Pazartesi Dergisi; bir yandan kadın haberciliği yaparken bir yandan da kadın kurtuluş hareketinin bileşeni olarak sürdürdüğü ömründe okur-yazar ayrımı yapmadan birçok kadın için de bir gazetecilik okulu oldu. Okula astığı afişler dışında kamuya açık ilk yazısını Pazartesi'de yazan kadınlardan biriyim. Çünkü Pazartesi benim de hikâyem...
Hikâye tüm Türkiyeli kadınların hikâyesi. Özellikle 1980'lerden sonra Türkiye'deki muhaliflerin susturulmuşluğunun, arayışlarının, bir araya gelme çabalarının içindeki kadınların hikâyesi aslında.
Kadın olarak yaşadıklarının sebeplerini düşünen, tartışan; bir yandan burjuvazi-işçi sınıfı gibi sınıfsal meselelere kafa yorup daha özgür sınıfsız bir dünya için mücadele ederken bir yandan da erkeklerle kadınlar arasındaki eşitsizliği tanımlayan kadınların ürünü Pazartesi... Benim ablalarımın yani...
İlk Taksim'de bir arkadaşımla yürürken, bir grup kadının bir şey dağıttığını görüp merakla yaklaşmıştık onlara. Sene 1995. Bu da nesi? Kadınlara Mahsus Gazete Pazartesi'nin tanıtım sayısını dağıtıyorlardı. Yüzlerinde bir şeyleri tanımlamış, sebeplerini keşfetmiş, kadın kadına bir ürün çıkartmış, isyanlarını başkalarına da duyurmaya çalışmanın mutluluğu, öyle tuhaf aydınlık bir ifade vardı.
Kimdi bu kadınlar? Neredeydiler daha önce? Nasıl yani feministler miydi? Elimdeki iki sayfalık metni okurken, "ama bunlar benim de sorularım ve sorunlarım," diyordum bir yandan da.
Okulda erkek "yoldaş"larımla, özel hayatımda sevgilimle, evde babamla ve annemle yaşadığım, adını koyamadığım şeye patriyarka diyorlardı. Bu bilgi karşısında elim ayağım dolaşmış, artık dünyaya aynı bakamayacağımın kaygısını hissetmiştim. Bu his ben ve benim gibi birkaç kadının daha peşini bir daha bırakmadı.
Yok, olmuyordu. Babamın annemden çay istemesi, yatağını açmayı ondan beklemesi batıyordu bana. Sevgilimin üstü örtük beklentileri, ama bulaşığı niyeyse benim yıkamam artık kavga sebebi oluyordu. "Ne o, sizde bir cadılık başladı, feminist mi oluyorsunuz?" lafızlarını hoş görememeye, arıza çıkarmaya başlamıştım. Dersteki "bilim adamı" lafına takıp, çıngar çıkarıyor, annemle aramda başka bir dilin geliştiğine tanık oluyordum.
Nereden çıktı bu kadınlar böyle? Kafamızı karıştırdılar, duygularımızla oynadılar. Meğer onlar şu vapurda filan mor iğne dağıtanlarmış. Hani tacize karşı. Sonra 1980 sonrası ilk mitingi hem de dayağa karşı bir mitingi örgütleyen, erkekleri de arkada yürütenlermiş. Cezaevinden yeni çıkmış, uzun zamandır içerde olan pos bıyıklı "abi"ler katıldıkları ilk mitingin kadın mitingi olmasına ve arkadan yürümeye içerlemişler biraz tabii. Niye arkadan yürüyorlarmış ki? Birlikte kurtarılmayacak mıydı dünya. Kadın erkek el ele. Evdeki bulaşık da mesele miydi canım? Arada bir yıkarlardı. Toplantılardan arta kalan zamanlarda çocuğa da bakarlardı. Arkada yürüyecek ne yapmışlardı?
O kadınlardı işte. Arada bir gördüğümüz, Feminist'i, Sosyalist Feminist Kaktüs Dergisini çıkaranlar onlardı. Cezaevlerindeki baskılara karşı siyahlı eylem diye eylem yapan, cezaevine girenlerdi. Bizim ödev için kaynak aramaya gittiğimiz Kadın Eserleri Kütüphanesi'ni de onlar kurmuştu. Şimdi de feminist aylık bir dergi çıkarıyorlardı. Büroları Taksim'deydi.
Bir cesaretle bir 8 Mart öncesi gidip onlardan okulda bir şeyler yapmak için akıl istedik. Kaşındık yani. Dergi verdiler bize. Eski sayıları, yeni sayılarını. İlk sayılarında Güneş K. ile röportaj vardı, kapakta da Güneş'in resmi. Hani şu yazar Metin Kaçan ve tv spikeri Alp Buğdaycı'nın tecavüz edip, öldüresiye dövdükleri kadın. Başka bir sayıda Şükran Aydın vardı kapakta. Mardin'de bir karakolda uğradığı tecavüz sonucunda kucağında Kader adını verdiği bebeğiyle çektirdiği fotoğrafıyla...
Dergiler elimizde, çıktık dergiden. Bir de kitap tutuşturmuşlardı elimize. Evlilik Mahkûmları diye. Okuduk, okudukça değiştik, değiştikçe rahatımız bozuldu, duramamaya başladık. Onlara da böyle mi olmuştu acaba?
Yıllar sonra Pazartesi'ye kendi adımla yazmaya cesaret edemediğim bir yazı verdim. Artık başka bir bağım vardı Pazartesi'yle. Tıpkı dergiye abone olan Gül'ün dergiye masraf olmasın diye dergisini her ay gelip elden, bürodan alması gibi. Tıpkı Antakya'dan dergiye mektup yazan çalışmadığı için dergiyi satın alamadığını, köydeki diğer kızlarla birlikte okumak için derginin kendisine ücretsiz gönderilmesini isteyen Koni gibi. Tıpkı Eskişehir'de okurken, "bana dergi gönderin, burada satayım," diyen, sonra bir gün kapımızı çalıp, "İstanbul'a geldim artık, ne yapayım," diyen, yazı yazmaya başlayan Nermin gibi. Tıpkı daha yedi yaşındayken feminist olan annesine yazdığı şiiri dergide yayınlanan Haziran'ın bugün İpek Ongun kitaplarını değerlendiren yazılar yazdığı on yedi yaşı gibi. Tıpkı Beril'in hepimize verdiği imla dersleri gibi...
Yıl 2004 oldu. Anlattığım günlerden bugüne, Pazartesi birçok kadının gönüllü katkısıyla, yazısıyla, satışıyla, arada bir çay içmeye uğramasıyla çıkmaya devam ediyor. Kadınlar için olan her tür gelişmeye karşı yer yer tepki örgütleyenlerin içinde, yer yer Türk Ceza Kanunu (TCK), Medeni Kanun gibi hepimizi ilgilendiren konularda talepleriyle kadın kurtuluş hareketinin bileşeni göreviyle, nesilden nesile, ablalarımız ve bizler ve diğer kız kardeşlerimizle yoluna devam ediyor hâlâ. Ve hâlâ hayatında ilk kez bilgisayarın başına bir dergiye yazı yazmak için oturan kadınlarla... Maddi manevi bütün zorluklara karşı birbirine yaslanarak ve gülümseyerek ve tabii de'leri da'ları nerede ayrı yazacağını unutmadan... (BD/BB)
* Beyhan Demir, Pazartesi yayın yönetmeni