"Önümüzde bizi bekleyen yoğun bir beş gün var. Bu bir akıl maratonudur. Bu maratondan Türkiye'nin önündeki 10 yılın ufkunu belirleyen bir resim bekliyoruz. Bu resim, bizim için yol gösterici olacaktır. Bu kongrede alınacak kararların, ülkemizin, insanımızın geleceğini ve mutluluğunu hedefleyen politikalara çok önemli katkılar sağlayacağına inancım tamdır.."
Kongrede "bilim komiteleri" DPT uzmanlarından, "çalışma grupları" ise, "akademisyenler, özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri"nden (kongre hakkındaki resmi belgelerde kullanılan ifade) oluşuyordu.
Çalışma gruplarının sorumluluğunu üstlenmiş "sivil toplum kuruluşları"arasında, işçi sendikaları bulunmuyordu. Gruplarda sorumluluk üstlenenler, Türkiye İşverenler Konfederasyonu (TİSK), Yabancı Sermaye Derneği (YASED), Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), Türkiye Bankalar Birliği (TBB), Türkiye Müteahhitler Birliği (TMB), Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK), Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) gibi, sermaye yatırımlarını, hareketlerini ve çıkarlarını temsil eden kuruluşlardı.
Ama ücretlilerin ya da üreticilerin temsili açısından, Kasım 1948'de İstanbul'da düzenlenen tarihi İktisat Kongresi'nden gene de farklı bir durum söz konusuydu. Devletin ve sermayenin temsilcileri, en azından, üç işçi konfederasyonunun temsilcilerine, kongreye gelip birer konuşma yapma hakkı tanımışlardı. 1948'de böyle bir mizansene bile gerek görülmemişti. Kongrenin Web sitesindeki bir "değerlendirme" den, 56 yıl önceki o tarihi kongreye neden işçi temsilcilerinin -ve çiftçi temsilcilerinin- alınmadığını "öğreniyoruz":
"İşçi ve çiftçi temsilcilerinin Kongre'de yer almamasının nedeni ise gündemin sınırlarını belirleyen 4.maddedir. Buna göre:
Madde 4 - 1948 Türkiye İktisat Kongresi'nin gündemi şudur:
Türkiye'nin iktisadi kalkınması ve istihsalinin gelişmesi için ne gibi tedbirler alınması lazım geldiği davasının:
- devletçilik ve devlet müdahalesi
- dış ticaret rejimi
- vergi reformu
bakımından incelenmesi.."
Demek 2004 İzmir İktisat Kongresi'ni düzenleyenler, bugünden geriye bakıp 1948'in değerlendirmesini yapanlar, "devletçilik ve devlet müdahalesi", "dış ticaret rejimi" ve "vergi reformu" konularının üreticilerle ve onların temsilcileriyle herhangi bir ilgisi olmadığı kanısındalar. Bu durumda, 2004 kongresinin çalışma gruplarında işçi temsilcilerinin olmamasına da şaşmamak gerek.
Bakan çağırıyor, "sivil toplum" göreve
Beş günlük "akıl maratonu"nun sonunda Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Doç. Dr. Abdüllatif Şener, kapanış konuşmasında sözü "Avrupa Birliği üyeliği"ne getiriyor ve şöyle diyordu:
"Sivil toplum kuruluşları, öncelikle, Avrupa Birliği üyeliği ve getirileri ile üyelik sürecindeki dönüşümlere ilişkin olarak Türk kamuoyunun bilgilendirilmesine ve AB kamuoylarındaki Türkiye imajının iyileştirilmesine yönelik faaliyetler hususunda öncü bir rol oynamalıdır.. Bu kapsamda, sivil toplum kuruluşlarının 'iyi yönetişim' ilkelerine göre yeniden yapılanması ve misyonlarının sadece Türkiye ile sınırlı olmadığının bilincine vararak uluslararası ilişkilere önem vermesi gerekmektedir.."
Şener'in "içeride bilgilendirme", "dışarıda imaj iyileştirme" konularında öncülük rolü biçtiği sivil toplum kuruluşları kimdir bilinmez. Hangi konularda bilgilendirmeye ihtiyaç olduğu, hangi imajın neden iyileştirileceği de belli değil.
Şener, konuşmasının bir diğer bölümünde ise, "küreselleşme olgusunun gereklerine adapte olmak" ile "teknolojik dönüşüm" arasında bir bağlantı kuruyordu:
"Küreselleşme sürecinde, serbest ticarete açık olan ülkelerde, büyümenin daha fazla olduğu dikkate alınarak, şirketlerin de küreselleşme olgusunun gereklerine adapte olmak suretiyle rekabet güçlerini artırmaları, bu kapsamda teknolojik dönüşümü gerçekleştirmeleri ve kurumsal yönetişime geçmeleri gerekmektedir."
Bir başka yerde de şöyle diyordu: "Özellikle ihracata yönelik sektörlerde yüksek teknolojili ve büyük ölçekli üretim yapabilme kapasitesine sahip olan yabancı sermayeli firmalar ekonominin rekabet gücünün artırılması açısından önemlidir.."
Şener'in konuşmasında bolca kullanılan "büyüme", "küreselleşme", "teknolojik dönüşüm", "yabancı sermaye" gibi sözcüklerin tozundan ve dumanından, tıpkı kongredeki gibi birileri görünmez oluyordu. Kongre çalışmalarında sendikacıların görünmez oluşu gibi, bu her cümleden üreyen sihirli sözcükler ile de "üretici"nin kendisi görünmez kılınmıştı. Tıpkı "dondurulmuş parmak patateslerin mutfağımıza gelişi" öyküsünde olduğu gibi..
Tıpış tıpış depolanan patatesler!
Tansaş, Metro, Carrefour, Migros gibi dev perakende zincirlerine de, dev fastfood zincirlerine de dondurulmuş patates satan "Bolpat" adlı şirketten "mutfağa geliş öyküsü"nü öğreniyoruz:
"Bolpat ürünleri patates tarlasında sizin mutfağınıza nasıl gelmektedir?
Birçok kişi bu soruyu soruyor. İşte size patatesin küçük bir hikâyesi. Afiyet olsun.
1. Tarladan hasat edilen ham patatesler özel korumalı depolara stoklanmaya gider.
2. Özel koşullarda depolanmış patatesler parmak patates olmak için kamyonlarla fabrikaya taşınır.
3. Ham patatesler fabrikada boylarına göre ayrılıp üretim hattına geçerler.
4. Taş, ot gibi yabancı maddelerden ayrılarak yıkamaya gönderilirler.
5. Buhar basıncıyla kabukları yumuşatılan patatesler fırçalanarak kabuklarından ayrılırlar.
6. Temizlenip yıkanarak kesilmeye hazır duruma getirilirler.
7. Patatesler suyla hızlı bir şekilde taşınıp bıçaklardan geçilip parmak şeklinde kesilirler.
8. Kesilen parmak patateslerden hatalı ve hastalıklı olanlar ayrılır.."
Parmak patates olmak için can atan, tıngır mıngır stoklanmaya giden, bir emirle boylarına göre ayrılan bu adeta canayakın ve uysal patateslerin öyküsünde, tek bir unsur eksiktir: "İnsan"..
O insanlardan 11'i, bugünlerde Bolpat'a ait Bolu Patates Fabrikası'nın yakınlarında, bir çadırda direniş yapıyorlar. Çünkü "küreselleşme sürecinde", "rekabet gücünü artırmak" için emek maliyetlerini düşük tutmayı en az "teknolojik dönüşümü gerçekleştirmek" kadar önemseyen Bolpat patronu, fabrikadaki işçilerin sendikalı olması halinde sorun çıkabileceğini düşünmüş olmalı.
Fabrikada çalışan 80 işçinin 62'sinin Türkiye Tütün Müskirat Gıda ve Yardımcı İşçileri Sendikası'na (Tek Gıda-İş) üye olmasının ardından işten çıkarılan işçilerin sayısı 11'e (üç kadın, sekiz erkek) ulaşmış durumda.
Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) Bolu Temsilcisi Erdoğan Kefeli, "Sendikaya üye olan arkadaşlarımız haklarını geri alıncaya kadar, işten çıkartıldıkları fabrikanın yanına kurdukları çadırda eylem yapacaklar.. Bu arkadaşlarımız, yıllardır 12 saat mesai yaparak çalışmış, mesai ücretleri ödenmemiş.. Arkadaşlarımızın bütün haklarını geri alıncaya kadar mücadeleye devam edeceğiz" diyor.
Küresel dayanışma
Bakan Şener'in "ekonominin rekabet gücünün artırılması açısından önemlidir" dediği "yabancı sermayeli firmalar"a iyi bir örneği ise "Grammer" oluşturuyor.
Trenden otobüse, otomobilden minibüse, taşıtlar için ergonomik yolcu koltukları pazarlayan Alman Grammer'in Bursa'da bir fabrikası var. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'na (DİSK) bağlı Birleşik Metal Sendikası'nın fabrikada örgütlenmeye başlaması üzerine işten çıkarmalar da başlamış.
"Kurumsal yönetişim" uygulayan şirket yöneticileri, önce işçilerin sendikadan istifalarını istiyor, ardından 19 Mart 2004'de yedi kişiyi işten çıkarıyor. 22 Mart'ta işten çıkarılan işçi sayısı 58'e ulaşıyor. Çıkarılan işçilerin yerine cami hoparlörlerinden duyurularla, köylerden işçi arayışı başlatılıyor. 29 Mart'ta, çıkarılan işçilerin geri alınması yerine mevcut işçilerin Türk Metal Sendikası'na üye yapılması için yeni "kurumsal yönetişim" taktikleri hayata geçiriliyor.
Yalnız Bursa Grammer'de evdeki hesap çarşıya uymuyor. Birleşik Metal ile Almanya'daki fabrikalarda yetkili sendika IG Metall'in ilişkiye geçmesi sonucu, "küresel işbirliği ve dayanışma" gerçekleştiriliyor. 14 Nisan'da Bursa'da "Grammer işçileriyle dayanışma gecesi" düzenlendiğinde, geceye IG Metall yetkilisi Klaus Priegnitz de katılıyor ve işçilere IG Metall'in yanlarında olduğunu duyuruyor.
18 Nisan'da kendisiyle yapılan röportajda Priegnitz şunları söylüyor:
"Türkiye'deki yasal durum ve uygulamalar Avrupa standartlarına uygunluk göstermiyor. Bunu Almanya'daki Türkiye elçiliğine de bildireceğiz. Ve özellikle Bursa'da uygulanan 'sendika yamyamlığı', özellikle Türk Metal Sendikası tarafından yapılan, önemli bir sorun teşkil ediyor. Bu durumun düzeltilmesi için gerekli bütün yerlerde görüşmeler yapılacak. Bizzat Almanya'daki fabrikanın yönetim ve denetleme kuruluna baskı yapacağız. Grammer, Daimler, Chrysler, Mercedes ve MAN fabrikalarına koltuk üretiyor. Bu fabrikalar üzerinde de baskı kurulacak. Ayrıca Avrupa Metal Sendikaları Birliği ile ortak eylemler yapılacak. Alman hükümetine bilgi vereceğiz ve Türkiye'deki firmaların temiz davranmadığını anlatacağız. Gerekli bütün eylemleri gerçekleştireceğiz."
Alman Grammer'in denetleme kurulunda da temsil edilen IG Metall'in destek vermesi sonucu, Bursa Grammer yönetiminin şimdi geri adım atması ve işten çıkarılan işçilerin tekrar işe alınması bekleniyor.. Birleşik Metal'în yetkisinin kabul edilmesi de..
Yaşama hakkını korumaya çalışan ücretlilerin sermayenin çıkarları ile karşı karşıya kaldığında ne "sivil toplum kuruluşları"ndan ne de devletten destek alabildiğini Grammer örneği, Bolpat örneği gösteriyor. DPT Müsteşarı Dr. Ahmet Tıktık'ın konuşmasında geçen, "insanımızın geleceği ve mutluluğu"nu, buradaki ve Almanya'daki "insanımız"dan başka kimsenin umursamadığını... "İnsan"ı teknoloji ve ürünün arkasında görünmez kılmaya çalışanların, "insan"ın tarafında olmadığını..
Dondurulmuş parmak patateslerin mutfağımıza gelişinin öyküsünün, bir delinin reklamlardan fırlamış zırvalamalarındaki gibi olmadığını birbirimize hatırlatıp durmalıyız. Tarladan kamyona, depodan fabrikaya, her anın "insanlar"la dolu olduğunu; nerede ürün varsa orada üretici olduğunu... Sivil toplum denilen şeyin o üreticiler olduğunu...
Büyük sermayenin de tıpkı devlet gibi sivil toplum denilen şeyin dışında kaldığını... Onların örgütlerinin "sivil toplum kuruluşları" diye anılmaması gerektiğini.. Bakan Şener'in çizdiği çerçevedeki "içeride bilgilendirme, dışarıda imaj iyileştirme" görevinin olsa olsa onların doğrudan ya da dolaylı örgütlerine ait olabileceğini. "Bilgi" denilen şeyin gerçeklerde olduğunu...(ŞA/BB)