Erkek egemen bilinen sporlar içinde çocuk yaşlarda tanıştığım tek branş teyzemin hipodromda çalışmasından doğru, İzmir'deki at yarışlarıydı. Dolayısıyla bu toprakları uzun yıllardır bir fenomen halinde takip edilen futbol mevzusuyla bir kan bağım yoktu. Futbol bilgim sokakta oynarken öğrendiğim takımlardan ve o dönemin meşhurları Rıdvan Dilmen ve Tanju Çolak'tan ileri de gitmezdi zaten.
Babamla birlikte Fenerbahçeli olmaya karar verdim
Ama ne zamanki iş ilkokul sıralarına geldi, işte o zaman ben de babamla birlikte Fenerbahçeli olmaya karar verdim. Babam aynı zamanda nedenini asla anlayamadığım bir şekilde Sarıyerspor taraftarıydı. Ben sanırım bilinilirlik üzerinden hareket edip Fenerbahçe'yi tercih ettim. Ancak yine de oturup bir maçı baştan sona izlemişliğim yoktu... Soran olursa Fenerli olduğumu söylüyordum, o kadar...
Sonra ortaokula başladım ve aşık oldum... Aşk hayatımı afişe etmek değil niyetim, sadece futbolla bağlantımın aslında hayatımdaki erkekler üzerinden şekillendiğini anlatmak... Ortaokulun ilk yıllarıydı, yıllardır kendine Fenerbahçeli muamelesi yapan bendeniz ufak bir aşk macerasının ilk anında hemen fedakârlığımı yaptım.
O güne kadar elbette kadın-erkek ilişkilerinde taviz vermemem gerektiğini öğrenmiştim ama sanırım Fenerbahçe bana çok da taviz gibi gelmedi, hoop saniyesinde Galatasaraylı oluverdiğimi arkadaş kamuoyuna açıkladım.
Babama Galatasaray'a geçişimi Fenerbahçe tribününde açıkladım
Aslen çok bir futbol alakası olmasa da, ev ahalisine durumu açıklamam hatırladığım kadarıyla biraz uzun sürdü. Açıklama zamanı içinse oldukça kötü bir günü seçtim. Babam nedendir bilmiyorum, muhtemelen ben kafasının etini yediğim için, maça giden bir adam olmadığı halde bir gün beni Fenerbahçe-Galatasaray maçına götürdü.
Hayatta stadda izlediğim ilk maçtı. Hafta içi olduğunu hatırlıyorum, çünkü stada okul çıkışı, formayla gitmiştim. Muhtemelen bir kupa maçıydı ve etraf sinirli Fenerbahçelilerle doluydu. 80'lerin sonuydu ve şimdilerde olduğu gibi stadlarda çocuk ya da kadın görmek alışıldık bir manzara değildi. İki saatlik maçta küfür haznemin oldukça genişlediğini anımsıyorum.
Ancak maça dair asıl akılda kalan benim sevgili babama takım değiştirdiğimi söylemek için bu maçı seçmiş olmamdı. Maçın ortalarına doğru Fenerbahçe tribününde Galatasaray diye bağırdığım ve olası bir kavganın zorlukla engellendiği hala birileri tarafından sıkça anlatılan bir çocukluk anısı. Böylece Fenerbahçelilikten Galatasaraylılığa geçişimi bir tribünde açıklayarak tarihe de geçmiş oldum.
Futbolla ilgim en fazla iki futbolcunun adını bilmekten öteye gitmedi
Ardından uzun yıllar boyunca Galatasaraylı kaldım. Lisede okuduğum yıllar Galatasaray'ın özellikle Avrupa'da tozu dumana kattığı yıllardı. Kupa maçları sırasında okul kırıp defalarca Ali Sami Yen'de maç izlemişliğim var. Ancak bütün bu futbol deneyimim aslen benim için sadece bir sosyalleşme yöntemiydi. Zira futbolla ilgim en fazla iki futbolcunun adını bilmekten öteye gitmedi, belki bir de teknik direktör tanırdım.
Üniversite yıllarında ise başımın belası komün halinde yaşadığımız sevgili alt komşularımın bilgisayarda oynadıkları menajerlik oyunu oldu. Bütün bir hafta sonu maç izledikleri yetmezmiş gibi bir de kalan günlerinde kendilerine takımlar kurup, saatlerini bilgisayar karşısında geçiriyorlardı.
Ben de kendime başka bir eğlence geliştirdim, adını beğendiğim ama kim oldukları konusunda en ufak fikir sahibi olmadığım futbolcuları klüplerine transfer etmelerini istiyordum. O günlerden keşfettiğim pek çok "güzel isimli" futbolcu şimdilerde dünya futbolunu sallıyorlar, Owen gibi, Shevchenko gibi...
"hiii, ezdi güzelim adamı..."
Aradan yıllar geçti. Bundan birkaç yıl önce şimdilerde kocam olan zatla birlikte hasbel kader bir maç izlemek durumunda kaldım, Diyarbakır'da, koca bir restoranda, tek kadın olarak İngiltere-Türkiye milli maçını üstelik...
Futbolla ilgim neredeyse yerlerde süründüğü için elbette, ne maçın öneminden haberim vardı, ne de futbolcuların kim olduğundan. Maçın ortalarına doğru meşhur olması vesilesiyle bildiğim İlhan Mansız, benim ilk kez maç sırasında gördüğüm ve pek yakışıklı bulduğum İngiltere Milli Takımı kalecisini düşürdü ve üzerine bastı, ben de bütün şimşekleri üzerime çekecek ani tepkiyi vermiş oldum böylece "hiii, ezdi güzelim adamı...". Kafamı kaldırdığımda bütün salon bana bakıyordu, o anda anladım ki, eğer mevzu bir milli maçsa karşı takımdan bir adamı yakışıklı bile bulamazsın... Bilmemek değil, öğrenmemek ayıp elbette.
Hızlandırılmış futbol eğitimi de işe yaramadı
Bu maçla birlikte şimdilerde kocam olarak andığım zat, futbol konusunda acil bir eğitime gereksinimim olduğu kanaatine vardı ve beni acil kampa aldı. Uçak yolculuklarında peçetelere çizilen ufak sahalarla ofsayt eğitimi aldım, işe yaramadı, Fanatik ve Fotomaç okumaya zorlandım, işe yaramadı, en sonunda çözümün beni stada götürmek olduğuna karar verildi.
İlk maçım yine bir Avrupa kupası maçıydı, bizim bey fanatik Beşiktaşlı olduğundan bu kez adres İnönü stadı oldu. İnönü Stadı ve Beşiktaş taraftarı hakkında hızlandırılmış bir kurs aldım bir gün içinde. "Çarşı savaşa da karşı" sloganıyla Beşiktaş taraftarına sempati beslemem sağlandı, futbolcu isimleri hatmettirildi, ejderha şapkası olarak anılan çıngıraklı bir Beşiktaş şapkası edinildi ve stada gidildi.
Soran olursa stat Beşiktaşlısı olduğumu söylüyorum
İlk maçımda şanslıydım, Beşiktaş kazandı. Ardından başka maçlar da geldi elbette, stat dâhil her yerde Galatasaraylı olduğumu söylemeye devam ederek İnönü yollarını, girilmez pislikteki tuvaletlerini, merdivenlerini ezberledim.
2005-2006 futbol sezonuna gelindiğinde ise bu kez kendime bir kombine kart almaya kadar gitti iş. Bizim beyle birlikte sene başından toplam iki maça gitmiş, birinden de soğuk yüzünden ilk on dakika yüzünden çıkmış olsam da, cüzdanımda taşıdığım pembe renkli bir Beşiktaş kombine kartım var.
Ancak bütün bu Beşiktaş ve İnönü stadı bağlantıları benim hala bir Galatasaraylı olduğum iddiamı çürütmüyor. Soran olursa stat Beşiktaşlısı olduğumu söylüyorum, aslen Galatasaraylı olmaya ise kendimce devam ediyorum.
Futbol macerası içinde verdiğim tek bir yanlış karar: Digiturk
Futbolla ilişkim ilerledi mi diye sorarsanız, hayır, hala 22 adamın bir topun peşinde koşmasının ve yüz binlerce insanın bu izliyor olmasının mantığını çözebilmiş değilim. Ama stada gitmenin eğlenceli olduğuna ikna oldum, zira maçtan ziyade kendinden geçen insanları izlemek çok eğlenceli ve komik, herkes maç izleyip stres atarken, ben onları izleyip stres atıyorum...
Bütün bu futbol macerası içinde verdiğim tek bir yanlış karar var, o da bundan birkaç ay önce baskılara boyun eğip eve Digiturk almış olmak... zira o zamana kadar neden bilmem hala sadece maç izlemekten ibaret olacak zannediyordum mevzu, öğrendim ki aslen bu iş saatler süren yorumlar, görüntülerin tekrarı, eski futbolcuların "şu şöyle olmuş" lafları ve bitmek bilmeyen hakem tartışmaları ile aslında insanın hayatını kapsayan bir iş...
Yine de evde sakin bir hayat ve mutlu bir evlilik istiyorsam, her hafta Beşiktaş'ın kazanmasını istemek durumundayım, malum mutluluk söz konusu, bunun teslim olmakla falan ilgisi yok...(ÇM/KÖ)