Geçen hafta boyunca çeşitli yayın kuruluşlarından 11 gazeteci Köln, Düsseldorf ve Berlin'de dolaştık; milletvekilleriyle, bakanlarla, STK'lerle, oradaki Türkiyelilerin oluşturduğu kuruluşların temsilcileriyle, gazetecilerle görüştük. Bir yandan aklımızda Türkiye gündemi, Kuzey Irak'a harekat, çatışma ortamının yükselmesi ve kitlesel milliyetçi tepkiler; Almanya'yı anlamaya ve tanımaya çalıştık.
Türkiye-Almanya Kültür Forumu'nun düzenlediği ve Robert Bosch Vakfı'nın desteklediği gazeteciler programı çerçevesinde düzenlenen gezi, 1960'lardaki işçi göçüyle birlikte insanın aklında Almanya'yla ilgili gelişen klişelerin zaman zaman yıkılmasına, kimi zaman da pekişmesine yol açtı. Bu hafta boyunca her gün, geziden edindiğim izlenimleri yazmaya ve gördüklerimi aktarmaya çalışacağım.
Nereye entegre oluyoruz?
Gezi boyunca en fazla duyduğumuz ve tartıştığımız sözcük "entegrasyon" oldu. Devlet kademelerinden tutun, Türkiye kökenlilere herkes Almanya'nın yaklaşık bir 40 yıl gecikmeyle bir göç ülkesi olduğunun farkına vardığını ve göçmenlerin topluma uyumunu tartışmaya başladığını söyledi.
Esas tartışmaysa "uyum"dan ne anlaşıldığı, bunun nasıl sağlanacağı, asimilasyonla entegrasyon arasındaki çizginin nasıl çizileceği etrafında döndü. Her ne kadar ülkede yüzden fazla ülkeden göçmen yaşasa da, sorun en kalabalık grubu oluşturan Türkiye kökenliler etrafında döndü.
Türkiye'de de özellikle Kürt sorunu çerçevesinde son yıllarda görece sıkça gündeme gelen anadilde eğitim sorunu oradaki Türkiye kökenlilerin en sık dile getirdiği meselelerden biri. Aynı şekilde din eğitimi de sıkça gündeme geldi. Alevilerin Almanya'da güçlü bir şekilde örgütlenmesi ve Türkiye'de elde edemedikleri hakları orada hayata geçirebilecek duruma geldiklerini duyduk. Aslında bu karşılaştırma alttan alta hep sürdü: Almanya'daki hakların ve özgürlüklerin Türkiye'de ne kadar yaşanabildiğini düşünüp durduk.
Ekonomi tıkırında...
Alman ekonomisinin durumu, göçmenlerin eğitim ve istihdam sorunları, kadın-erkek eşitliği, örgütlenme hakkı, sendikaların durumu hakkında da konuşabilme ve tartışabilme olanağı bulduk.
Son olarak da, kendi çalıştığımız alanın, medyanın haline baktık. Yerel yayınların büyük bir ağırlığa sahip olduğu, kamu yararına yayın yapan ve kamu tarafından finanse edilen özerk medyanın önemli bir alan kapladığı, ifade özgürlüğünün sınırlarının olabildiğince geniş çizildiği, son yıllarda yaşanan sorunlara karşın gazeteciler büyük oranda örgütlü olduğu bir medya alanını bize anlattı ziyaret ettiğimiz insanlar.
Küçük detaylar
Sonuçta Almanya, Türkiye'ye hem çok uzak hem de çok yakın. 16 eyaletten oluşan federal yapı, Türkiye'den bakınca anlaşılması çok da kolay olmayan, karmaşık ama işleyen bir sistem oluşturuyor.
Bomboş otobanda yavaş yavaş giden son model arabaları, her köşe başındaki çöp kutularını, alçak kaldırımları, yanlış park edenlere ceza yazmak için turlayan zabıtaları, gazlı suları, Bergama sunağını, İslam eserleri müzesini, sadece Türkçe konuşarak pek ala yaşanabilecek bu ülkeyi de yazılarımda araya sıkıştırmaya çalışacağım.
Teşekkürler
Başlamadan önce, bu programı düzenleyen gazeteciler, seslendirilemeyen meseleleri ele aldığı belgeselleriyle bilinen Osman Okkan ve radyoculuğun yanında simültane çevirmenlik yeteneği de keşfedilen Murad Bayraktar'a; gecelerini gündüzlerini bizim için heba eden Kültür Forum'dan Cenap Boztepe, Eva Schaaber, M. Gündüz Besen ve Hüseyin Günbey'e; Robert Bosch Vakfı'ndan da Dr. Bettina Berns ve Lisa Heeman'a çok teşekkür etmem lazım.
Son olarak, "meine Kolleginnen und Kollegen", Agos'tan Aris Nalcı, Milliyet'ten İhsan Yılmaz, TRT'den Özlem Coşar, Bizim Gazete'den Nihal Kocabay, Radikal'den Betül Kortan Atak, Birgün'den Zehra Şahindokuyucu, Cumhuriyet'ten Evrim Kaya, Yeni Şafak'tan Murat Aksoy, Evrensel'den Çağdaş Günerbüyük ve Sabah'tan İdil Demirel'e de arkadaşlıkları için pek teşekkürler.(EÜ)