"Gezmeden anlatılamaz" diyerek kendini yollara vuran ve okulunda yeni gezginler yetiştiren 34 yaşındaki Andıç, gezme tutkusunu geniş kitlelere ulaştırmak için bir de kitap yazmış: "Gölgem Ekvator'da Kaldı".
Ekonominin seyahatte hiç de önemli olmadığını söyleyen Andıç, sadece 500 dolara 3-4 ay nasıl gezebildiğinin sırlarını veriyor kitabında. Dünyanın hiç bilinmedik bir yerinde, belki bir kabilesinde; insanlarla nasıl ilişki kurulabileceğini, "Birbirimizi bir kelime dahi anlamamış olsak da beden diliyle, insan olarak diğer canlılardan üstün özelliklerimizi kullanarak iletişim kuruyoruz" şeklinde anlatıyor. Ve bize başlangıcından bugüne kadarki gezgin hikayeleriyle seyahat anlayışını aktarıyor.
Gezginliğe nasıl başladınız?
Çocukluğumda Adana'da yaşıyordum. Köyün dışında hiçbir yere gitmemiştim. 1980'den sonra İstanbul'a geldim. Ortaokulda gezi-inceleme kolunu seçtim. O eğitsel kol içinde İstanbul'u gezerek başladım işe. Coğrafya öğretmenimin bende çok etkisi oldu. Bir gün ben de öğretmen olursam öğrencilerimi gezdiririm diye düşünmeye başladım. Marmara Üniversitesi'nde eğitim fakültesine girdim sonra. Okuldaki birkaç arkadaşımla geziler düzenliyorduk. Okul bitince ilk yılki öğretmenlik deneyimimde, çocuklara Türkiye'nin coğrafi bölgelerini anlatmadan önce benim bir gezmem lazım dedim. Ekonomik durumlar da malum; kıt kanaat, bazen otostop çekerek, dağ köylerinde kalarak ilk olarak Karadeniz Bölgesi'ni gezdim. Ondan sonra benim öğretmenliğe bakış açım değişti gerçekten. Bir yıl önce anlattığımdan farklı anlatmaya başladım dersleri. Çektiğim fotoğrafları gösteriyordum öğrencilerime. Daha sonra hep gezmem gerektiğine karar verdim. Bir sene Akdeniz, bir sene Güneydoğu derken bütün bölgeleri gezdim. Ekonomik koşullarımı ona göre ayarlıyordum.
Seyahatlerinizi tam olarak nasıl gerçekleştiriyordunuz?
Akdeniz Bölgesi'ni gezeceksem, şehirlerarası otobüse binerek bir iline gidiyordum. Sonra bir gölünü mü merak ettim, hemen oradan geçen bir traktöre biniyordum ve gidip fotoğraf çekiyordum, insanlarla sohbet ediyordum, yöresel yemeklerden yiyordum. Böylece ilk 6-7 yıl kıt kanaat ekonomik koşullarla hep Türkiye'yi gezdim.
Sonra dışarı açılmanız gerektiğini düşündünüz...
Bunu da devlet okulundaki ekonomik koşullarda yapamayacağımı düşündüğüm için, özel okula başvurdum. Sonra yurtdışı deneyimlerim olmaya başladı. 7-8 yıldır da yurtdışını geziyorum.
Dünyayı da kıta kıta mı gezdiniz?
Sayılır. Önce Avrupa'yı gezdim. Akdeniz'e kıyısı olan Avrupa ülkeleri ve bazı Kuzey Afrika ülkelerine gittim sonra; Mısır, Tunus, Fas gibi. Özel okullarda yaz tatilleri daha kısa olduğu için 1-1,5 aylık sürede yeterince gezemeyeceğimi düşündüm. Bir sene öğretmenliğe ara verdim. Bu sırada yurtdışında gezmenin o kadar da zor olmadığını, çok da büyük ekonomik koşullar gerektirmediğini gördüm. En ucuza nasıl gezebileceğim konusunda dergilerden, yabancı kaynaklardan, Türkiye'de bulunan ve buraları gezmiş insanlardan bilgiler aldım. Endonezya'nın doğusundaki Doğu Timor adalarına gittim. Oradan kara yoluyla gezerek İstanbul'a döndüm. En büyük çaplı gezim oydu.
Hep tek başınıza mıydınız bu gezilerde?
Evet. Amacım özgürce ve istediğim şekilde gezebilmekti. Yani, çok sevdiğim bir yerde istediğim kadar kalmak, canım sıkılıyorsa başka bir yere geçebilmekten söz ediyorum. Çok yakın bir arkadaşınız da olsa yanınızdaki, bazen zorluklar yaşanabiliyor, çelik gibi bir sinire sahip olmanız gerekiyor. Çok da düşük bir fiyatla gezdim ayrıca. Çünkü bir diğer amacım da en az parayla, mevcut ekonomik koşullarımla en fazla coğrafyayı gezmekti. Bir ülkeyi tanımak için detaylı gezdiğinizde aslında daha az para harcıyorsunuz.
Nasıl oluyor bu?
Mesela Vietnam'ı ele alalım. Orada her yerde tek başınıza dünyayı nasıl ucuza gezebileceğinizi anlatan kitaplar var. Bunun için dünyayı 4 bin 500 bölgeye ayırmışlar. Nerede, nasıl en ucuza kalacağınız konusunda bilgi, harita, adres veriyor bu kitaplar; yöntem gösteriyor. Dünyada en ucuz ulaşım aracı, tren. Ben seyahatlerimde asla uçak kullanmıyorum. Çünkü uçağa vereceğim 4-5 yüz dolarla zaten üç-dört ay geziyorum. Dolayısıyla bir mesafe ne kadar uzak olursa olsun kara yolu kullanıyorum. Zaten özellikle bu tür ülkelerde kara aracı kullandığınızda ülkenin kültür ve insanını daha iyi tanıyorsunuz. Ben, İstanbul'dan turla Hindistan'a giden insanların gerçekten Hindistan'ı tanıyabileceklerini sanmıyorum. Tarihi tapınakları tanıyabilirler, ama Hindistan'daki insanların yaşamını yakından göremezler.
Günlerce yolda olmayı göze alıyorsunuz yani...
Benim kendime ait rekorum 58 saatlik otobüs yolculuğuydu.
Nasıl dayandınız bu yolculuğa peki?
Güney Vietnam'dan kuzeye gidecektim. Otobüste ortalama 200 kişi seyahat ediyor. Hatta yer olmadığı için brandalarla otobüsün içinde üçüncü bir kat yapılıyor. Burada ekonomik koşullarım ön planda tabii. Ama insanlar o seyahatlerde hayatlarının bir parçasını da taşıyorlar ve ben de gözlemleme şansına sahip oluyorum. Ülkeyi baştan aşağı kat ettiğim zaman hep camdan dışarı bakıyorum; coğrafyasını, bitki örtüsünü, insanların giyim kuşamını, iklimini keşfetmiş oluyorum. Aslında orada 40 saatlik bir otobüs yolculuğu, benim için 40 saatin içinde bir şeyler öğrenmek demek. Otobüse bindiğim zaman yolculuk bitse de kurtulsam demiyorum.
Sadece İngilizce biliyorsunuz sanırım, insanlarla nasıl iletişim kuruyorsunuz?
Bazı bölgelerde İngilizce bilen insanlar var, onlarla iletişim sorunu yaşamadım tabii. Ama aslında İngilizce bilmeyenlerle de sorun yaşamıyoruz; çünkü birbirimizi bir kelime dahi anlamamış olsak da beden diliyle, insan olarak diğer canlılardan üstün özelliklerimizi kullanarak iletişim kuruyoruz. Bazen çok zorlanınca, kaynak kitaplar alarak onların dilinden bazı kelime ya da cümleleri öğreniyorum o ülkeye girmeden önce. En azından temel ihtiyaçlarımı giderecek kadar. Kendi dilleriyle konuştuğum zaman da bana bütün kapılar açılıyor.
Gittiğiniz yerlerde bir müddet oranın insanlarıyla yaşıyorsunuz. Onların yaşamlarına, nasıl adapte oluyorsunuz?
Onların yaptığı şeyleri yapmaya çalışıyorum. Çok farklı bir ülke içerisinde çok küçük bir bölge ya da kabile içinde bulundum. Örneğin Laos'ta bir dağ köyünde araçtan indim. İnsanlar ilk defa bir yabancıya rastladıkları için ayaklandılar, çocuklar beni görüp kaçtılar. Bana yaratıkmışım gibi baktılar. Kabile reisleri benim bir eve misafir olmama karar verdi. Merdivenden yukarı çıkarken bütün aile beni durdurup tek tek, tepeden tırnağa koklamaya başladı. Sonra oradan ayrılıp da başka birilerine bu davranışın anlamını sorduğumda, beni sevdikleri ve misafir olarak kabul ettikleri için 'başımın üstünde yerin var' anlamında beni kokladıkları cevabını aldım. Tabii böyle ilginç şeyler yaşamak insana güzel geliyor.
Gittiğiniz yerde bir yabancısınız, çoğunda hoş karşılanmış olabilirsiniz; ama tepkiyle yaklaştıkları olmadı mı hiç?
Mesela orman köyüne misafir olduğumda gece yarısı askerler geldi ve beni silah zoruyla oradan çıkardılar. 'Sen ajan mısın' diye götürdüler, soruşturdular, fotoğraf makineme el koydular. Uluslararası öğretmenlik yaptığıma dair kimliğim vardı. Bunu onlara gösterdim ve kötü bir amacım olmadığını anlatmaya çalıştım. İkna oldular ve beni serbest bıraktılar.
Hiç korkmadınız mı? Can güvenliğinizin olmadığı bir yerde olabilirdiniz, başınıza daha kötü şeyler de gelebilirdi...
Genelde şanslıyım galiba. Başıma çok fazla olumsuz bir şey gelmedi. Zaten seyahat ederken yanımda çok fazla şey taşımıyorum. Çok küçücük, 3-4 kilo ağırlığındaki bir sırt çantasıyla dolaştım hep. Birer tane yedek kıyafet alıyorum yanıma, kirlenince birini akşamdan yıkıyorum ertesi gün diğerini giyiyorum. Bir de fotoğraf makinemle filmlerim oluyor çantamda; bazen bir ya da iki tane kitap. O kitabı da hangi ülkeye gidiyorsam değiş tokuş yapıyorum. Yanımda en fazla 100 dolar para oluyor.
Sizi soysalar ya da hiç paranız kalmasa ne yaparsınız, hiç düşündünüz mü?
Bunu çok yaşadım aslında. Mesela Sumatra Adası'nda param bitti ve banka kartım da nemden işlevini yitirmiş. İstanbul'la bir şekilde internet aracılığıyla bağlantı kurdum. Arkadaşlarımdan para istedim, gönderdiler bana. Birçok yerde de özellikle uzak coğrafyalarda aslında insanların parayla pulla da işleri yok. Bazı yerlerin çok ilginç gelenekleri vardı. Evlerine misafir oluyorum, yedirip içiriyorlar bir de bizim küçük çocuklara harçlık verdiğimiz gibi cebime harçlık koyuyorlar. Laos'ta oldu bu mesela. Hesapladım; bir hafta otel, yeme içme parası vermediğim gibi, 38 dolar da para vermişler bana.
Net bir bütçe çıkarsak ne kadar para koyuyorsunuz cebinize ve ne kadarını yola, yeme içmeye ayırıyorsunuz?
Gidilecek ülkeye bağlı tabii. Bu bahsettiğim şeyler Avrupa ülkelerinde yapılmaz, mümkün değil. Avrupa'da 40-50 ülke var belki, ama onlar da kültürel anlamda birbirinden çok farklı değil. Avrupa o açıdan benim için çok cazip değil, zaten Avrupa insanı da size kapalı. Ama dünyanın keşfedilmemiş coğrafyalarında maddi açıdan bir şeylere yatırım yapılmamış ve karşılığında para beklenmeyen yerlerde paranın değeri de çok yok. Çünkü orada pek çok iş takas yoluyla yapılıyor zaten. Bugün Endonezya'dan İstanbul'a kara yoluyla 6-7 ayda geze geze 1000 dolara rahatlıkla gelebilirsiniz. Ben, Asya ülkelerinin herhangi birisinde 500 dolarlık bir uçak biletine 2-3 ay rahatlıkla gezebilirim örneğin. Endonezya'ya 500 dolara uçakla gittim ve 500 dolarla da 3 ay bütün adalarını gezdim.
Fotoğrafçılık seyahatlerden sonra mı başladı?
Üniversite yıllarında seyahatle birlikte amatör olarak fotoğraf çekmeye başladım. Bu amatörlük 2000 yılına kadar devam etti. Sonra çok daha büyük coğrafyalara gidince, bunları derslerimde kullanmak amacıyla daha ciddi fotoğraflara eğilim gösterdim. Gezdiğim bölgelerle ilgili arşiv oluşturmaya başladım. Altı tane kişisel sergi açtım ve çeşitli karma sergilere katıldım. 2004-2005 döneminde de 4-5 sergi projem var. Bir kısmı artık İstanbul'un dışında da olacak.
Yeni açılacak sergiler son gittiğiniz ülkelerle mi ilgili yoksa önceden biriktirdiklerinizi mi sergileyeceksiniz?
Önceki birikimlerimi şu ana kadar sergiledim. Her yıl birçok yere gittiğim için sergiler hep yenileniyor. Türk Coğrafya Kurumu'nun uygulamalı gezi koordinatörüyüm aynı zamanda. Türkiye'deki coğrafya öğretmenlerine yönelik çalışmalarımız vardı. Seminerleri bitirdikten sonra ilk uygulama gezimizi yapmak istedik ve bu sene yaz tatilinde 15 coğrafyacıyla birlikte kara yoluyla Tibet'e gittik. Hindistan, Pakistan, Nepal'i gezdik. Bu birikimlerimizi sergilemeyi düşünüyoruz şimdi. Bu arada bu bölgelerle ilgili belgesel film de çektik. Bu farklı coğrafyaları içeren filmleri Türk Coğrafya Kurumu olarak Türkiye'deki bütün okullara dağıtmak istiyoruz. Amacımız, Türkiye'deki coğrafya öğretmenlerinin daha fazla gezip nitelik kazanmasını sağlamak. Tabii Türkiye'de öğretmenlerin yaz tatili için ek bütçe ayırmakta ne kadar zorlandıklarını tahmin edebiliyorum, ama seyahatin o kadar da pahalı olmayacağını vurgulamaya çalışıyorum. Eskiden, "Bir gün çok zengin olursam hep gezeceğim" derdim; bugün baktığımda 60'ın üzerinde ülkeyi gezebilmişim, ama zengin de değilim.
Bizde gezi kültürü de çok olmayan bir şey herhalde...
Kesinlikle. Bu konuda korkak olduğumuzu düşünüyorum. Nasıl gideceğim, on saatlik bir otobüs yolculuğunu nasıl çekeceğim, ne yiyeceğim, oteli temiz midir... Benim konakladığım yerler, lüks yerler değil. Ama zaten benim için öncelikli amaç daha çok yer gezmek; daha iyi yemek yemek ya da daha iyi otellerde kalmak değil. Turla gezen insanlar var, bir haftada 2000 dolar harcıyorlar; oysa ben o parayla bir sene seyahat edebiliyorum.
Bahsettiğiniz ülkeler genelde birincil ilişkilerin olduğu, misafirperver üçüncü dünya ülkeleri ama...
Tabii ki bahsettiğim yerler Avrupa değil. Ama Avrupa'nın dışında bunu her yerde yapabilirsiniz. Kuzey Amerika değil de Güney Amerika, Afrika'nın hemen hemen tamamında ucuza gezebilirsiniz. Örneğin, Kenya'dan Tanzanya'ya 7-8 tane ülkeyi 5 dolara bir trenle iki haftada gezebilirsiniz. Paris ya da Londra'da aldığınız bir şişe suyun karşılığında başka bir ülkede bir günlük bütün ihtiyaçlarınızı karşılayabilirsiniz.
Bunca gezdiğiniz ülke arasından en çok etkilendiğiniz yerler hangileri?
Tayland'la Vietnam arasındaki 4,5 milyon nüfuslu ülke, Laos'tan çok etkilenmiştim. Dünya tarihinde de bugüne kadar en çok bombalanan ülke aynı zamanda. Kamboçya'daki ölüm tarlalarının çok fazla etkisinde kaldım. Vietnam'ın kuzeyindeki Hanoi'deki yerel kültür, Endonezya, Sumatra Adası, Bali'yi unutamam. Bali, 365 gün festivalin olduğu bir yer. Etkilendiğim yer, Asya kıtasıydı aslında.
Gezmeyi yaşamının amacı haline getirmiş bir kişi olarak gezginliğe başladıktan sonra öğretmenlik yaşantınızda neler değişti, öğrencilerinizle ilişkileriniz nasıl şekillendi?
Derse girdiğim zaman bir bölgeyi anlatmadan önce, orada bulunmuşsam, bir anımı anlatmakla başlıyorum işe. Fotoğraflar ve belgesel film gösteriyorum sonra. Öğrencilerimde de ülkeyi, dünyayı tanıma ve gezme isteği ortaya çıkıyor. Her sene bir bölgeye öğrencilerimi götürüyorum. Liseyi bitirdikleri zaman bütün bölgeleri görmüş oluyorlar. O geziye gelen öğrenciler bölgelerle ilgili ödev hazırlıyorlar. Amatörce belgesel çekip okulda arkadaşlarına gösteriyorlar.
Unutamadığınız bir anınızı paylaşmak ister misiniz?
Sumatra'da bir sabah otelden çıktım, çok düzgün giyimli bir adam geldi ve "Yüce sultanımız sizinle konuşmak istiyor" dedi. Önce dalga geçiyor sandım. Meğer orada yerel sultanlıklar varmış. Çocuklarının çok iyi bir eğitim almasını isteyen sultan, oraya gelen yabancı turistleri zaman zaman evinde misafir edip ülkelerini tanıtmalarını istiyormuş. İlk defa bir Türk'e rastlayınca da bana bu teklifi getirmiş adam aracılığıyla. Tedirgin oldum tabii durumdan, tek başıma gitmem dedim. Japon bir üniversite öğrencisi vardı; o gidebileceğini söyleyince ben de giderim dedim. Gerçekten bir sarayın önünde durduk, sultan karşıladı bizi ve iki gün krallara layık bir şekilde konuk edildik. Sultan Türkiye'yi bir belgeselde izlemiş ve çok sevmiş. Çocuklarıyla tanıştık ve onlara iki gün boyunca Türkiye'yi anlattım. (MT/BB)