Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin TBMM Grup Toplantısında konuştu. Özel konuşmasında 6 Şubat depreminden, Kocaeli'nde yıkılan binaya, Kartaltepe'de yanan otelden enflasyona kadar bir çok konuya temas etti. Konuşmasının en vurucu kısmı ise Ekrem İmamoğlu'na yönelik 'casusluk' suçlamasına verdiği yanıt oldu. Özel'in bir süredir her hafta olduğu gibi İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek ile ilgili sözleri de konuşmasının bir parçasıydı.
İşte Özel'in konuşmasından önemli bölümler:
6 Şubat depremleri
“Pazar günü, 6 Şubat’ın, depremin bininci günüydü. Bin gündür adalet bekleyen aileler, geçim, barınma mücadelesi veren yurttaşlar, sesini duyurmaya çalışan mağdur depremzedeler var. Deprem bölgesine yapılan her hizmet kıymetli. Ben ilk dakikalarında duyar duymaz bölgeye hareket etmiş, grubumuzla birlikte, o günkü grubumuzla birlikte hepsini bir kez daha minnetle anmak isterim. Aramızda olmayan, şu anda milletvekili olmayan arkadaşlarımızı da. 35 gün aralıksız olarak orada kalmış birisi olarak orada hangi parti olursa olsun, belediyelerin gidip orada bir çorba dağıtanını da çok kıymetli görmüşüzdür. Bu ülkenin tüm kurumları orada bir şeyler yapmak için seferber oldular. Çok önemli emekler verildi. Bunların hiçbirini değersizleştirmek kimsenin hakkı da değil haddi de değil.
Ama bir yandan da deprem olduğu günün hemen üç gün sonrasında, ‘Efendim bu felaket asrın felaketidir, bunun altından kalkmak için devleti bilenlerin yönetmesi lazım. Şartlar kötüdür ama biz buradaki evleri bir yıl içerisinde yapacağız. Bir yıl sonra herkes evine girmiş olacak’ diye bir devlet sözü verildi. Devletin başında bulunan Cumhurbaşkanı tarafından, AK Parti’nin Genel Başkanı tarafından, Sayın Erdoğan tarafından bu söz verildi. Ve insanlar, aslında bütün imkânsızlıklar ortadayken bu söze inanmak istediler, inandılar. Belki seçim tercihlerini değiştirdiler. Ve o söylenen bir yıl geldi, sözü veren tüm yetkisi ile işin başındaydı. ‘650 bin konut teslim edeceğiz bir yılda’ demişti. Bir yılın sonunda 18 bin konut teslim edildi. Sözlerin 2,7’si tutulmuştu bir yıl sonunda. Şimdi bininci gündeyiz ve üçüncü yıl geliyor. Şu anda 300 bine yakın konutu teslim etmekle övünüyorlar. Verdikleri sözün yüzde 46’sıdır. Sonra ‘Efendim biz sözü revize ettik, biz şöyle dedik böyle dedik.
Sözümüzü üçüncü yıl dolunca, belki biraz geçince tutacağız.’ Bir kere siz, söz tutmuyorsunuz. Siz ‘Birinci yılın sonunda çadırda, konteynerde kimse kalmayacak’ demiştiniz. ”
"Kocaeli'nde ölümler gizlendi"
“Malum Gebze’de bir şehircilik skandalı yaşanıyor. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin başlattığı, sonra Ulaştırma Bakanlığı’na devredilen bir metro inşaatı var. Ve bu metro inşaatında yedi katlı, kendisi sağlam olan bir bina maalesef yıkıldı, devrildi. Ve dört yurttaşımızı kaybettik orada. Sonrasında 21 bina, 28 iş yeri tahliye edildi. Ve ardından daha olay sıcakken, ‘Erken iletişim iyidir’ diyerek Ulaştırma Bakanlığı hemen ‘Konunun bizimle ilgisi yok’ dedi çekildi kenara. Oysa geçen sene temmuz ayında Makine Mühendisleri Odası’nın sorularla güçlendirdiği bir raporu çıktı ortaya. Diyor ki ‘Burada metro yapıyorsunuz. Zemin zayıf. Bu inşaat, bu apartmanların altındaki zeminde kayma yaratabilir. Çalıştınız mı, baktınız mı? Evleri boşaltmayı düşünüyor musunuz? Kaç tane ev boşalttınız? Burada kentsel dönüşüm düşünmüyor musunuz?’ Hiç kimse kıymet vermemiş ona. İlk önce bina çökünce, ‘O binaya özel bir şeydir. Bizle, metromuzla ilgisi yok’ dediler. Ama şimdi anlaşılıyor ki bütün bir mahalle, o metro inşaatı yapılırken, doğru tedbirler alınmadığı, doğru özen gösterilmediği için büyük bir felaketin kenarından dönmüş. Ama tabii nasıl bir felaket yaşandığında tek amaçları… Örneğin düşünün Kocaeli Büyükşehir Belediyesi CHP’nin olsaydı? Metro inşaatını da o zaman Ulaştırma Bakanlığı üstlenmez tabii. Onu da kendi imkanlarıyla Kocaeli Büyükşehir Belediyesi yapıyor olsaydı ve bu çöküş olmuş olsaydı? Sabahın 06.00’sında hangi Cumhuriyet Halk Partili belediye başkanının, belediye meclis üyelerinin, bürokratların kapılarını kırıp girip alacaklardı. Şimdi haberi duyar duymaz altı dakika içinde ‘Bakanlığımızla ilgisi yoktur’ diye yalan açıklama yapıyorlar. Biz hem orada ölen dört vatandaşımızın adalet sağlansın isteyen ailelerinin sonuna kadar yanında olacağız. O mahalleyi takip edeceğiz. Ama bu çiftli, ikili hukuk.”
Kartalkaya otel yangını
“Kartalkaya’da yangın oluyor, hepimizin içi yanıyor. Sabahın 09.00’unda bana il başkanım, milletvekilim, belediye başkanım ‘55’in üzerinde şu ana kadar yitirdiğimiz canımız var’ diye bilgi veriyorlar. O gün Ankara İl Kongresi yapacak Sayın Erdoğan. Partisine katılan bir milletvekiline rozet takacak. O ana kadar rakamı beşte tutuyorlar. Rozet takılıyor, tören yapılıyor, alkış - kıyamet bitiyor. Yüzler gülüyor. Dönüyorlar ve sonra açıklama geliyor, ‘Vefat sayısı 60’a ulaştı’ diye. Böyle bir ülkede yaşıyoruz. Orada o yanan, Kartalkaya’da yanan otelin kapısında nal gibi yazıyor, ‘Turizm Bakanlığı ruhsatlıdır. Burayı denetlemeye Turizm Bakanlığı yetkilidir’ diye. Turizm Bakanı, bakan yardımcısı, altındaki dünya kadar bürokrat bilirkişi raporuna göre birinci dereceden suçlu. O bilirkişi raporunu teslim almıyorlar, Ankara’dan gelen telefonla. Bilirkişi raporuna ‘korsan’ diyorlar. Esas, bizzati kendisi korsan başka bir heyet oluşturuyorlar. Almadıkları rapora diyorlar ki ‘Buradan Bakanlığı çıkar, yerine Bolu Belediyesi yaz.’ Bilirkişi diyor ki ‘Ya nasıl yazalım? Belediye sınırları dışında.’ ‘Yaz sen.’ Yazmayıp imzaladıkları raporu teslim almıyorlar. O raporu defalarca burada konuştuk. İkincide belediyeyi de dahil ediyorlar. Belediyenin eri, ‘vicdani sorumluluk’ denerek ağırlaştırılmış müebbet hapis aldı. ‘Çünkü o otele gitmişsin, eksiklikleri görmüşsün. Sonra başvuruyu çekmişler, bunu gidip bildirmemişsin’ diye itfaiye eri ağırlaştırılmış müebbet alıyor. Turizm Bakanlığı önce sorumluların yargılanmaması için soruşturma izni vermiyor. Danıştay’a gidip Danıştay’dan bozduruluyor. Soruşturma izni alınıyor. Ama onlar daha soruşturmaya dahil edilmedi, tek soru sorulmadı. Olayın sıcaklığında bir kısım sanık açısından aileleri tatmin edecek mahkeme kararı veriliyor. Ama esas sorumlular, Turizm Bakanı’nın kendisi zaten onun için burada inşallah milletimiz yeteri kadar milletvekilini verip, gelecek dönem onun Yüce Divan’da yargılanmasını sağladığımızda adalet onun üzerinden bir kez daha tecelli edecek. Turizm Bakan Yardımcısı, alttaki üst düzey sorumlular, esas o meselenin sorumlularının hiçbirisini yargılatmıyorlar, yargılamıyorlar, zamana bırakıyorlar. Olacağı söyleyeyim: Kartalkaya gibi bir - 1,5 ayda yargılama yapılsaydı Soma’da 301’er tane ağırlaştırılmış müebbet ya da müebbet çıkardı. Yaydılar 5,5 yıla, kişi başına beş gün yattılar. Öldürdükleri kişi başına beş gün yattılar. O yüzden şimdi de Turizm Bakanı’nın koruduklarını, kayırdıklarını, sakladıklarını zamana yayarak böyle bir akıbete getirecekler. Ama andolsun ki ne bu Turizm Bakanı’nın, ne o yetkililerin, ne Soma’yı yakanların, ne Ermenek’teki sorumluların Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında yakasını bırakmayacağız. Yeniden yargılanacaklar.”
Belediyeden vakıflara aktarılan para
“Konuştu mu çok güzel konuşuyorlar. Mesela nedir? Osmanlı, bir vakıf medeniyetidir. Vakfiye geleneği vardır. Doğru. Ama sen şu kadar nasibini almış mısın o namuslu yönetim anlayışından? Mülkiyeti kamusal faydaya yönlendiren bir denge mekanizmasıdır. Doğru. Kamunun mu faydasını düşünüyorsun, partinin mi faydasını düşünüyorsun? ‘Vakıf’ deyince, İstanbul Büyükşehir’i 2019’da aldık. 2018’i tam yıl bunlar yaptı, biz martta aldık. 2018 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin vakıflara verdiği paralar: Başta, bir TÜRGEV, Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet. İki ENSAR, üç TÜGVA, dört Önder İmam Hatipliler Derneği, beş İlim Yayma diye gidiyor vakıflara. Bu arada Önder İmam Hatipliler Derneği’nin başkanı imam hatiplilerle ilgili konuşmamızdan sonra çok nazik bir telefon açtı, onun da hakkını teslim edeyim. Bu kadar para ödemişler yandaş vakıflarına. İstisnası bir - iki. Yeni parayla 847 milyon lira, altı sıfır atılmış haliyle. Öyle trilyon, katrilyon eski paralarla. Dolar, 4 lira 80 kuruşken. Şimdi dolar 42 lira. Şimdi ellerinde olsa İstanbul’un 8 milyar lirasını bu vakıflara verecekler. Bu TÜGVA her yerden alıyor, TÜRGEV her yerden alıyor. Son günlerde neler yaptıkları ortaya çıkıyor. Neler yaptığını anlatanların internet hesapları kapatılıyor. Büyük bir suça bulaşmışlık, acayip işler var işin içinde hepsi birden görülecek. Ama bunların vakıftan anladığı bu. Sen İstanbul’u ‘Bana hizmet etsin’ diye birisine veriyorsun. O oranın bütün imkanlarını alıp birinin başında bir oğlu, birinin başında bir kızı, birinin başında bir damat, birinin başında öbür damat… Onlara veriyor bu paraları. İstanbullunun ‘Bana hizmet edilsin’ diye verdiği oyla seçtiğini Silivri’ye atan, İstanbullunun hizmeti için olan paraları yandaş vakıflara dağıtan bir anlayışın bu vakitten sonra İstanbul’a da Türkiye’ye de gölge etmeme vakti gelmiştir.”
"Aziz İhsan Aktaş'ın kaçtığı söyleniyor"
“Şimdi işte bekliyoruz, yarın ne olacak? Ama şu var: Bir suç örgütü lideri var, Aziz İhsan Aktaş. Ben söylemiyorum, savcı söylüyor. ‘Suç örgütü lideri’ diyor. ‘Örgütü bu kurdu. Şunu yaptı, bunu yaptı’ diyor. ‘Sonra geldi bize itiraf yaptı’ diyor. ‘Önüne gelene bir şey söyledi’ diyor. 704 yıl da hapsini istiyor ama serbest, geziyor. Ortalıkta dolaşıyor, dolaşmıyor bu bilinmiyor. Bugünlerde kaçtığı da söyleniyor. Gören olursa, bilen olursa söylenir. Ama 704 yılla yargılanan adam içeride, onun iftirasıyla dört yılla yargılanan belediye başkanlarımız hapiste. 704 yılla yargılanan geziyor, dört yılla yargılanan cezaevinde yatıyor. Altı aydır, sekiz aydır, 10 aydır. O dört yılla yargılanan dört yıllık cezayı alsa yattığı süre neredeyse alacağı cezaya denk geliyor. Cezanın yatarı o kadar zaten.
Casuslukla suçlanan siber güvenlik ihalesi aldı
“Şimdi bu casusluk meselesine kısaca bir bakmak lazım. Şöyle özetlemek isterim: Hüseyin Gün denen kişi, İngiltere, İsrail ve ABD’ye casusluk yaptığını itiraf eden, ‘Casusluk yaptım’ diyen ve son evrede itirafçı olup, ‘İmamoğlu ile birlikte çalıştım’ diye iftira atan birisi. ‘Annem sizinle fotoğraf çektirmek istiyor’ diye gelip yaşlı manevi annesini, sonradan şüpheli bir ölümle rahmetli olmuş hanımefendi, Ekrem Başkan’la fotoğraf çektirmek dışında bir teması yok. Bu iktidar döneminde Milli İstihbarat Teşkilatı dahil, 86 milyon kişinin çalınan bütün verileri Ankara 23, 28, 33’ncü ağır cezalarda, 27’nci İdare Mahkemesi’ndeki açık dosyalarda, sekiz bakanlık ve bağlı kuruluşlarının, hepimizin T.C.’sinden kullandığımız ilaca, yaptırdığımız tahlile, aldığımız maaşa, her şeyimizin bütün bilgileri çaldırılmış durumda. Hakan Fidan çaldırdı, yeni yeni yargılanma imkanı var. O biraz üstünü örtmeye çalıştı. Bu veriler çalındı ve duruyor. Bu Hüseyin Gün’e soruyorlar, bu İBB verilerini. Kendi ifadesinde açıkça okuduk. Diyor ki, ‘2018 yılında İBB verilerinin Dark Web’de satılmaya başlandığını’ söylüyor. Ekrem Başkan’dan önce. Parasını verirsen, bu verilerin hepsi orada duruyor. Yani Ekrem Başkan alsa, buna verse, bu satmaya götürse, ‘Hadi oradan’ diyecekler, ‘Satılmışı var elimizde. Bu para etmez. Sen parayı ver ben sana alasını vereyim’ diyecekler. Bu veriler öyle veriler. Bu iftiracı AK Parti’nin referansıyla Emniyet Genel Müdürlüğü’ne sunum yapmış. AK Parti yollamış. Bu iftiracı geçmişte İngiltere’de Lordlar Kamarası’nda AK Partili bakanlarla, milletvekilleri ile birlikte Türkiye adına sunum yapmış.”
“‘AJAN’ DEDİKLERİ ŞİRKETE SİBER GÜVENLİK İHALESİ VERMİŞLER”
“Ekrem Başkan 17 Nisan 2019’da gelmiş, 18 Nisan günü şunu yapmış. ‘Şu verileri bir yedekleyin başı gözü sağken.’ Hani sonradan 34 - 35 tane yolsuzluk dosyası çıkacak, onlara Süleyman Soylu el koyacak, örtbas edecek, şimdiki İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı da bu dosyaların hiçbiriyle ilgilenmeyecek ya. O AK Parti dönemindeki bu pis işlerin kayıtları için demiş ki, hani o gün giriyor ya kamera peşinde. ‘Yemekte ne var?’ diyor. ‘Normal yemek bu. Ama size antrikot’ deyince. ‘Olmaz öyle’ diyor. ‘Bundan sonra herkese tek yemek.’ O gün Bilgi İşlem’e diyor ki ‘Şu verileri bir yedekleyin.’ AK Partili bilgi işlemci, Bilgi İşlem Daire Başkanı tak telefon açıyor AK Parti’ye. ‘Bu verileri istiyor’ diyor, ‘Verme’ diyorlar. Bölge İdare Mahkemesinden pat diye karar çıkarıyorlar. Verdiği sözlü, sonra kabul etmeyince yazılı talimatın durdurulması için. Süleyman Soylu açıklama yapıyor övünerek. ‘Her ne kadar istediyse de mahkeme kararı ve etkin müdahalemizden sonra geri adım atmıştır. Verileri kopyalayamamıştır. Bu yüzden soruşturulmasına gerek yoktur.’ Nal gibi yazısı var dosyanın üstünde.
Diğer taraftan diyorlar ki, ‘10 Haziran’da Necati Özkan’la bu kişi görüştü. Verileri aldılar.’ Kopyalanmayan verileri alacaklar. 10 Haziran günü İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni Ekrem İmamoğlu yönetmiyor arkadaşlar. Bugünkü İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya yönetiyor. Çünkü 6 Mayıs günü mazbatamızı iptal edip, seçimlerin yenilenmesine karar verip, İstanbul Valisi Ali Yerlikaya’yı İBB’nin başına oturttu bunlar. 10 Haziran günü İBB’de biz yokuz, kayyım var. Seçim var, biz meydanlardayız. Millete derdimizi anlatıyoruz. 13 bin olan farkı ayıptır söylemesi 806 bine çıkarmakla meşgulüz o sırada. Utanmazlığın dik alası olduğu için okumak isterim. Bize ‘Birlikte casusluk yaptınız’ dedikleri Hüseyin Gün’ün casusluğu birlikte yaptığını söyledikleri İngiliz Christopher Paul McGrath, 2024 Aralık, geçen sene Aralık’ta, 10 ay önce Çevre Bakanlığı’ndan lisans yönetim ihalesi almış. 2025 Haziran, bundan üç ay önce, dört ay önce, bu haziran, Ekrem Başkan hapisteyken bu adam Sanayi Bakanlığı’ndan siber istihbarat ihalesi almış arkadaşlar. Siber istihbarat ihalesi almış. Ekrem Başkan hapisteyken, devlet Ekrem Başkan’la birlikte ajanlık yaptığını iddia ettikleri şirkete siber güvenlik ihalesi veriyor.”
“KOZMİK ODAYA GİRİLMESİNİN ÖNÜNÜ AÇAN ERDOĞAN MI CASUS?”
“Şimdi bakın normalde notları böyle önemli gördüğüm yerleri fosforluyorum. Unutmayayım diye. Böyle bir sayfa aslında yoktu. Düz beyaz. Ama konuşmamızın özel bir köşesindeyiz. Buraya yazdım. Köşenin adı: ‘Hak etmediğimizi duyarsak, hak ettiğinizi duyarsınız’ köşesi. Geçen hafta söyledim mi bunu? ‘Hak etmediğimizi duyarsak, hak ettiğinizi duyarsın’ köşemize hoş geldiniz.
Casusluk nedir? Yıl 2009. O zaman Hocaefendi, sonrası CIA beslenmesi dedikleri FETÖ’nün Savcısı Mustafa Bilgili, Genelkurmay Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığı’nın kozmik odasına girmek ister. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, kozmik odaya girilmesine izin veremeyeceğini, durumu Başbakan Erdoğan’a anlatacağını, ileteceğini söyler. Erdoğan’la görüşmeye gider, görüşmenin ardından kozmik odaya girilmesine izin vermek zorunda kalır.
Cumhuriyet tarihinin gördüğü en büyük casusluk faaliyetidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kozmik odası, Türkiye Cumhuriyeti’nin, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin namahrem odası artık FETÖ’cüler eliyle Amerikan istihbaratındadır. Şimdi kozmik odaya giren savcı Mustafa Bilgili mi casus, yoksa onun önünü açan Recep Tayyip Erdoğan mı casus?
Kararı millet versin. Yıl 2011. Seçimlerin hemen öncesi. Danıştay’a 50, Yargıtay’a 108 yeni üye atanacak. CIA talimatlı Fethullah Gülen çetesi Amerika’dan hard disk içinde listeyi gönderin. O isimlerin atanmasını isterler. Danıştay’a 50’de 50, Yargıtay’a 108’de 107, Gülen'in listesinden atama yapılır. Şimdi Fethullah Gülen mi casus, ‘Ne istedilerse verdik’ diyen Recep Tayyip Erdoğan mı casus?
Ya da İlker Başbuğ’u terörist iftirasıyla tutuklatan Zekeriya Öz mü casus, onun altına zırhlı arabasını yollayan Recep Tayyip Erdoğan mı casus?
15 Temmuz darbesini yapan rütbeli askerleri o göreve atayan Personel Daire Başkanı İlhan Talu, bizzat FETÖ’cü çıktı. Şimdi onu o makama atayan Hulusi Akar mı casus, Hulusi Akar’ı bakan yapan Recep Tayyip Erdoğan mı casus?
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir kez Başbakan odası böcekle dinlendi. Yıl 2013. İki yıl aradılar, bulamadılar. Dinlemeyi yapan bugünün Milli Savunma Bakanı Sayın Yaşar Güler’in yaveri FETÖ’cü Mehmet Fatih Akkurt’tu. Şimdi yıllarca bugünün Genelkurmay Başkanı’nın, Milli Savunma Bakanı’nın yanındaki kişiyi FETÖ’cü olarak oraya koyan o cemaat mi casus, yoksa o atamayı yapan Recep Tayyip Erdoğan mı casus?
Dönemin MİT Başkanı Hakan Fidan Basri Aktepe’yi, Elektronik ve İstihbarat Daire Başkanı olarak atadı. Tüm telefon dinlemeleri, izlemeler, teknik takipler, istihbarat alanında ne varsa Aktepe’yi bunun başına getirdi. Bu FETÖ ajanı çıktı. Bu kritik koltuktan sonra bütün bilgileri CIA’ya aktardığı ortaya çıktı. Şimdi Aktepe mi casus, onu buraya atayan Hakan Fidan mı casus, Hakan Fidan’ı MİT Başkanı yapan Erdoğan mı casus?
Grup toplantımızın ‘Hak etmediğimizi duyarsak, hak ettiğinizi duyarsınız’a ilişkin bu haftalık kısmı bu kadar. Sayın Erdoğan’ı, Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı, AK Parti Genel Başkanı Erdoğan’ı haftaya bu köşeye yine beklerim.”
"Akın Gürlek'e soruyorum"
“Bir de haftanın sözlü sorusu: AK Parti sözlü soruyu kaldırdı ya, anayasada yok. Bizde var. Haftanın sözlü sorusunu soruyorum. Ekrem Başkan’ı yolsuzlukla, hırsızlıkla, rüşvetle itibarsızlaştırmaya çalışan, terörle irtibatlamaya çalışan ve Ekrem Başkan gibi bir milliyetçiyi, bir vatanseveri casuslukla itham edip ikinci tutuklamasını yaptıran kişiye şunu soruyorum. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’na soruyorum, Sayın Akın Gürlek’e soruyorum. Hakimler, Savcılar Kanunu’nun 2802, 48’nci maddesinin son fıkrası şöyle: Hakim ve savcılar, kanunlarda belirlenenden başka resmi ve özel hiçbir görev alamazlar. Kazanç getirici faaliyette bulunamazlar. Kanun böyleyken İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’na soruyorum. Başsavcılık görevinin ve maaşının yanında, başka bir gelir elde ettiniz mi? Resmi yoldan? Sözlü sorular, süresi içinde yanıtlanır ve Meclis’e gelip muhatabının yüzüne okunurdu. Tatmin olmazsa yeni soru sorulurdu. Yarın akşama kadar bu sözlü soruma cevap bekliyorum. Cevap gelmediği takdirde, yarın akşamki mitingimizde bu sözlü sorumun cevabını verdikten sonra tüm basın yayın organlarına ilgili belgeleri yolluyorum. Sözlü sorumun süresi yarın akşam bitiyor. Hadi bakalım. Hadi bakalım.”
"Özür borcunuz yok mu"
“Sayın Selahattin Demirtaş ve Sayın Figen Yüksekdağ dahil, siyasi tutukluların serbest kalıp demokratik siyasetin önünün açılması gerekir. 4 Kasım 2016, bugün dokuzuncu yılıdır. Dokuz ve 12 yaşındaki kızlarının yanından alınmış Selahattin Demirtaş, götürülmüş. Şimdi bir kızı 18, bir kızı 21 yaşında. İki evlat hayatlarının en önemli dokuz yılını babalarından mahrum geçirmişler. Her başvurudan sonra Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi oraya bile gidip itiraz ettiler. O itirazları da reddedildi. Ve bugün Selahattin Demirtaş’la ilgili bir tahliye başvurusu yapıldı. Buna Sayın Devlet Bahçeli’nin ‘Hayırlı olacaktır tahliyesi’ demesi çok hayırlı bir demeç. Hayırlı şeye hayırlı söyleyelim. Ama dokuz yıl önce tek başına karar vermesi gereken Türkiye’deki bütün hakimleri, bir gece yarısı koordine edip de farklı farklı yerlerden siyasetçileri alıp da önceden hazırlanmış ta Edirne’deki ta Kocaeli’ndeki, Gebze‘deki cezaevlerine gönderen o mekanizmanın kurgulanması hayırlı mıymış Türkiye için? Dün bunları yapmakla övünenler, Selahattin Demirtaş‘ı içeri atmakla övünenler, Figen Yüksekdağ’ı içeri atmakla övünenler, Osman Kavala’yı AİHM kararına rağmen içeride tutmakla övünenlere soruyorum. Bugün ‘Hayırlısı bu’ diyorsanız, dönüp de bir özür borcunuz yok mu acaba?
Açık söyleyeyim. Bizim de var. Her ne kadar o zaman 120 milletvekilinin 100’ü red oyu verse de, her ne kadar o dönem bizler partide buna karşı bir mücadele vermiş olsak da, Cumhuriyet Halk Partisi’nin 20 - 25 tane ‘İşte efendim referanduma gitmesin de geçecekse buradan geçsin’ diye kullanılan o oylarda bu partinin de kusuru var. Partinin bugünkü Genel Başkanı olarak tarih önünde o günkü kusur için tüm Türkiye’den, Türk milletinden özür diliyorum. Bugünkü Genel Başkan sıfatıyla.”
"Her dönem şeytan lazım"
“Şu kadarcık kusuru vardı partinin. Sonra kusurun yüzde 99’unun sahipleri, şimdi bugün gelmişler sütten çıkmış ak kaşığa dönmüşler. ‘O hayırlı olur, bu hayırlı olur.’ Yine karşısında halen daha Selahattin Demirtaş diyebiliyor ki, ‘Sadece benim açımdan değil, 86 milyonun kardeşlik hukuku açısından önemsiyorum bu kararı.’ Selahattin Demirtaş’ın bu erdemli, bu onurlu, bu sabırlı, bu örnek olacak tutumu karşısında kendisine yürekten bir teşekkür ediyorum. Yürekten. Herkesin yapacağı iş değil bu. Bir de işin bu tarafına bakalım şimdi. O gün Selahattin Demirtaş’a ‘terörist’ diyenler, ‘eli kanlı’ diyenler, ‘bilmem kaç kişinin ölümünden mesul’ diyenler, neredeyse ‘İdamı getirelim, asalım’ diyecek olanlar, bugün ‘Oralar hayırlı’ diyor, ‘Doğru’ diyor. Bugün ne diyor? Çünkü rejim şeytan değiştirdi arkadaşlar. Rejim şeytan değiştirdi. Bu rejim düşmanlık üzerine kurulu bir rejim olduğu için, kavga üzerine kurulu bir rejim olduğu için, korku üzerine kurulu bir rejim olduğu için, güya kendinde olmayan ama devletin kuvvetini ele geçirdiği devlette haksız kullanarak ayakta kalan rejim olduğu için, o gün rejime düşman lazımdı, şeytan lazımdı. O gün rejimin şeytanı Selahattin Demirtaş’tı. Bugün rejime şeytan lazım. Ekrem İmamoğlu var. Bugün el uzattıkları, af diledikleri, övdükleri, dün onların düşmanıydı, partinin adı HDP’ydi, DEM’di. ‘HDP’yi kapatmayan Anayasa Mahkemesi’ni kapatalım’ diyorlardı. Bugün orada başka bir yere geçtiler.”
“GÖRDÜM ŞAŞKINA DÖNDÜM; DEDEAĞAÇ’A ALIŞVERİŞ TURU”
“Diğer taraftan tabii Sayın Erdoğan kızıyor bana ‘Eline bir şey alıyor, altın hesabı yapıyor’ diyor. Gerçekten altın hesabı yapmamaya karar verdim bugünlük. Bakın Sayın Erdoğan’a hesabı göstereyim: TÜİK’in yıllık enflasyonu yüzde 32,8. ENAG, bunu yüzde 60 buldu. Şimdi TÜİK enflasyona yüzde 32,8. Ama 200 TL’lik peynir, bir yılda 355 TL olmuş; yüzde 77. Dana kıyma 550 TL’den 900 TL olmuş; yüzde 63. Ayçiçek yağı 95 TL’den 170 TL’ye çıkmış; yüzde 79. Bu üç ürünün ortalama enflasyonu yüzde 68. Yani vatandaş geçmişte konuşuyorduk ya pinpon topu, bakır çubuk falan filanla değil, bununla karın doyurduğu için vatandaşın enflasyonu yüzde 68. Maalesef gördüm bunu şaşkına döndüm. Tur şirketleri tur düzenliyor Trakya’da, İstanbul’da. Sadece 35 Euro’ya; ‘Dedeağaç’ta gez ve alışveriş yap.’ Bin 400, bin 500 TL para veriyorsun tur şirketine. Yunanistan’a götürüyor seni. Geziyorsun, alışveriş yapıyorsun. Tur da bedavaya geliyormuş. Nasıl? Bizde 355 TL olan peynir, Yunanistan’da 240 TL imiş. Bizde 900 TL olan kıyma Yunanistan’da 350 TL imiş. Bizde 170 TL olan ayçiçek yağı Yunanistan’da 70 TL imiş. Sadece bu üçünü aldığında Türkiye’de bin 400 TL ödüyormuşsun, Dedeağaç’ta 660 TL imiş. İşte 23 yıl sonunda ‘şanla şerefle’ Erdoğan’ın övündüğü Türkiye.”
(Mİ)



