Ne yazık ki iki ülke halkları arasında barış ortamını geliştirmeye çalışanların çabaları bir kez daha kesintiye uğradı. Aydınların sürekli girişimlerinin yanı sıra, Keşmir bölgesinde ticari ilişkileri geliştirmeye yönelik sınır ticareti 30 yıl sonra geçtiğimiz aylarda yeniden başlatılmıştı. Değişik sınır kapılarından başlatılan karşılıklı otobüs ve tren seferleri ile bir parçaları öteki ülkede kalan aileler birbirlerini ziyaret edebiliyorlardı. Hindular, 1947’deki bölünmede Pakistan’da kalan kutsal yerlerini topluca ziyaret için gelebiliyorlardı.
Alçaktan uçan savaş uçakları
Oysa bugünlerde, bölgede gerginlik hakim ve Hindistan’ı bilemiyorum ama Pakistan’da bu gerginlik sanki körükleniyor. Sürekli olarak Hindistan savaş uçaklarının Pakistan hava sahasını ihlal ettiği bildiriliyordu. Bu kez 22 Aralık günü Pakistan Hava Kuvvetlerine ait uçaklar başta Hindistan sınırına yakın Lahor olmak üzere, başkent İslamabat ve diğer önemli kentlerin üzerinde alçaktan uçuşlar yaparak halkın endişe ve meraklanmasına yol açtılar, bir anlamda gerilimi yükselttiler. Hava Kuvvetlerinden yapılan açıklamada, bu uçuşlarla tetikte olduklarını göstermeyi amaçladıkları söylendi.Bizim Türkiye’den bildiğimiz, böylesine “alçaktan uçuş”lar genellikle iç siyasete yönelik olur. Anlaşılan Pakistan, fazla riske girmeden kendi ülkesi üzerinden komşuya bir güç gösterisinde bulunmayı denedi. Bu arada, Pakistan’ın Hindistan’la giriştiği savaşlardan hep yenik çıktığını, örneğin 1971’de Doğu Pakistan’dan, yani bugünkü Bangladeş’ten binlerce savaş esiri bırakarak ayrıldığını hatırlatalım.
Pakistan’da iki ülke neredeyse yeni bir savaşın eşiğindeymiş gibi bir hava var. Son olarak Başbakan Gayani, barıştan yana olduklarını, ama gerekirse savaştan da kaçınmayacaklarını açıkladı. Aynı gün başkentte düzenlenen bir “barış” mitinginde, yüzlerini yeşile boyayarak bayrağa benzeten gençler, kanlarının son damlasına kadar savaşacaklarına andiçtiler.
Hindistan'dan gelen suçlamalara yanıt
Bombay’daki terör saldırısına ilişkin olarak Pakistan dışından yapılan yorumlar, genellikle Pakistan’ın ülkedeki terör örgütlerini etkisizleştirme konusunda yetersiz kaldığı tespiti üzerinde yoğunlaşıyor.
Başlangıçta Hindistan’dan gelen suçlamalar bütünüyle reddedildi. Pakistan kaynaklı olduğu bildirilen teroristleri Pakistan’da kimse tanımıyordu, gösterilen adreslerde öyle bir kimsenin olmadığı açıklanıyordu. Bu iş olsa olsa Hindistan’daki terör örgütleri tarafından yapılmıştı. Hindistan’ın Pakistan istihbarat örgütü ISI’ya yönelik suçlamalarıyla bir anlamda dalga geçiliyordu. “Eğer ISI bu kadar becerikli ise, Hindistan kendi ülkesini koruma işini de bizim ISI’ya bıraksın” türünden espriler yapılıyordu. Pakistan’da sokaktaki adama göre Bombay’daki saldırı, her zamanki gibi Pakistan’ın ezeli düşmani Hindistan, Amerika ve siyonistler tarafından tezgahlanmıştı.
Hindistan elçiliğini kim bombaladı?
Hindistan’la ilişkilerde ISI’ya yönelik suçlamalar son Bombay olayları ile sınırlı değil. Geçtiğimiz Temmuz ayında Afganistan’daki Hindistan Büyükelçiliğine yapılan ve en az 40 kişinin öldüğü, 140 kişinin yaralandığı bombalı intihar saldırının faturası da ISI’ya çıkarılmıştı. Afganistan istihbarat örgütünün şefi Amrullah Saleh, kendisiyle El Cezire televizyonunda yapılan bir konuşmada açıkca Pakistan’ı ve ISI’yı suçlamış, “belirli kanallardan gerekli bilgileri verdiğimiz halde Pakistan bu olayın sorumluları hakkında hiçbir girişimde bulunmuyor, olayı planlayanlar Pakistan’da rahatça dolaşıyor” demişti.
Amrullah Saleh’e göre Pakistan yetkilileri isterlerse Bin Laden’i bile yakalayabilecek olanaklara sahipler. Böyle bir suçlamanın ardından Pakistan – Afganistan ilişkilerinin nasıl hala olağan seyrini izlediği, örneğin Aralık ayı başında İstanbul’da biraraya gelen Zerdari ve Karzai’nin, Afganistan istihbarat şefinin dilaçık suçlamayı görmezden mi geldiği doğrusu merak konusu. Karzai, Cumhurbaşkanı Gül’ün de katıldığı İstanbul’daki “zirve” sonunda gazetecilerin sorularını yanıtlarken, Pakistan’la aralarındaki ilişkilerin çok iyi düzeyde olduğunu söylüyordu. Bölgedeki resmi açıklamaların satır aralarını okumak kolay değil.
Pakistan terörün kaynağını kurutabilir mi?
Bombay terör saldırısı ile ilgili olarak yurt dışından gelen yoğun baskılar sonucu Pakistan, göstermelik diyebileceğimiz bazı tutuklamalara girişti. Suçlanan terör örgütlerinin bağlantılı olduğu ileri sürülen “vakıf”ları kapatarak yöneticilerini göz hapsine aldığını açıkladı. Ancak bu konuda soruşturmanın surdürüldüğü veya sanıkların yargıya çıkarılacağı doğrultusunda bir haber yok.Aslında Pakistan, bırakınız komşularına sızanları, ülkesi içindeki terör eylemcileriyle mücadelede kararlı bir tutum izleyemiyor. Geçen yıl, tam bir yıl önce 27 Aralık’ta öldürülen Benazir Butto’nun partisi bugün iktidarda ve kocası Zerdari cumhurbaşkanı oldu. Ama iktidarın olanakları Benazir’in öldürülmesindeki sorumluları açığa çıkarmaya yetmiyor.
El Kaide ve diğer yabancı müslüman militanlara karşı zaman zaman daha taviz vermez görünen Pakistan, yerel Taliban hareketlerine “bizdendir” müsamahası ile yaklaşıyor. Örneğin uzunca bir süredir kuzeydeki “aşiretler” bölgesinde devlet güçlerinin militan gruplara karşı yoğun bir temizlik hareketine giriştiği haberleri gelmekteydi. Ancak Bombay saldırısının hemen ertesinde ilginç bir gelişme yaşandı. Basın mensuplarıyla konuşan üst düzey bir güvenlik görevlisi bölgedeki militanları “yurtseverler” olarak nitelendiriyor ve “kendileriyle ciddi bir sorunumuz yok. Hareketin başındaki Beytullah Mesud ve Fazlullah ile aramızda bazı yanlış anlamalar var. Bu da karşılıklı diyalogla giderilebilir” diyordu.
“Yurtsever" Taliban
Taliban’dan devlet güçlerine yanıt biraz gecikmeli de olsa geçtiğimiz günlerde geldi. Güvenlik güçleriyle yoğun çatışmaların sürdüğü bölgedeki Taliban güçlerinin komutanı, “Burası bizim ülkemiz. Hindistan’dan gelecek bir saldırıya karşı Pakistan’ın her karış toprağını kanımız pahasına koruyacağız” dedi.Tabii bu arada Taliban, etkinlik bölgesinde egemenliğini sürdürüyor. Güvenlik güçleriyle çatışmalar devam ediyor. Şeriatın gerektirdiği uygulamalar Taliban eliyle gerçekleştiriliyor. Kızları okula göndermeyin diye duyurular yapılıyor. Kız okulları bombalanarak yakılıyor. Şeriatın gösterdiği yoldan ayrılan kadınlar taşlanarak öldürme (recm) cezasına çarptırılıyor. Başta Amerikalılara casusluk yaptıkları iddiasıyla yakalananlar olmak üzere, suçlu buldukları kişileri, kendilerine göre yargılayarak kurşuna diziyorlar. Daha küçük suçlar karşılığında kırbaçlama cezaları uygulanıyor.
Karaçi'de katliam
Pakistan’da olayların durulacağı, bölgede barış ortamının egemen olabileceği, ülkede demokrasinin işlerlik kazanacağı, her şeyin ötesinde en azından insanların can güvenliğinin sağlanabileceği konusunda iyimser olmak çok güç. Ülke sanki yeni çatışmalara, hatta bölünmelere yol açabilecek her türlü olumsuz potansiyeli bünyesinde barındırıyor. Bombay’daki terör saldırısının hemen ardından Karaçi’de meydana gelen ve günlerce süren katliam bir başka karamsarlık nedeni.Son Karaçi olaylarının üzerinde fazla durulmadı. Olaylar, Bombay’daki saldırıdan ne kadar etkilenmiştir veya o saldırılarla ne kadar ilişkisi vardır bilinmez ama en azından Pakistan’ın bugünkü durumunu yansıtması açısından dikkate alınmalıdır. 1947 sonrası Hindistan’dan göçenlerin oluşturduğu ve mafyavari bir politik örgütlenme içindeki “muhacir”ler ile kuzeyden kente gelen “Peştun”lar arasında esasen varolan gerginlik, basit bir kavga sonrası giderek büyüdü. Olaylarda 40 dolayında insan öldürüldü, evler, dükkanlar, araçlar yakıldı. Şu anda Karaçi’de durum sakin, ama bu ülkede her an her şey olabilecekmiş gibi görünüyor.
Dünya savaşı senaryoları
Karaçi olaylarına ilişkin tartışmalar arasında internette rastladığım, kendine “Hizbullahi fan” diyen birinin yazdığı aşağıdaki satırlar belki çok kısıtlı bir azınlık tarafından dile getirilen, karışık bir hayal gücünün ürünü. Ancak yazılanlar, kimilerinin bölgede nasıl bir “dünya savaşı”na niyetlenebileceğini göstermesi açısından ilgiye değer. “Hizbullahi fan” şöyle diyor:“Hinduların ve siyonist yahudilerin elbirliğiyle Karaçi kentinde istikrarsızlık yaratmaya çalıştıkları açık bir gerçek. Pakistan Karaçi’deki olaylar nedeniyle Hindistan’ı resmen suçlamalı ve Çin’den askeri birliklerini Pakistan’a göndermesini istemeli ve daha sonra belki de Hindistan’a savaş açmalı. Savaşta, Çin kuzeyden, Pakistan batıdan, Bangladeş ve Tamil Kaplanları diğer yönlerden Hindistan’a saldıracaklardır. Böyle bir ortamda Hindistan’da yerli halklar arasındaki özgürlük savaşçıları da Hindistan müslümanlarını bu çoktanrılı siyonistlerden bir an önce ve nihai olarak kurtarmak için hazırlıklara girişmelidir. Amin”
Diğer "olağan" olaylar
Bu kadar yaşamsal gelişmelerin yanı sıra ülkede bir yandan da “olağan”, eski deyimiyle “vukuat-ı adiye”den olaylar yaşanmıyor değil. Örneğin son haberlere göre geçtiğimiz yıl güvenlik güçleri tarafından başkent İslamabat’ta Taliban yanlılarının üstlendiği “Lal Mescit’e yapılan kanlı baskında ele geçirilen silahlar ve cephane daha sonra polis depolarından çalınmış ve yeniden Talibana verilmiş. Yani kaba deyimiyle kimin eli kimin cebinde (veya cephaneliğinde!) belli değil.Daha “hafif” olaylar da var. Örneğin Müşerref’in göreve getirdiği Başyargıç Abdul Hameed Dogar’ın kızı Farah’ın tıp fakültesine girebilmesi için sınav notlarının yükseltilmesi konusu günlerce gündemi işgal etti. Hatta parlamentonun bir oturumunda uzun uzun tartışıldı. Geçtiğimiz günlerde üzerinde çokca konuşulan bir başka olay, Müslüman olmak için taşradaki evlerinden kaçan iki Hristiyan genç kızın, Lahor’da kendilerini Müslüman yapacak iki avukat tarafından tecavüze uğramaları oldu. (AŞ/EÜ)