Çok ama çok uzun süren yıpratıcı otobüs yolculuğunun arkasından kendimize yer bulup bir otele yerleştik. Çarşının tam orta yerinde, bir cephesi meşhur Erbil kalesine bakan Kandil Otel'in içi tam anlamıyla mezbelelik. Tıpkı Ankara Ulus'ta, Hergele Meydanı'ndaki sınıflandırma dışı, ucuz, alabildiğine pis oteller gibi; içi çevredeki kebapçı tezgahlarından dolan duman nedeniyle köfte ve bilimum pişmiş sakatat kokan, çarşafları kim bilir ne zamandır yıkanmamış, böceklerin cirit attığı bir tuhaf yer.
Yastık kılıfının üzerine bir tişörtümü çıkarıp geçirdiğimi, üzerimi hiç çıkarmadan büyük bir tedirginlikle yatağa uzandığımı, hiç hareket etmeden sabahı sabah ettiğimi hatırlıyorum. Orada bulunma maksadımız bir süre sonra başlayacak Amerikan işgalini bu ülkede takip etmek, olup biteceklere yerinde tanıklık etmek, izleyiciye/okuyucuya aktarmaktı.
El Nafid ve Erbilspor
Mümkün olan en kısa sürede biraz daha temiz bir otele yerleşmek, en azından banyo yapmak, temiz bir çarşafın üzerinde iyi bir uyku çekmek istiyorduk. Savaş giderek daha da yaklaşıyordu. İkinci gün de kendimize daha iyice bir otel bulamadığımızdan Kandil otelin kendine has lobisinde durumu kabullenmiş oturuyorduk.
Gazetecilik, verili koşullara diğer insanlara göre daha kolay uyum sağlayabilmektir biraz da. Biz de bu gayret içerisinde lobide "L" biçimindeki divan ile koltuk arası bir sedirin üzerine oturup Türkiye televizyonlarının tamamını çeken bir ekranda, yaklaşan Irak işgali ile ilgili Türkiye'de devam eden tartışmaları, sonraki gün (1 mart 2003) günü oylanacak "Irak'a Asker gönderme" tezkeresi ile ilgili haberleri izliyorduk.
Derken televizyon odasının hemen dışında bir hareketlilik oldu. Kırmızı-lacivert eşofmanları, sırtlarında çantaları ile bir grup genç adam, kan ter içinde lobide kayıtlarını yaptırıyordu. Yüksek sesle yapılan Arapça konuşmalardan, kimin hangi odada kalacağına dair bir tartışmanın devam ettiği anlaşılıyordu. Genç adamların arkasından şişman, kısa boylu eli kolu spor çantaları ile dolu, kel ve orta yaşlı bir adam daha girdi içeri.
Sonradan öğrendiğim kadarıyla El Nafid adlı Bağdat takımının malzemecisiydi. Peşi sıra içeri diğerlerine tepeden bakan teknik direktör ve yardımcısı girdi.
Araları uzun yıllardır hiç düzelmeyen Saddam Hüseyin'in oğlu Uday'ın desteğini arkasına alan El Nafid ile Kürt Bölgesi'nden Erbil Spor maç yapacaktı. Odalarına yerleşen sporculardan birisi az sonra gelip bizimle televizyon izlemeye koyuldu. Gayet iyi İngilizce biliyordu.
Etraflıca Bağdat'tan, savaş tehdidinden, Araplar ve Kürtler arasındaki siyasi, sosyal, kültürel münasebetlerden ve ertesi gün oynanacak maçtan bahsettik. Artık o maça gitmek şart olmuştu. Öte yandan tribünü dolduracak KDP'li taraftarlar stadyumu Türkiye karşıtı bir gösterinin merkezi haline getireceği söyleniyordu. Zaten Erbil ve Süleymaniye'de Kürtler hemen her gün Türk askerinin Irak'a gelmemesi için gösteriler düzenliyorlardı.
En ilginç maç
Stadyumun etrafı kalabalıktı. Tıpkı herhangi bir Anadolu kentinde olduğu gibi fırdolayı köfte, sucuk kokuları ve envai çeşit satıcı arasından tribünlere doğru hamle yaptık. İçeride Türkiye karşıtı pankart döviz ve sloganlar dikkat çekiyordu. Tribünler hınca hınç doluydu. Kandil Otel'in gayrı sıhhi koşularına aldırmayan Bağdat takımının genç oyuncuları da tıpkı ev sahibi takım gibi canla başla futbol oynuyorlardı.
Bir yandan işgalin hedefindeki Bağdatlı oyuncular, diğer tarafta Amerikan işgalinin kurtarıcı olacağına kendisini iyiden iyiye inandırmış Kürt yönetiminin desteğini arkasında hisseden Erbilspor, tribünlerde ise maçı boş vermiş ateşli bir kalabalık. Asker göndermesi olası Türkiye'ye yoğun bir protesto... Açık ara izlediğim en ilginç futbol müsabakasıydı.
Bütün bunları neden mi anlatıyorum?.. Savaşın yaklaşık dört buçuk yıldır döktüğü onca kana, Amerikan askerlerinin işgalci postalları altında ezilen ülke toprağına, her gün ölen yüzlerce insana, bugüne kadar hayatını kaybeden, sayılarının 700 bini aştığı tahmin edilen Iraklıların büyük acısına katlanmak zorundaki Irak ulusal futbol takımının Asya Futbol Konfederasyonu tarafından düzenlenen Asya Kupası'nda yakaladığı büyük başarı bana o günleri, bizzat Erbil Stadyumu'nda izlediğim o maçı aklıma getirdi de o yüzden.
Irak finalde
Irak Ulusal Futbol takımı Asya Kupası'nda finale kaldı. Önceki gün golsüz geçen 120 dakika sonrasında penaltıları 4-3 kazanarak yarı finalde Kore'yi saf dışı eden Irak ulusal takımı finale kaldı. Irak'ın Teknik direktörü Jorvan Vieira, takımının Güney Kore'yi penaltılarda yenerek Asya Kupası'nda ilk kez finale çıkmasından ötürü çok mutlu olduğunu söylemiş ajanslara. Eklemiş Irak'ın hocası, "Herkes mutlu çünkü bu zafer bizi finale taşıyor. Biz bunu hak ettik".
Haberi okuyunca aklıma Kandil Otel'de televizyon izlerken sohbet etiğim genç oyuncu geldi. Acaba o da var mıydı takımda, yoksa pek çok Iraklı gibi bombalara hedef olup ölmüş müydü? El Nafid takımından geriye kimler kalmıştı? Şişman kısa boylu malzemeci? Peki ya afra tafrasından yanına varılmayan teknik direktör? Gencecik sporculardan hangisi? İşgal hangilerinin canını almamıştı acaba, ya da bardağın dolu tarafından bakmaya çalışalım, kaçı futbol oynayabiliyordu hala?
Irak, Pazar günü Jakarta'da Suudi Arabistan ile final maçında karşılaşacak. Kaleci Ahmed Jaber, savunma oyuncusu Jasim Al Hamd, orta sahada Salih Al Sadwn, forvette Mohammad Shakrown... Hasılı 24 kişilik kadrosu ile Irak Pazar günü bir maça daha çıkacak. Gollerini atıp belki de gözyaşları içerisinde kupayı kaldıracak.
İkinci bile olsalar, bu çabaları takdire değer. Onlar finalde eminim Irak'ta ölen yüz binlerce Iraklı için oynayacaklar. Belki benimle sohbet eden genç çocuk da gol atacak o gün, eğer çoktan ölmediyse. İşte bu yüzden pazar günü, tıpkı 2003'ten beri her gün olduğu gibi yine "hepimiz Iraklıyız". (BT/EK)