar müzeye hiç bir şekilde ilgi göstermediğini söylüyorlar.
Müzeyi, ziyarete kapalı olduğu bir günde sadece benim için açıp, sergilenmeyen parçaları bile gösteriyor ve uzun izahatlar veriyorlar. Bu "ev-müze"de çalışa çalışa, ikisinin de artık ailenin bir ferdine dönüştüklerini, Abraham, Nissim ya da Rebecca'dan birer akraba gibi söz ettiklerini fark ediyorum.
Yok olan bu parlak ailenin son bireyleri Fanny ve Bertrand'ın toplama kampında katledildiklerini anlatırken ikisinin de gözleri doluyor.
"Düşünsenize" diyorum Sophie'ye, "500 yıl önce, Yahudi düşmanlığından kaçarak İstanbul'a sığınan Camondolar, asırlar sonra yeniden Avrupa'ya yerleşmeye karar vermeseydi, ailenin son nesilleri, yine Yahudi düşmanlığına kurban giderek Auschwitz'de ölmeyeceklerdi."
Doğunun Rotschild'leri Camondolar, 15. yüzyılda Kraliçe Isabella tarafından kovulup, II. Beyazıd tarafından Osmanlı İmparatorluğu'na davet edilen ailelerle birlikte İstanbul'a yerleşirler. Önce ticarette, ardından da finans dünyasında son derece başarılı olan ailenin fertleri, Tanzimat'ın mimarı olan üst düzey bürokratlara danışmanlık yaparlar. 1832 yılında muhteşem bir servetin başına geçen Abraham - Salomon, "Üstad-ı Azam" unvanını alarak, İftihar ve Mecidiye nişanlarıyla taltif edilir.
Camondolar, Galata ve Pera'da edindikleri gayrı menkulleriyle de İstanbul'a damgalarını vurmuşlardır. Ailenin izlerini taşıyan, Galata'daki birçok yapının yanı sıra, malikanelerinden banka binalarına inebilmek için yaptırdıkları merdiven bugün de Camondo merdivenleri olarak anılıyor.
Ayrıca, Peralı sosyetenin "Avrupai tarzda eğlendiği" tiyatroları Alkazar, Boğaz'ın çeşitli yerlerinde bulunan köşk ve yalıları da, ailenin, son derece rafine bir hayat tarzının öncüleri arasında olduğunun bir kanıtı. Tüm bunlara ek olarak da, okul, hastane gibi hayır işlerine de her zaman önem vermişler.
Ancak bankerlerin devletle ilişkilerinin gitgide güçleşmesiyle, yeni neslin temsilcileri Abraham ve Nissim kardeşler Paris'e yerleşecek ve Babıali'yle yaptıkları operasyonları buradan yöneteceklerdir.
Son derece iyi Fransızca konuşan, kültürlü ve çekici gençler, Paris'e gelir gelmez aristokrasiyle içli dışlı olmanın, cazip ve şaşaalı bir hayat sergilemenin işleri açısından ne kadar önemli olduğunun farkına vardılar.
Paris sosyetesinin mensubu olabilmek için sergiledikleri estetik zevkleri gerçekten de inceydi Kamondo biraderlerin. Derhal, Paris Operası'na abone, seçiciliğiyle tanınan özel bir kulübe aza oldular.
Belki de bu "kabul edilme" arzusuyla, bundan sonra iki kardeşin mektuplarında asla geride bıraktıkları İstanbul'a özlem duygusuna rastlanmaz.. Her ne kadar geçmişlerini yok saymaya niyetli olmasalar da, Nissim ve Abraham, bundan sonra tamamen "alafranga" bir hayata yöneleceklerdi. Fransız kültürüne duydukları hayranlığın da etkisiyle, Paris'e hemen adapte olacak, finans bilgileri, eğlenceli kişilikleri ve av partileri ve koleksiyonculuk gibi tamamen elit tabakaya özgü zevkleriyle davetlerin aranan isimlerine dönüşeceklerdi.
İşte bu haleti ruhiye içinde Paris'te dayayıp döşedikleri evlerde, birkaç halı, sahan, gümüş ve bir nargile dışında, İstanbul'dan bir iz aramamak gerektiğini anladım.
Monceau Parkı'nın kenarında yaptırdıkları muhteşem evdeki, tek işlevi Sevr porselenlerini sergilemek olan odada, hiç değilse bir-iki Türk çinisini gözlerim boşuna aradı.
İki kardeş, titizlikleriyle, gerçekten de koleksiyonculuğun püf noktalarını öğrenip, malikanelerini, en önemli galeriler ve müzayedelerden topladıkları parçalarla doldurmayı başardılar.
Bu arada da, Doğulu yanlarını, dönemin modası olan Uzakdoğu eserleri koleksiyonculuğuyla tatmin ettiler. Bu dönemde Camondoların evlerindeki davetlerin ihtişamı, yemek ve şarapların lezizliği, çiçek düzenlemeleri, davetlilerin isimleri, sahip oldukları atların ve arabaların güzelliği sık sık gazetelerde yer alır.
Artık Camondolar da, kışın Paris'te, yazın Cote d'Azur'de "ekabir alemin" bir parçası olmaya hak kazanmışlardır. Ömürleri boyunca Siyamlı ikizler gibi her şeyi birlikte yaşayan iki kardeşin aynı yıl ölmesiyle, İstanbul'dan göç eden nesil, yerini Paris'te yetişen nesle bırakır.
Bundan sonra da, müzayedelerle yavaş yavaş parçalanan eşyalar gibi, aile de parçalanacak, son fertlerinin de II. Dünya Savaşı'nda kamplara düşmesiyle Camondo ailesi tamamen sönecektir.
Camondoların, bu çok özel kaderlerini kısacık bir makaleye sığdırmaya çalışmak o kadar zor ki, meraklılara, Nora Şeni ve Sophie le Tarnec'in birlikte yazdıkları ve İletişim Yayınları'ndan çıkan "Camondolar" adlı kitabı hararetle tavsiye ediyorum. (SE/BA)