Öyle ki, azınlıklara "tanınan" özgürlüğün, çoğunluğun "yaşam hakkı"na karşıt geliştiği yönünde bir söylem oluşturuldu. Özgürlükler ile insan hakları arasında yapılacak bir karşılaştırma mümkün olamayacağı gibi; özgür olma, insan haklarına sahip olmanın önkoşulu / zeminidir.
Başka bir deyişle özgürlük, insanı insan yapan asli/en temel unsurdur. İnsan hakları, bu asli unsur yani özgürlük üzerine inşâ edilir.
İnsan ve insana ilişkin haklar
Özgürlük, doğal ve verili olan tüm çerçevelere karşı, beşeri kimliğin önceliğini vurgular. Dolayısıyla bireysellik ya da toplumda birey olarak bir yer işgâl etme, bu belirleyici(lik)lerle mücadele kapasitesine göre biçim alır.
"İnsan" anlayışını ve "insan"a ilişkin hakları, biyolojik bir varoluştan sosyal bir alana taşıyan bu tanımlama ancak özgürlük kavramıyla/algısıyla mümkündür.
Bu çerçevede siyasi iktidarın gereklerine, ekonomik elitlerin "doymak bilmez" sermaye maksimizasyonuna göre şekil değiştiren bir özgürlük anlayışı olamaz. Aynı şekilde, ulusal hassasiyetler söz konusu olduğunda yer değiştiren bir haklar hiyerarşisi yoktur.
Kaldı ki; insan üzerindeki belirleyicilik silsilesinin çok katmanlılığı dikkate alındığında [aileden, temsili demokrasiye ve ulusüstü ekonomi siyasasına değin] insana ilişkin bir egemenlik/inisayitif alanının olmadığı açıktır.
Mevcut sistemin yeniden üretilmesi
Özgürlüğün, asgari düzeyde tutulduğu, bireye indirgendiği ve dolayısıyla standartlaştırıldığı bu ortamda, toplumsal/mutlak özgürlüğü vurgulamanın bireye yüklediği marjinal maliyet yüksek olacaktır. Bu durumda birey, yaşamdaki her adımını, "kendisi"ni merkeze yerleştiren bu maliyet cetvellerine göre atmak zorunda hisseder.
Bu zorunluluk içerisinde özgürlük, mevcut sistemin inşasında kullanılan ve yine o sistemin yeniden üretilmesi için temel önemdeki bir yanılsama/basınç azaltıcı "emniyet supabı" işlevini yüklenir.
Bireyi sınırlayan çerçevelerin çokluğu içerisinde eğer reel bir özgürlük anlayışından söz edemiyorsak; insanı diğer hayvanlardan ayıran ve onu toplumsal bir aidiyet içerisine yerleştiren beşeri bir varlık durumundan da söz edemeyiz.
Bu doğrultuda biyolojik bir birim olmanın bir adım sonrasına yerleştirilmesi gereken insan hakları, bu adımın atılamaması neticesinde havada kalır. Kendi varoluşunu mümkün kılacak bir zemin bulamaz.
Ulus devletin meşruluğu
Nihayetinde siyasi partilerin ekonomi ile uğraştığı; sivil ve askeri bürokrasinin siyaset alanındaki "rol"leri paylaştığı ve belirlediği bir sistemde yaşıyoruz.
Bu mevcut durum içerisinde, insan haklarına sahip olmak, insan olmayı/beşeri kimliği vurgulamayı gerektirir. Bu da ancak tüm verili rolleri vicdan mahkemesinde yargılamakla mümkündür.
Ulus devlet, kendisini oluşturan tüm değerlerin temsilini sağlayabildiği oranda meşrudur. Farklı moleküllerin biraradalığında hayat bulan bu yapı, bu moleküller vasıtasıyla şekillendiği gibi; her molekülün de varlık sebebidir.
Biz ve onlar
Kendisini etnik ve/veya mezhepsel çoğunluk üzerinden tanımlayan ve belli bir bölgesinde toplumsal talepler doğrultusunda şekillenen siyasi oluşumları ötekileştiren bir ulus devlet anlayışı olamaz.
Bu anlayışı savunan ve aynı ulusal düzlemdeki siyasi baskı gruplarını "biz ve onlar" olarak tanımlayan siyasi iktidar; bırakın terörle mücadele etmeyi, bu mücadelenin en büyük aracı olan "ulus" fikrinin temeline zarar verir.
Nihayetinde varılan/varılacak noktada, ne özgürlüklerden bahsedilebilir ne de insan haklarından... (GG/AD)