Geçen hafta ABD'de gerçekleştirilen saldırılar yaygın olarak ikinci Pearl Harbor olarak nitelendi. Karşılaştırma, ABD'nin masumiyetine ve yabancı saldırganların apansız savaş ilan edişlerine göndermede bulunuyor. Ama tıpkı ABD'nin Pasifik'teki filosunun 60 yıl önce bombalanışında olduğu gibi son saldırılar da her iki tarafın yanlış hesaplarından kaynaklanıyordu.
Ve sonuçlar, tıpkı Pearl Harbour'daki gibi her iki taraf açısından da devasa olabilir.
Varsayım- ne kadar akla yakın görünürse görünsün bu hala bir varsayım- o ki, bu kez "öbür taraf" İslamcı radikaller.
Yanlış Hesap Pearl Harbor'dan dönmüştü
2400 asker ve sivilin hayatlarını kaybettiği Pearl Harbor, yalnızca İngilizlerin Kongre binasını ateşe verdikleri 1812'den o güne değin yabancı güçlerin ilk kez ABD topraklarına saldırıda bulunmuş olmasından ötürü bir dönüm noktası teşkil ediyor değildi.
Bu saldırı aynı zamanda ABD'nin 150 yıldır süre giden izolasyonizmine (dünyanın gidişatına yön vermekten uzak duruşuna) son veriyor ve Washington'u II. Dünya Savaşı'nın ortasına atıyordu. Ama II. Dünya Savaşı Hiroşima ve Nagazaki üzerine atom bombaları atılmasıyla son bulacak ve savaş-sonrasında daimi bir ulusal güvenlik devletinin kuruluşunu gerekçelendirecekti.
Salı günü gerçekleşen ve kurbanlarının hemen hepsi sivil olan 5 bin kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırıların benzer etkileri olup olmayacağını göreceğiz. Bilim adamları ve politikacılarca Pearl Harbor benzetmesinin sık sık yapılmasıysa bu saldırıların tüm dünya ve ABD için beklenmedik sonuçlar vereceğini ima ediyor.
Bu kez de baskın basanın
Washington bu kez de Pearl Harbor'da olduğu gibi çok geniş istihbarat gücüne karşın, tam anlamıyla baskına uğradı.
Gerçi, bir tür saldırı olacağına ilişkin ipuçları vardı ama yetkililer hedefte yolcu uçaklarının ve Amerika kıtasındaki büyük yapıların değil, Kenya ve Tanzanya ve Cole muhribi örneklerindeki gibi deniz aşırı ABD tesislerinin olacağını varsayıyorlardı.
Her ne kadar istihbarat ve karşı-terörizm uzmanları 1991 Körfez Savaşı'ndan bu yana biyolojik ve kimyasal silahlar türünden kitle imha silahlarının teröristlerce kullanılabileceği uyarısında bulunuyorlardıysa da hiçbir yetkili, baş zanlı Usame bin Ladin'in El Kaide'si türünden İslamcı grupların dört ABD yolcu uçağını aynı zamanda kaçırıp binalara çarptıracak deneyim, personel ve planlama kapasitesine sahip olabileceğini düşünmüyordu. Üstelik sahip olsalardı da böylesine karmaşık bir operasyon nasıl gizli kalabilirdi?
Peral Harbor'da da aynı şey olmuştu. Amerikan kurmayları Pasifik Filosu'na bir Japon saldırısını bir varsayım olarak kabul etmekle birlikte yüksek komuta kademesi bunu hayal ürünü olarak bir kenara atmayı tercih ediyordu. Çünkü onlar göre, Tokyo böyle bir baskını gerçekleştirebilecek hava gücünden yoksundu ve bu güce sahip olsaydı bile miyoplukları (Japon pilotlarının kısık gözlerine bakarak böyle düşünüyorlardı) böylesi bir saldırıyı başarıyla gerçekleştirmek için gereken dakikliği ihtimal dışı bırakıyordu.
Amerikalı kurmaylar Japonların yeteneklerini azımsamakla ne denli hata ediyorduysa Tokyo da kendi hesabına ölümcül hesap hataları yapıyordu.
"Ödlek beyazlar"?
Bir kuşak önce Çin ve Rusya'yı kolayca yenilgiye uğratıp 1930'larda Çin'in geniş topraklarına el koymayı başarabilmiş olmaları Japon askeri liderlerinin ırksal ve askeri üstünlüğe sahip oldukları zehabına kaptırmıştı.
Japon askerleri ABD Pasifik Filosunu felç ederek bölgedeki - özellikle Büyük Asya Refah Bölgesi'ni oluşturmak için ihtiyaç duydukları petrol zengini Hollanda Doğu Hint adaları üzerindeki- egemenliklerini perçinlemek için yeterince zaman kazanabileceklerini sanıyorlardı. Eğer Washington savaşma kararlılığını sürdürse bile, kendilerininkiyle başa çıkabilecek bir donanma oluşturmasının uzun yıllar alacağını düşünüyorlardı.
Beyazları esasında ödlek bir ırk olarak gören Japon kurmaylarına göre, hatta, Pearl Harbour saldırısı ABD'nin özgüvenini öylesine sarsacaktı ki, Washington kaçıp evine saklanacak, "Amerika Kalesi"nin duvarlarını tahkim edip, savaşın bitmesini bekleyecektii.
Elbette, Japonlar ABD tepkisi konusunda tam bir yanılgı içindeydiler. Saldırı, Amerikalıların moralini çökertmek şöyle dursun, bütün ulusu daha önce hiçbir olayda olmadığı kadar birbirine yaklaştırmış ve birleştirmişti.
Saldırının üzerinden birkaç gün geçmeden hemen hemen bütün sağlam erkekler ve hatta askerlik çağına gelmemiş çok sayıda genç askere alınmak için başvurmuştu. "Sinsi saldırı"nın kışkırttığı ahlaki öfke, dört yıl geçmeden Japonya'nın en büyük kentlerinden ikisinin yakılıp yok edilmesiyle sonuçlandı, gerçi bu arada 405 bin Amerikan yurttaşı da hayatını kaybetmişti, o başka.
Ladin de Japonlar gibi yanıldı mı?
Eğer gerçekten geçen haftaki saldırıların gerisinde bin Ladin ve ortakları türünden uç İslamcılar varsa, tıpkı Japonlarınki gibi varsayımlara dayanan yanlış hesaplar yapmış olabilirler.
Tıpkı Japonya gibi onlar da inanılmaz güçlüklerin üstesinden gelerek güçlü düşmanları en başta da Afganistan'da Sovyetler Birliği'ni yenilgiye uğratmışlardı. Onlar da kendilerini moral olarak Batı'dan ve özellikle ABD'den üstün görüyorlar, özellikle Ladin uzun zamandır ABD'yi kağıttan bir kaplan olarak niteliyor.
Arap ülkelerinde geçen yaz yaygın olarak izlenen iki saatlik bir video kasedinde bin Ladin ''dar olanaklarla ve inancımızla modern çağın en büyük askeri gücünü yenilgiye uğratabiliriz," diyordu. "Amerika göründüğünden çok daha güçsüzdür."
Kimi bakımlardan son olaylar bu varsayımı doğrular gibi gözüküyor.
Eninde sonunda ABD bürlikleri Somali'den 18 askerini kaybettiği tek bir çatışmaya girdikten sonrta çekildi. Kosova savaşı Washington'ın ancak ateş menzili dışında savaşmaya istekli olduğunu gösterdi.
Doğu Afrika'daki öldürücü terörist saldırılar yalnızca Afganistan'da eğitim kampları olduğundan şüphelenilen yerlerin ve Hartum'daki bir ilaç fabrikasının birkaç düzine güdümlü füzeyle bobalanmasını kışkırtmakla kaldı. Bunlar Laden'in savaş yeteneklerine kayda değer bir zarar vermeksizin yalnızca İslam dünyasındaki itibarını artırmakla sonuçlanmış görünüyor.
Washington 17 Amerikan denizcisinin ölümüne yol açan ve Laden'in şebekesiyle irtibatlandırılan Cole muhribine yönelik intihar saldırısına da henüz karşılık vermiş değil. Geçtiğimiz Haziran'da Basra Körfez'indeki Beşinci Filo'ya saldırı olacağı söylentileri yayılınca filo denize açılarak saldırı alanı dışına çıkmakta yarar görmüştü.
Bin Ladin ve diğerleri işte bu bağlamda Washington'ın moralini çökertmek ve onu kuyruğunu kıstırarak Körfez'den kaçırtmak için gerekenin ABD'nin ekonomik ve askeri gücünün en önemli iki simgesine en büyük iki kentinin orta yerinde görünür ve öldürücü bir darbe indirmek olduğu yargısına varmış olmalılar.