Sevgili doktor,
1 Mayıs günü, gözaltına alınan, yüzlerce insandan biriydim. Sizinle karşılaşma nedenimiz de, buydu zaten. O hengamede, polis tarafından derdest edilip; “Adli Rapor” düzenlenmesi için, sizin görev yaptığınız Sağlık Kuruluşuna getirildiğimizde –ne yalan söyleyeyim- hayli tedirgin ve mutsuzdum. Hani insan olmanın ağır geldiği anlar olur ya. Öyle… Hem itilip kakılmış, hem de epeyce gaz teneffüs etmiştim.
"Geçmiş olsun..."
Polis memuru, elindeki evrakları uzattıktan sonra; siz, kısa bir an bana bakarak: "Geçmiş olsun" dediniz. Sonra, boştaki sandalyeyi işaret ederek, "Oturun lütfen..." Dışarıda çok sayıda bekleyen vardı, yorgun ve ciddiydiniz; belli ki yine yoğun mesai saatleri yaşıyordunuz. Ama söylediğiniz o iki kelime; "Geçmiş olsun" benim, sizin, polisin… Hepimizin, birer insan olduğunu yeniden hissetmeme yetti… İçimden, "Tabii ya, burası sorgu odası değil ki…" dedim. Siz ve hemşire, önünüzdeki evraklarla boğuşurken, yaka kartlarınızdan adlarınızı okudum. Uzun zamandır görüşemediğim bir arkadaşımı hatırlamama neden oldunuz; onunla adaştınız.
Hala içeride olan polise dönüp, "Memur bey, muayeneyi bitirene kadar dışarıda beklemenizi rica edebilir miyim?" dediniz. Kapı kapandı, poliklinik odasında üç kişiydik şimdi. "Biliyorsunuz, adli raporu düzenleyebilmem için sizi muayene etmem gerekiyor. Bana yardımcı olursanız sevinirim" dediniz.
O an, nasıl bir yardımım olabileceğini çıkartamamış olsam da, "Tabii olur" dedim. "Neler oldu, anlatır mısınız?" Kısaca, polis tarafından gözaltına alınış şeklimi ve öncesinde gaz bombasından nasıl etkilendiğimi anlattım. Sözlerimi –biraz kısaltmak dışında- pek de değiştirmeden, önünüzdeki kağıda aktardınız.
"Peki, muayene için sedyeye geçebilir misiniz?" Beyaz paravanla kapatılmış sedyeye oturduğumda yanıma geldiniz, "Şu an ağrıyan bir yeriniz var mı?"
"Yok galiba. Yalnız çarpıntı hissediyorum."
"Tamam, tansiyonunuzu ölçüp, kalbinizi dinleyeceğim" dediniz... Ben de kolumu omzuma kadar açtım. Tansiyonum ölçüldü. Kalbimi dinleyebilmesi için gömleğimi –doktor da bu esnada bana yardımcı oluyordu- boynuma doğru sıyırdım. Bulduğu değerleri not aldıktan sonra "Kafanıza darbe aldınız mı?" diye sordu. Düşündüm, "Hayır" dedim. "Peki, bakabilir miyim?" "Tabii", "Biraz sertçe bastırmam da gerekecek". "Tamam, nasıl gerekiyorsa doktor bey".
Böylece, parmaklarıyla saçlarımın diplerini araştırdı; herhangi kanama, yaralanma izi var mı kontrol etti. "Şimdi boynunuzu yavaşça sola çevirir misiniz? Ve sağa… Tamam, ağrı oldu mu?" "Hayır", "Çok iyi… Baş boyun bölgesinde darp izi gözükmüyor" Bir an durdu: "Biliyorsunuz, sizi tepeden tırnağa kontrol etmek zorundayım. Üst tarafınızı tümden soyunabilir misiniz?"
Bu istek beni rahatsız etti. "Ama ağrım filan yok ki. İyiyim ben" dedim. "Evet, şu an şikayetiniz yok ama bedeniniz stres hormonlarının işgalinde olduğu için de hissetmiyor olabilirsiniz. İsterseniz, hemşire hanım size yardımcı olsun." Söylediği mantıklıydı, "Peki" dedim. "Gömleğim bol, çıkarmadan boynuma iyice çeksem olur mu?" Hemşire yanıma geldi ve giysimi sıyırmamda yardımcı olurken; yumuşak ama kesin bir tonlamayla "Sutyeni de çıkarmanız gerekiyor, Ayşe Hanım" dedi. Biz hazır olunca, doktor, sırt ve göğsümü, kollarımı gözle kontrol etti: "Darbe almadım demiştiniz", "Evet", "Şurada yer yer morarmalar başlamış..." O noktaya bastırdığında, canım yandı. O zaman hatırladım: "Polis, beni gözaltına alırken, etimi aşırı sıkıştırdı; bağırdım hatta acımdan, ondan olabilir", "Nefes almada sıkıntınız var mı?" dedi, "Biber gazından sonra bir süre fenalaşır gibi oldum. Ama şu an iyiyim."
Sonra akciğerlerimi dinlediniz. Karın bölgemi de, dikkatlice gözden geçirdikten ve elle nazikçe kontrol ettikten sonra, üst tarafın muayenesi tamamlandı. Yabancıların yanında çıplak kalmak; alışık olduğum ve hoşlandığım bir durum değil. Henüz tüm muayene sona ermediği için, bu tatsız duruma katlanmak zorunda olduğumu düşünürken; "Üstünüzü giyinebilirsiniz" dediğinizde sevindim. Hemen gömleğimi üzerime çektim. Hemşire ekledi: "Şimdi pantolonunuzu çıkarmanız gerekiyor." Evet, biliyordum, başka türlü, bacaklarımda, darp izi olup olmadığını kontrol etmeleri mümkün değildi ki…
Nihayet, muayenem sona erdi. Tüm bu süreç; telaşlı, hoyrat değil, olabildiğince özenli, buna rağmen gayet seri şekilde tamamlanmıştı. Doktor raporunu yazdı. Bir örneğini de bana verdi. Ona ve hemşireye teşekkür ettim, iyi çalışmalar diledim. Onlar da bana "Size de yeniden geçmiş olsun" dediler ve dışarı çıktım.
Evet, sevgili doktor, her ikimiz de gayet iyi biliyoruz ki, yaşananlar bunlar değildi. Ancak, Sağlık Bakanlığı’nın, ilgili tüm Sağlık Kuruluşlarına gönderdiği, 2005 tarihli "Adli Tabiplik Hizmetlerinin Yürütülmesinde Uyulacak Esaslar" konulu genelgeye uymuş olsaydınız; aşağı yukarı böyle olması gerekirdi. Elinizdeki standart Adli Rapor formu size, nasıl bir sistematik izleyeceğiniz konusunda, harika bir rehber olmasına rağmen gereklerini yapmadınız.
"Darp var mı?"
İlk şaşkınlığım, poliklinik olduğunu sandığım, odaya girdiğimde oldu. U şeklinde sıralanmış masaların çevresinde, beş altı kişi vardı. Ama sivil giyimli olduklarından ve unvanlarına dair yaka kartları da bulunmadığından sizin dışınızdakilerin polis mi, sağlık çalışanı mı olduklarını bile anlayamadım. Beni getiren polis memuru, elindeki evrakları uzatır ve siz de onunla, toplam kaç kişi bulunduğuna dair kimi şeyler konuşur iken; ayakta beklemeye devam ettim. Nedense, odada bulunmuyormuşum ya da bulunuyorsam da, zaten bir insan değilmişim gibi beni görmek istemediniz. Hakkında "İşlem yapılacak şey"dim sadece.
Dışarıda uğradığım kötü muamelenin, sağlık kuruluşunda, farklı biçimde devam edeceğini anladım. Yüzüme bakmadan ve polis, henüz odadan çıkmamışken: "Darp var mı?" dediniz. "Hayır" dedim. "Şuraya geçin", kesin bir emir. Ne için? Gösterdiğiniz sedyeye oturdum. Yerinizden kalkıp geldiniz: "Bir dakika" dediniz. Ve ardından, başımı sertçe yoklamaya başladınız. Muayeneye başladığınızı anlıyordum ama o an, ne yapacağınızı kestiremediğim için; inanılmaz tedirgindim. Yüzüme, boynuma eğilip baktınız. Ama ne tuhaf… Henüz, bana, doğrudan seslenmemiş ve göz göze bile gelmemiştiniz. Kendimi, hoyrat bir çocuğun, kaba hareketlerle, orasından burasından çekiştirdiği oyuncak bebek gibi hissettim. Bu şekilde davranarak, ilgili genelgenin şu talimatına aykırı davrandınız: "Muayene edilenin, tabip tarafından muayene ve yapılacak işlemler konusunda bilgilendirilmesi esastır."
"Muayeneyi reddetin yazarız"
Bu ara polisler de, ellerindeki evraklarla ilgili işlemler için, rahatça içeri girip çıkabiliyorlardı. Yüz ve boynun kontrolünden sonra, hemşire olması gereken iki kadından biri "Pantolonunu indir" dedi. Neye uğradığımı şaşırdım. Onca insan içinde, ne diye pantolonumu indirecektim? "Yeter ama!" dedim. "Darp yok dedim ya, zorla muayene mi edeceksiniz beni?" O zaman, tehditkar bir şekilde: "O halde, muayeneyi reddetti yazarız, biz de…" dediniz. Doğrusu ne yapacağımı bilemedim.
Ne uymakla yükümlü olduğunuz yasaların, haklarımı koruyan maddelerinden haberdardım, ne de orada bulunan sizlerin, bana karşı yasal sorumluluklarınızdan… "Ya gözaltımı uzatırlarsa?" diye düşünüp, muayeneye razı oldum. Nedense, muayeneye itirazım ve sonrasında boyun eğişim, sizleri neşelendirdi. Paravanla duvar arasındaki boşluktan, bana alaycı bakışlarınızı görüyordum. Böylece –o da yarım yamalak- muayeneyi tamamladınız.
Sevgili Doktor, ne yasayı, ne de genelgeyi okudunuz ve bunları bilmiyorsunuz diyelim. Bu durumda bile, "Genel Adli Muayene Raporu"nda verilen talimatlara sadık kalmanız; bana ve yasaya karşı yükümlülüğünüzü, yerine getirmiş olmanıza yeterli olacaktı. (FK/NZ)
* Bu tanıklık Feminist Kollektif'in imza attığı bir metin.