Dün ve bugün Türkiye'de, İstanbul'da kitlesel kutlamalar gerçekleşmesi beklenirdi değil mi? Türkiye'den bir yazar ilk kez Nobel Ödülü almıştı. Türkiye'nin adı; edebiyatı, kültürü, romanları sayesinde dünya gündeminin en önemli maddesi haline gelmişti. Dün ve bugün Kuzey Kutbundan Avustralya'ya, New York'tan Yeni Delhi'ye tüm yerkürenin medya organlarında Orhan Pamuk ve Türkiye adı geçti.
Dün gün boyu ve bu sabahı Türk egemen medyası, Fransa Millet Meclisinin Ermeni Soykırımını inkar edenlere ceza öngören yasa tasarısını kabul etmesiyle ilgili gelişmeyi sinirli bir şekilde, düş kırıklığı şivesiyle yayınladı. Benim dinlediğim ve izlediğim radyo ve televizyonlarda birinci haber soykırım, ikinci haber Orhan Pamuk'tu.
Haber değerlendirmesi (News value) ne kadar politik, ideolojik ve sübjektif olsa da, yine de belirli bir dizi kritere göre gerçekleştirilir. Ne var ki, hiçbir kriter, henüz kesin olarak yasa metni haline bile gelmemiş bu tasarının, Nobel Edebiyat Ödülünden daha önemli olduğunu kanıtlayamaz. Fransa'daki Ermeni Soykırımı yasası siyasi ve geçici bir karardır, Orhan Pamuk'un Nobel'i ise edebi, kültürel, global ve kalıcı bir olaydır. Üstelik iki haber kıyaslanacak, rekabet edebilecek haberler değildir.
Haset...
Mesela CNN Türk'de Doğan Hızlan'ın hazırlayıp sunduğu özel programda Adalet Ağaoğlu, çıkıp da mealen "Ermeni tasarısına çok üzülüp kızdığını, Orhan Pamuk haberine ise (yarım ağızla) sevindiğini" söylemesi garip. Birbiriyle ilgili iki haber değil ki bunlar! Birbirlerini dengeleyecek haberler de değil... Tamamen tesadüfen aynı gün gerçekleşmiş iki olay olmasının dışında neredeyse hiçbir ortak yanı yok... Adalet Hanım, kendisinden hiç beklenmeyecek bir şekilde bu benzetmeyi yaptı. Yazık...
Özdemir İnce ya da Ataol Behramoğlu'nun söylediklerini anlamak da kabul etmek de mümkün değil. İnce, Orhan Pamuk'un "Sıradan bir yazar" olduğunu öne sürüp "Nobel'i almadı, Soykırım'ı kabul ettiği için Nobel'i ona verdiler" dedi. Kendisi herhalde sıradan bir şair değil, çünkü koskoca Hürriyet gazetesinde köşe yazıyor. Aslında Nobel Edebiyat Ödülünü Özdemir İnce alacaktı ama Stockholm jürisi İnce'nin "Soykırım olmamıştır" tezini savunduğunu öğrendiği için ödülü ona vermekten vazgeçti. Çatla!
Behramoğlu da, Pamuk'un sıkı muhaliflerinden. Kitaplarını okuyamıyor, bitiremiyormuş. Ayrıca Pamuk, Fransız Meclisinin kararını protesto etmek zorundaymış! Neden ki? Pamuk, Türk resmi politikasının memuru mu?
(Pamuk'un bu tasarıya karşı çıktığı açık değil mi? Hem zaten "Bugün kutlama günü. Bugün siyasi konulara girmek istemiyorum" demedi mi?). Behramoğlu her yazarı kendisi gibi olmak mecburiyetinde mi sanıyor? Ağaoğlu aynı yayında, Alfred Nobel'in dinamiti icat etmiş olduğunu da hatırlatıp savaş-barış ikilemine de göz kırpmaz mı? Eleştirmen Semih Gümüş de Nobel ödüllerinin siyasi gerekçelerle verildiğini ima etti.
Benim dikkatimi çeken, yayın sırasında telefon bağlantısında yazar Yılmaz Karakoyunlu, Orhan Pamuk'un hakkını verirken, Ağaoğlu ve Gümüş'ün yüz ifadeleriydi: Gayrı memnundular, somurtuyorlardı!
Sağda solda da, Orhan Pamuk'un Nobel kazanmasına dudak bükenlere rastladım. Ama İslamcılar dahil sağcı ve muhafazakar kesimlerde ise daha doğru, daha içten bir tutum gözledim. Erdoğan, Gül, Koç gibi siyasiler, Nobelsiz Türk yazarlarındaki haset, kıskançlık ve anlamsız muhalefetten yoksun oldukları için olayı Türkiye, Türkiye edebiyatı ve sanatsal küreselleşme perspektifinden yani doğru açıdan değerlendirdi.
Yakın bir süre önce Pamuk'u mahkeme kapısında linç etmeye çalışan aşırı-sağcı milliyetçiler ve onların sol söylemli biraderleri ise, yedikleri dört dörtlük golün şokunu henüz üzerlerinden atamamışlardı sanki.
Yaşar Kemal ve Harold Pinter
Alkışlanacak örnek bir başka tutumu da Yaşar Kemal sergiledi. Pamuk'u kutladı ve içten sevincini ifade etti. Aslında yerli yabancı bir çok uzman, Yaşar Kemal'in Nobel'i çoktan hak ettiğine inanıyordu. Ve aslında, sonuç olarak, Pamuk'un kazandığı Nobel'in yolunu da Pamuk'a Yaşar Kemal açmıştı. 1960'lı yıllardan bu yana Türk edebiyatını Batı'ya, dünyaya tanıtan en önemli Türkiye romancısı Yaşar Kemal oldu.
Geçen yıl Nobel Edebiyat Ödülünü kazanan Harold Pinter'in söylediklerini anımsayalım: "Ödül aslında Orhan Pamuk'un hakkıydı" demişti. İşte asalet budur. Ben geçen yıl İngiliz medyasında Pinter'e karşı, herhangi bir kişisel ya da siyasal içerikli aleyhte bir yaklaşım da okumadım. Sağcı solcu tüm İngilizler sadece sevindi, sadece gurur duydu böyle bir yazarın ödül kazanmasından.
Habertürk, benim izleyebildiğim TV kanalları arasında en olumlu yaklaşımı benimseyen oldu. Çünkü onlar kendilerini muhafazakar resmi tutumun ve milliyetçiliğin dışında tutmak istiyor ayrıca da küreselleşmeyi savundukları için Pamuk'un başarısını bu açıdan ele aldılar.
Pamuk'un hırçın muhalifleri sosyolojik anlamda köylü. Onlar "Önce Vatan" sloganını benimsemiş durumdalar. Onların isteği, Türkiye kapalı kalsın, biz kendi aramızda didişelim duralım, yabancı gelmesin, kimsenin kitabı yabancı dillere çevrilmesin...Çünkü dışa açılınca rekabet olacak, e o zaman da bu köylü yazarların gerçek değeri ortaya çıkacak.
Mehmet Barlas da NTV'de, Emre Kongar'ın çekinceli söylemine karşılık olarak "Çağdaş medeniyet seviyesine yükselmekten söz ediyordu Atatürk, işte Orhan Pamuk" dedi.
Cengiz Aktar'la konuştum. Üzgün ve sinirliydi. Pamuk'la ilgili haberleri "Gördün mü linç başladı. Nazım Hikmetleştirme diyorum ben buna..." dedi.
Kara koyun
Pamuk'a yönelik küçümseme ile eleştiri düzeyini aşan kişisel saldırıların neden ve kökeni belli: Pamuk, romancı kimliğini riske atarak resmi ideolojiye boyun eğmeme cesaretini gösterdi.
Pamuk, Özgür Gündem gazetesi baskı altında iken aydın ve demokrat arkadaşları ile birlikte Beyoğlu'na çıktı, Özgür Gündem'in sembolik olsa da militan satışına katıldı.
Pamuk, Ermeni tabusu konusunda da susmadı, insan hakları ihlal edildiğinde köşesinde eli kolu bağlı kalmadı. İşte bu gerçek aydın tutumu, bağımsız ve kamu çıkarını savunmaktansa, devletle, yerleşik düzenle, holdinglerle birlikte olmayı seçen yazıcı ve "aydınları" kızdırdı. Pamuk, Yaşar Kemal'in de desteği ve cesaretlendirmesiyle devleti değil, toplumu savundu.
10 yıl sonra kimse Fransız Meclisinin oyladığı yasadan söz etmeyecek. 100 yıl sonra kimse Özdemir İnce'nin adını bile anımsamayacak. Ataol Behramoğlu'nın torunları, dedeleri telifini artırıp yayın süresini uzatabilirse, otomobil reklamlarında dizelerini hala duyabilecek: Drive your way... Anca gidersin!
Orhan Pamuk'un adı sadece Türkiye değil dünya edebiyat tarihine de geçti artık. (RD/KÖ)