Manşetteki fotoğraf 9 Mayıs 2018 Çarşamba günü Ankara Beştepe Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde yapılan ekonomi zirvesinden. Fotoğrafta görüldüğü üzere toplantıyı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yönetiyor.
Konuyla yakından ya da uzaktan ilgili bakanlar ise masanın etrafına dizilmiş durumda. Toplantı 2,5 saat sürdü.
Ardından yazılı bir açıklama yayınlandı. Özetle büyüme odaklı politikaya devam edileceği açıklandı. Oysa toplantının yapılma nedeni TL karşısında doların değer kazanmasının bir türlü önüne geçilememesi; 2017 yılı enflasyon oranının 11,92 ve Şubat - Mart - Nisan 2018 enflasyon oranlarının beklentilerin üzerinde çıkması; işsizliğin tek haneli rakamlara çekilememesi gibi ciddi ekonomik sıkıntılardı.
Keza açıklamanın başında hemen bu konu gündeme getiriliyor ve alelacele geçiştiriliyordu:
"Faiz ve döviz kuru baskısını azaltmak, bununla birlikte enflasyonla daha etkin mücadele etmek için gereken tedbirler alınacaktır. Bunun için Merkez Bankası elindeki araçları etkin şekilde kullanmaya devam edecektir."
Buradan anlaşıldığı üzere doların yükselişini engelleyemeyen yaklaşımda ısrar edilecekti.
Kamu kaynaklarının aktarılmasıyla sağlanan büyüme oraklı politikaya da devam edileceği vardı açıklamada:
"Türkiye, büyüme odaklı ekonomi politikaları sayesinde bugünkü seviyesine gelmiştir. Ülkemiz, önümüzdeki dönemde de yine büyüme esaslı ekonomi politikalarıyla yoluna devam edecektir. Büyüme politikalarımızın odağında, kamunun yönlendiriciliği, desteğiyle ve teşvikiyle özel sektör, bulunmayı sürdürecektir."
Özetin özeti ekonomi zirvesinde yeni bir karar alınmış değil. Üstelik hemen bir gün sonra bu kez ekonomiyle ilgili bürokratların katılacağı bir zirve daha yapıldı. Anlaşılan Erdoğan yine masanın başına geçip aynı yolda ilerliyoruz direktifi verecek.
Türkiye seçim hattına girmişken, Cumhurbaşkanı adayları kent kent, kapı kapı gezerken Erdoğan'ın değerli saatlerini ekonomi zirvesinde harcamasının bir nedeni olmalı. Türkiye ekonomisinde iyi gitmeyen şeyler var.
Bu soruların başkanlık rejimine geçme arifesinde olan Türkiye için ne anlama geldiği, çözüm için aslında ne yapılması gerektiği gibi soruları İngiltere York Üniversitesi öğretim üyesi makroekonomist Prof. Dr. Gülçin Özkan'a sorduk.
Özkan sorunları tarif ettikten sonra özetle başlıktaki cümleyi kurdu ve aslında sorunun manşetteki fotoğraftaki yapı olduğuna çıkan yorumlarda bulundu...
Seçim kararı alındığı dönemde Türkiye'nin büyüme oranı hariç hemen tüm ekonomik göstergelerde olumsuz seyir izliyordu. Seçim kararı alınmasında ekonomik krizin eşiğinde olunduğu, işler daha kötüye gitmeden yeni sisteme geçme telaşı var yorumları yapıldı. Bu yoruma ne dersiniz?
Erken seçim kararlarının, Türkiye’de ve dışarıda, hangi durumlarda alındığına baktığımızda ekonomik durumun çok önem taşıdığını görüyoruz. Bunun dışında başarılı olarak değerlendirilen askeri operasyonların da erken seçim zamanlamasında önemli rol oynadığına dikkat çekmekte yarar var. İngiltere’nin Falkland savaşı hemen ardından alınan ve Margaret Thatcher başbakanlığındaki Muhafazakar Parti hükûmetinin zaferle göreve geri dönmesiyle sonuçlanan erken seçim gibi.
Konu ekonomi olduğunda, iktidarlar ya ekonomik performansın çok güçlü olduğu bir zaman diliminde, ya da ekonominin daha kötüye gideceğinin beklendiği dönemlerde erken seçim kararı alabiliyorlar. Buna tersten bir örnek ise İngiltere’de İsçi Partisi’nin 2007’de erken seçim ihtimali gündeme gelmesine rağmen bu yönde karar almaması ve bunun hemen ardından gelen ağır küresel finansal krizin sonrasında aldığı seçim yenilgisidir.
Türkiye’ye dönersek, kamuoyu araştırmaları uzun zamandır ilk kez seçmenin ekonomik kaygıları öncelikler listesinin birinci sırasına koyduğunu gösteriyor. Buna ek olarak bir de ekonomik göstergelerdeki bozulmayı hesaba katarsak erken seçim kararının hiç şaşırtıcı olmadığını görürüz.
Prof. Dr. Gülçin Özkan hakkındaMakroekonomist. Ekonomi politik, uluslararası iktisat, açık ekonomilerin makroekonomisi ve yeni yükselen pazarların ekonomileri üzerine araştırmalar yapıyor. Ekonomi Lisans derecesini Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden; yüksek lisans derecesini Warwck Üniversitesi’nden aldı. Doktora çalışmalarını ise York Üniversitesi’nde 1996 yılında tamamladı. 2000 yılında York Üniversitesi’ne öğretim görevlisi olarak geri dönmeden önce ODTÜ ve Durham Üniversitelerinde görev yaptı. Bulletin of Economic Research dergisinin genel yayın yönetmenliğini, Kalkınma Ekonomisi ve Yükselen Pazarlar Yükseklisans Programının direktörlüğünü ve de York Üniversitesi İktisat Bölümü’nün başkan yardımcılığını yürütüyor. İngiltere’deki en büyük makroekonomist forumu olan “Money, Macro Finance Research Group”un akademik sekreterliğini yapıyor. |
Bir "varsayalım sorusu": Diyelim ki muhalefet kazandı; biliyoruz ki muhalefet parlamenter sisteme dönecek. Bir geçiş dönemi yaşanacak. Bu sürecin ekonomiye yansıması konusunda ne beklemeliyiz?
Öncelikle sunu belirtmek gerek, bu seçim sonrasında seçimin sonucundan bağımsız olarak ekonomi zor bir süreçten geçecek. Ekonomik göstergelerdeki son dönemlerde gözlemlediğimiz özellikle dış dengedeki –hem cari açık, hem döviz kurunda- ciddi bozulma bunu zaten zorunlu kılıyordu. Enflasyon rakamları da sürekli yukarı yönde revize ediliyor. Bunların üzerine bir de devasa bir seçim ekonomisi uygulaması gözlemliyoruz, bunun mali sonuçları olacak ve bunları seçimlerden sonra hep birlikte ödeyeceğiz.
Yukarıda henüz sistem değişikliğinden söz etmedik, oysa 24 Haziran seçimi normal bir seçim sureci değil, potansiyel olarak tamamen yeni bir sisteme geçişe tanıklık ediyoruz. Hem referandum sureci ve sonucu üzerinde tartışmalar devam ettiğinden, hem de tüm muhalefet partilerinin parlamenter sisteme geri dönüş platformunda kampanya yürüttüklerinden 24 Haziran’da bu geçişi bir kez daha oylayacağız gibi görünüyor.
Referandumdan önceki süreçte ayrıntılı olarak değerlendirmiştik, ekonomik performans hükûmet sistemi seçiminden bağımsız değil, hatta ikisi arasında yakın ve tutarlı bir ilişki var. Daha önce bianet’te değerlendirdiğimiz üzere, başkanlık sisteminin ekonomik performans üzerine etkisi oldukça olumsuz. Örneğin, 119 ülkenin verilerini kullanarak bizim yaptığımız bir çalışmada, başkanlıkla yönetilen ülkelerde parlamenter rejimlere kıyasla daha düşük büyüme, daha düşük kişi başı milli gelir, daha yüksek enflasyon ve daha bozuk gelir dağılımı gözlemliyoruz.
Bu konuda yapılan diğer araştırmalar da yine tutarlı olarak başkanlık rejiminin parlamenter sisteme kıyasla hem siyasi gelişmişlik, hem beşeri kalkınma ve hem de ekonomik performans açısından, birçok gösterge bazında ciddi ölçüde başarısız olduğunu gösteriyor.
Türkiye açısından daha da önemlisi şu; veriler gösteriyor ki başkanlık rejimi demokratik kurumları inşa edememiş, kuvvetler ayrılığı, sivil muhalefet, medya bağımsızlığı ve tarafsızlığı zayıf olan, kapsayıcı kurumları gelişmemiş ve hukukun üstünlüğünü sağlayamamış ülkelerde daha da olumsuz ekonomik sonuçlar doğuruyor.
Özet olarak sunu söyleyebiliriz, geçiş dönemi maliyetli olsa bile güçlendirilmiş bir parlamenter sisteme dönüş doğru yönde bir adim olur ve dolayısıyla bu surecin kısa dönem maliyetlerini uzun dönem kazanımları ışığında değerlendirmek gerekir.
İkinci "varsayalım sorusu": Diyelim ki Erdoğan kazandı; bu kez parlamenter sistemden kalan kurumların tümüyle kaldırılması süreci yaşanacak. Bu süreç nasıl etkiler ekonomiyi?
Bu soruyu kişilerden bağımsız cevaplamak isterim. Böyle bir sistem değişikliğinin bilimsel hiç bir dayanağı yok, dolayısıyla bu geçişten olumlu herhangi bir sonuç beklemek hayalcilik olur. Seçimin bitmesiyle kısa dönem belirsizliğin azalması belki geçici bir süre ekonomiye rahatlama sağlayabilir, ama bunun etkisi kısa süreli olacaktır.
Seçimlerden ve cumhurbaşkanlığı sisteminden bağımsız olarak, Türkiye'nin ekonomi politiğinde nelerin değişmesi gerekiyor?
Bu soruyu cevaplayabilmek için önce Türkiye ekonomisin en büyük sorunlarının ne olduğuna bakmak faydalı olabilir. Türkiye ekonomisin verilerini diğer ülkelerle karşılaştırdığımız zaman Türkiye’nin göreceli olarak en zayıf olduğu alanlar, yüksek enflasyon, yüksek işsizlik ve yüksek cari açık olarak karşımıza çıkıyor. Bunlar önemli problemler ve bu ölçütlerde Türkiye kendi kategorisindeki yükselen piyasa ekonomileri ile karşılaştırıldığında da sıralamaların neredeyse hepsinde en altta yer alıyor.
Aslında bu sıralamalar da, bu problemler de kimseye sır değil. Yine benzer bir şekilde Türkiye ekonomisin yapısal sorunları – düşük tasarruf oranı, dışa bağımlılık, enflasyon direnci - yaygın bir biçimde tartışılan konular. Yalnız kalıcı çözüm tedbirlerini hayata geçirme konusunda ilerleme kaydettiğimiz söylenemez.
Son yıllarda sürekli gündemde olan fakat bir türlü gerçekleştirilemeyen yapısal reformlar konusu var. Küresel kriz sonrası likidite bolluğunun verdiği ivmeyle ve içeride önceki dönemlerle karşılaştırılamayacak kadar istikrarlı iç siyaset ortamında ne yazık ki gerçekleştirilemedi reformlar. Böylece bu dönemi heba etmiş olduk.
Örneğin, temel hak ve özgürlükleri genişletmeye, hukukun üstünlüğünü inşa etmeye yönelik anayasa reformu gerçekleştirilemediğimiz gibi ters yönde hayli yol kat ettik. Türkiye’nin gelecekteki potansiyelini belirlemede anahtar rol oynayacak en önemli reformlardan olan analitik düşünme ve pozitif bilim temelinde eğitimi yeniden kurgulayacak bir eğitim reformu ise, sözde dahi, ufukta görünmüyor.
Bunların ötesinde Türkiye’nin ekonomi politiğinde doğru yönde adım atmak istiyorsak kurala dayalı, tamamen şeffaf karar mekanizmalarıyla çalışan, siyasetin elini çektiği ve partizanlığın olmadığı bir sistemi inşa etmekle başlayabiliriz. Bu konuda da ne yazık ki uzunca bir süredir ters yöne kürek çekiyoruz. (HK)