Bu söz kulağıma küpe olmuştu, torunlara birisini suçlarken meseleye biraz daha farklı bakmanın yararlarından bahsediyordum ki bizim işten bir örnek vermek geldi aklıma... Sabah Gazetesi'nin 6 Şubat tarihindeki manşeti " Gazeteciliğin Yüzkarası" idi. Efendim; işler biraz kesat gidince kameraman almış eline kamerayı haberini kendi yaratmış.
Sabah diyor ki; "Kapkaç dehşeti, kameramanın tezgahı çıktı", İzmir'de "yerel bir kameramanın elemanı kapkaç yaptırmak için adam tutmuş", haberden anladığımız bu. Dedim ki bizim torunlara "bakın bu kameraman tabii ki doğru bir iş yapmamış, onun iş ahlakını tartışmaktan çok meselenin vukuu bulduğu şartlara göz atalım, tabii torunlar ben "vukuu", "şartlar" dedikçe içerisinde envai çeşit ecinnilerin geçtiği bir masal anlatıyorum sandı ama o başka mesele.
Birinci Körfez Savaşı, ikincisi?
"Bir kere gazetecilik" zor bir iş oldu, geçinmeye çalışacaksın, işten atılmamak için didinip duracaksın, yanı başındaki arkadaşın hakkında "aman bana bir şey olmasın" diye türlü dalavere yapacaksın, sendikanı alıyoruz, 212. Maddeye tabii değilsin diyecekler, sesini çıkarmayacaksın, muhabirin yaptığı haberi tencere tava promosyonun arasına sıkıştıracaksın.
Patronun kim olduğunu, hangi işleri takip ettiğini bileceksin ki "yanlış haber" yapmamaya özen göstereceksin velhasıl mürettiphanelerin mürekkep kokuları arasında gazetecilik yapmakla o kameramanın yapmaya çalıştığı gazetecilik arasında epey bir zaman geçtiğini anlattım...
"Eeee" dedi bizim küçük torun, aldım elime 4 Şubat tarihli Hürriyet gazetesini bakın dedim Ertuğrul Özkök'ün köşe yazısını okumaya başladım: "Birinci Körfez Savaşı'ndan (ikincisi?) aklıma kalan en müthiş(!!!) fotoğraf şuydu: Iraklı askerler RAI televizyonunun kameramanlarına teslim oluyordu...
"Ördek"? "Ödlek"?
Şimdi Irak yöneticilerinin meydan okumalarına bakıyorum...Yine onu bunu tehdit edip dünyayı ateşe veririz masallarına başladılar. Aynı şeyleri o zamandan söylüyordu, sonucu hep birlikte gördük...
Bırakalım artık bu saçma sapan Orta Şark efsanelerini bir yana ve gerçeklere bakalım.Saddam daha bugünden itibaren fiilen "topal ördek"tir. Irkçılık, dünyayı insan merkezli düşünmekle başlamaz mı? Geçen savaşın artığı ordusu ise "topal ödlek". Bu savaşta mucize bir cengaverlik gösterme ihtimali sıfırın altında sıfırdır.
Türkiye hesabını bu yakın tarih gerçeği üzerine yapmalıdır. Türkiye'nin çok yakında başlayacak olan (ne zaman haber ver de tedarik yapalım) bu yeniden dizayn operasyonunda ağırlığını azaltacak her politikanın bedelini öder...
Ertuğrul beyin ilkokul öğretmenleri
Topal ördek bir diktatör uğruna ne Türkiye'nin müttefikleriyle ilişkisini bozmasının ne de bölgede savaş sonrası dönemde Türkiye'nin ağırlığını azaltacak bir siyaset izlemesinin manası kalmıştır. Bu gerçekler Meclis'e iyi anlatıldığı takdirde, bu ülkenin milletvekilleri bu gerçeklere göz kapamaz. Türkçe'nin berraklığı konusunda Ertuğrul Bey'in ilkokul öğretmenleri sorumludur, bana bakmayın!
"Anane bu adam gazeteci mi" diye sordu ortanca torun, büyüğü akıllı ya!... "Olur mu o asker akıllım, savaşalım, gücümüze güç katalım diyor" dedi, küçük ise "anane anladım ben seni, patronu para için savaş isteyenin muhabiri haber için adam tutar demek istiyorsun" demez mi... Vallahi akıllı çocuklar.
Özkök ya da savaşın ekonomi-politiği
Ertuğrul Özkök eski bir akademisyen, köşe yazarı, Gazetecilikle yakından ilgili bir sanayici örgütünün üyesi, uzun zamandır, yazılarını takip ederim, okudukça "derinden davudi bir sesin yeryüzüne çıktığını" hissettiğim çok olmuştur.
Onun zamanında gazetecilerin işten çıkarılması, rakip gazetelerle bankacılık, kömürcülük gibi esnaf faaliyetlerinde adının geçtiğini çok duydum. Gazetecilerin bırakın sendika kurmasını, en ufak bir ses çıkarmasına dahi izin verilmemiş, sigara içilmeyen, "akıllı binalar"ında güzel güzel işlerini takip ettiklerini de dünya alem biliyor artık.
Neyse dedim bizimkilere, o yerel kameraman, yani "merkezde" oturan büyüklerinin haberlerine bakarak iş yapan kişi, mesela yine Sabah gazetesinde "Küçükarmutlu'da Örgüt yüzünden sokaklara girilemiyor" haberinden sonra insanların öldürüldüğünü okumuş, mesela dedim kendi muhabiri (DHA'ya da haber yapan Sinan Kara) cezaevine girdiğinde sesini çıkartmayanları kendine örnek seçmiş olabilir çocuklar...
Ertuğrul Özkök'ün yazısını okuyan, kimse o yazıya "köşe yazarlığının yüz karası" demeyecek belki ama "balık baştan kokar" sözü de az gelecek doğrusu. Neyse mesele derin, bizim bayram için eş dost ziyareti için hazırlık yapmamız gerekir, hepinize iyi bayramlar sevgili kariiler.(NK)