CHP Genel Başkanı Özgür Özel, İlke TV’de “Konuşma Zamanı” programına konuk oldu. Özel, programda Dilek Odabaş, Banu Güven ve Ercüment Akdeniz’in gündeme dair sorularını yanıtladı.
İlke TV'nin web sayfasında yayımlanan söyleşi çözümünde öne çıkan konuları aktarıyoruz.
"CHP'de herkes iktidar için mücadele hedefine kilitlendi"
Banu Güven’in CHP’nin 39’uncu Kurultayı sonrası yol haritasına dair sorusunu yanıtlayan Özel "Ben kimseye güzel günler, kolay bir yoldan iktidar yürüyüşü vaat etmedim. Acı çekmeyi ama direnmeyi, zulüm görmeyi ama teslim olmamayı vaat ettim. Mücadele vaat ettim. Eninde sonunda da iktidar vaat ettim." dedi.
“Şu anda partide görünen, yani normal parti süreçleri içinde yer alan herkes aynı hedefe kilitlenmiş durumda: İktidar ve bunun için mücadele. Bunu kurultay konuşmamda da açıkça söyledim. Ben kimseye güzel günler, kolay bir yoldan iktidar yürüyüşü vaat etmedim. Acı çekmeyi ama direnmeyi, zulüm görmeyi ama teslim olmamayı vaat ettim. Mücadele vaat ettim. Eninde sonunda da iktidar vaat ettim.
Bu konuda parti içinde tam bir mutabakat var, ortada hiçbir şüphe yok. Anahtar listemiz olağan kurultaydan hiç delinmeden geçti. Zaten listemiz Türkiye İttifakı’nı temsil ediyor. Kürt demokratlar, muhafazakâr demokratlar, milliyetçi demokratlar, sosyal demokratlar var. Hepsi CHP’nin tüzüğüne ve programına bağlı ama birbirinden farklı renkler taşıyor.
Parti içinde geçmişte yaşanan tartışmalar artık geride kaldı. Son seçimlerde, Sayın Kılıçdaroğlu ile yarıştığımız kongrede en sert itirazları dile getiren isimlerden Zeynel Emre bugün partinin sözcüsü. Bu da gösteriyor ki biz o tartışma dönemlerini kapattık.
Parti bu birlikteliği sağlarken, hâlâ dışarıda bir yerlerde tartışma yaratan, huzursuzluk üretenlerle artık meşgul olmayacağız. Kurultaydan sonra çıkıp, partinin çıkmadığı televizyonlarda çok ağır sözler söyleyenlerle yolları ayırdık. Bundan sonra bir bütünü tek başına enfekte etmeye çalışan tekil odaklarla da zaman kaybetmeyeceğiz.”
"'Celladına aşık olmak' sözüm DEM Parti'ye değildi"
Özel gene Banu Güven’in sorduğu, Kürt kamuoyunda yaygın bir tepki ve öfkeli yanıtlarla karşılanan AKP iktidarına ve Erdoğan'a hak etmediği bir empati göstermeyi ima eden “Stockholm Sendromu" ve "celladına aşık olmama çağrısı” sorusuna karşılık bir kez daha sözlerinin muhatabının DEM Parti olmadığını söyleyerek yanıt verdi.
“31 Mart’taki darbeden sonra bütün partiler büyük bir dayanışma gösterdi. Hepsine müteşekkiriz. Orada burada. Ayrıca diyorum HDP’nin eş genel başkanlarının hapiste olması Zafer Partisi’nin genel başkanın beş ay hapiste tutulmuş olması ve 19 Mart darbesi bizatihi partilerden çok halkın seçme hakkına vurulmuş darbelerdir diyorum. Ve hangi siyasi partiden olursa olsun bunu izleyebilirsiniz. Herkesi Stockholm Sendromu’na karşı uyarıyorum. Celladınıza aşık olmayın diyorum. Ben burada bir ama burada bir gerçeklik var. Bunu DEM Parti’ye söylemedim. Eşgenel başkanlarına da açıkladım kendilerini kastetmediğimi.
Bizim DEM Parti’yle ilişkileri bozma lüksümüz yok bu siyasi çıkarlar açısından değil. Türkiye’nin ortak geleceği, çözüm umudu, barış umudu, demokrasi umudu, bu baskılardan kurtulma birlikte bir ortak yarına yürümek için DEM ile CHP ayrı düşemez. Hatta sandıktan ümidi olan kimse birbirinden ayrı düşemez. Ben 19 Mart, 26 Mart arası, Saraçhane’de otobüsün üstünde aynı anda hem Selahattin Demirtaş’ı hem de Zafer Partisi’nin genel başkanının meselesini söyledim. Israrla kurtuluş yok tek başına dedik. Bu bir demokrasi meselesidir.”
‘Halkın adayını masadan kaldıramam’
"Adayın belirleneceği güne kadar İmamoğlu adayımızdır"
Ercüment Akdeniz’in İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığına ilişkin olarak CHP’nin başka planlarının olup olmadığına dair sorusuna Özgür Özel "O gün geldiğinde, “Halkın adayını adaylaştıramıyoruz” denirse, bu artık partinin değil halkın meselesidir. O zaman dönüp halka sorarız" yanıtını verdi.
“İmamoğlu’yla ilgili soruya yanıtım net: Ekrem Başkan’ın meselesi bizim A, B, C, Z planımız. Sonuna kadar. Bunun başka bir yorumu yok. Çünkü aksi bir tartışma, iktidara yakın medyanın özellikle kaşımaya çalıştığı, CHP içinde ayrılık ve belirsizlik var algısına hizmet eder. Biz bu oyuna gelmeyiz.
Halkın adayını adaylaştırmamayı göze alanlar, bunun hesabını halka verir. O gün geldiğinde, “Halkın adayını adaylaştıramıyoruz” denirse, bu artık partinin değil halkın meselesidir. O zaman dönüp halka sorarız: “Sizin adayınızı elimizden aldılar, ne yapacağız?” Halk başka bir yol mu bulur, yeni bir inisiyatif mi alır, yetkiyi geri mi çağırır, bunu bugün kimse bilemez.
Çünkü artık mesele partiyi aşmıştır. Bu, doğrudan halkın meselesidir.”
"İBB davasında gizli tanık 'İlke' ifadesini geri çekti"
CHP Genel Başkanı, "İBB Davası"na ilişkin olarak açıklamalarda bulunurken Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasına gerekçe yapılan "[...] Meşe’nin yerine gizli tanık olarak dosyaya dahil edilen 'İlke'nin [...] yazılı başvuruda bulunarak tüm ifadelerini geri çektiğini ve koruma tedbirlerinin kaldırılmasını istediğini", bu yazının" da ellerinde bulunduğunu aktardı.
Özel, bu bilginin iddianame aşamasında kendilerinden gizlendiğini savundu. İlke’nin tanıklıktan çekildiğine dair belgenin kamuoyuyla paylaşılacağını belirten Özel, “Yarından itibaren bunu açıklayacağız. Belgesi var, hatta arkadaşlar çıktı alıp getirirse yayında da gösterebiliriz. Bu belgeyi yayından bir saat önce gördüm.” dedi.
Özel, gizli tanık İlke’ye sonrasında ne yapıldığına dair bilgileri olmadığını belirterek, “Ama Meşe’nin söylediği her şey zorunlu olarak İlke’ye de söyletilmişti. İlke de tanıklıktan vazgeçti” dedi.
"CHP’nin olmadığı komisyondan korkun, biz hepinizin güvencesiyiz"
Özel, TBMM'de kurulan "Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu"nda yer almalarıyla ilgili olarak "Bu komisyona girerken yalnızca çözüm vaat etmedik; aynı zamanda bu meseleden rahatsızlık duyan, geçmiş çözüm sürecine ciddi tepki göstermiş kırılgan kesimlere de açıkça şunu söyledik: CHP’nin olduğu komisyondan değil, olmadığı komisyondan korkun. Biz orada hepinizin güvencesiyiz." dedi. Özel Komisyon'un çalışmalarına katılmalarının saikleri konusunda şunları söyledi:
"Şehit ailelerinin, gazilerin gözüne bakamayacağımız, onlara hesap veremeyeceğimiz bir işin içinde olmayacağımızı özellikle vurguladım. Bu sözü söylediğimde rahmetli Sırrı Süreyya Önder’le aramızda geçen bir diyaloğu da hatırlatmak isterim. Bana, “Bazen annenin yüzüne bakamazsın ama oğlunun yüzüne bakarsın, yoksa onun da oğlu şehit olacak” demişti. Haklı olduğu bir yan vardı ama mesele bundan ibaret değil. Çünkü ben şehit ve gazi derneklerine gittiğimde, bana defalarca şu sözler söylendi: “Biz yandık, başkası yanmasın. Çözüm olsun ama geçen seferki gibi kimse bizi kandırmasın, kimse bizi aldatmasın. Bizimle de konuşulsun.”
Bu yüzden şehit ailelerinin ve gazilerin gelip komisyonda dinlenmesini istedik. Ankara’ya geldiklerinde siyasi partileri ziyaret ettiler, ben de gidip onları ziyaret ettim. Süreci yakından takip etmeye devam ediyorlar.
CHP, hangi kitleyi temsil ettiğini bilen, tarihsel sorumluluğunun farkında olan; ama aynı zamanda sol, sosyal demokrat bir parti olarak barışı savunma yükümlülüğünü de bilen bir yerde duruyor. Türkiye’nin savaşa değil barışa bütçe ayırdığında neler yapabileceğini bilen bir yerden bu cesareti alıyoruz. Burada bir sıkıntı yok.
Elbette kolay bir siyaset alanı da var. AK Parti ve MHP’nin yıllarca bize “terörist” dediği bir zeminde, onları bir kenara bırakıp sert ve milliyetçi reflekslere oynayan bir siyaset kısa vadede pragmatik getiriler sağlayabilir. Ama bu CHP’ye yakışmaz. Biz bunu yapamayız. ”
"Komisyonun bir 'dinleme komisyonu'na dönüşmesi, AKP'nin ayak sürümesinden"
Kendileri iktidarda olsa, AKP ve MHP’nin yürüttüğünden çok daha şeffaf, çok daha açık, çok daha katılımcı ve çok daha demokratik bir süreç işleceklerini ileri süren Özel, bu komisyonu başından beri savunduklarını belirtti ve "Komisyona giderken de çalışma esasları konusunda en kapsamlı hazırlığı yapan parti[nin] yine CHP oldu[ğunu]" söyledi.
"Biz bu meseleye kalıcı, samimi ve ülkenin tamamının faydasını gözeten bir çözüm önerisiyle yaklaşıyoruz. Yazılacak raporda mümkün olan en geniş mutabakatın sağlanması gerektiğine inanıyoruz. Ancak şunu da açıkça söylemek gerekiyor: Komisyonun yalnızca bir 'dinleme komisyonu'na dönüşmesi, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin sürekli ayak sürmesinin sonucudur. Komisyon 31 Aralık’a kadar pek çok somut adım atacaktı; gelinen noktada dinlemeler ancak tamamlanabildi.
Bu durumun bilinçli bir oyalama olduğu kanaatindeyim ve yalnız ben değil, pek çok arkadaşım da böyle düşünüyor. Hatta komisyondaki ayak sürmeye ilişkin tespit, MHP’nin de DEM’in de CHP’nin de ortak tespitidir. Ancak kimse sürecin bütününe zarar vermemek adına bunu yüksek sesle dile getirmiyor.
Oysa ülkenin iktidar partisinin elinde Milli İstihbarat Teşkilatı var. Gidip görüşmeleri yapan, gelip bilgi veren bir devlet mekanizması var. İbrahim Kalın’ın yürüttüğü temaslar da Cumhurbaşkanı’ndan ve iktidardan bağımsız işler değil. Devlet dediğiniz şey binalardan ibaret değildir; görevlendirirsiniz, gider gelir. Bu sürecin bir buçuk-iki yıllık bir geçmişi var. Suriye meselesi, İsrail’in pozisyonu, İngiltere ve ABD istihbaratlarının rolü, Suriye’nin kendi gerçeklikleri ortada.”
"En baştan en büyük hata yapıldı: Halka açık olunmadı"
Gazetecilerin geçiş yasasının nasıl uygulanabileceğine dair sorusunu yanırlerken Özgür Özel "Bu sürecin buraya geleceği baştan belliydi. Şu anda herkes aynı resme bakıyor ama farklı tarifler yapıyor." dedi ve Sırrı Süreyya Önder ile aralarında geçen bir konuşmayı aktardı: "Rahmetli Sırrı Süreyya Önder’le bu konuları ilk konuştuğumuzda bana şunu söylemişti: 'Geçen sefer önce çözüm sonra barış dedik, bu sefer önce barış sonra çözüm diyoruz.' Ben de itiraz ettim, 'Olur mu böyle?' dedim. Bana, 'Kırk yıldır süren bir meselede bir çözüm umudu varsa, uzatılan eli tutarsın' dedi. Haklıydı."
"Ama geldiğimiz noktada görüyoruz ki, bu işin doğası gereği bir süreci var. Ön görüşmeler, müzakereler, karşılıklı güven artırıcı adımlar, ön hazırlıklar, kamuoyunun bilgilendirilmesi, toplumsal desteğin sağlanması, yasal düzenlemeler ve bir geçiş süreci… Bunlar olmadan bu iş çözülmez. Devletin belli evreleri bu süreci zaten yaşamış durumda. Bunu söylediğimizde başta kızıyorlardı ama öyle bir süreç olmadan buraya gelinemezdi.
Şimdi de görüyoruz ki belli bir noktaya kadar yol alınmış. Ama siyasi kaygılarla, seçmenlerine 'kayıtsız şartsız silah bırakma var, başka hiçbir şey yok' deniliyor. Bunun böyle olmadığını herkes biliyor. Bu şekilde anlatırsanız süreç burada tıkanır. Silahlar nereye bırakılacak, nasıl bırakılacak, kim nasıl gelecek; bunların konuşulmuş olması gerekir ve konuşulmuş. Ama halktan gizleniyor.
Açık söyleyeyim: Böyle bir sürecin evreleri konuşulmadan, planlanmadan, karşılıklı mutabakat olmadan kimse siyasi partilere “biz hazırız” demez, kimse de bu muhataplık ilişkisine girmez. Bu belli bir noktaya gelmiş. Ama en baştan en büyük hata yapıldı: Halka açık olunmadı. Halka anlatılamayacak şeyler gizli tutuldu. Oysa baştan anlatmak, toplumsal desteği sağlamak gerekiyordu. 'Hiçbir şey yok, sadece kayıtsız şartsız silah bırakma var' denildi. Şimdi bunun böyle olmadığı ortaya çıkıyor. Komisyona yapılan sunumlar da, devlet yetkililerinin partilere verdiği bilgiler de bunu gösteriyor.
Olumsuz tarafı bu. Böyle yapılmamalıydı. Yapılınca da herkes kendi metnini yazıyor, süreç kilitleniyor gibi görünüyor."
"Demokratikleşme olmadan sorun kalıcı bir biçimde çözülemez"
CHP Genel Başkanı AKP ve MHP’nin kendi metinlerini yazmasında başlı başına bir mahsur olmadığını söyledi ve DEM Parti heyetinin CHP'yi ilk ziyaretinde "İmralı bütün inisiyatifi eline alarak mutlak bir silahsızlanmayı sağlamakta kararlı. Kimse sözünü tutmasa o tutacak." dediğini anımsattı. "Bugün Devlet Bahçeli de o sözün tutulduğunu ve artık devletin adımlar atması gerektiğini söylüyor. "O zaman bu iş bir şekilde çözülür" dedi ve ekledi: "Birilerinin, terörü bitirip Kürt meselesini belli boyutlarıyla çözüp, demokrasi sorununu ve otoriter rejimi aynen koruyarak yoluna devam etmek ist[ediğini]" ileri sürdü.
"Ben buna itiraz ediyorum. Bu mesele demokratikleşme adımları olmadan kalıcı biçimde çözülemez.
'Özel yasa olacak mı, geçiş nasıl olacak?' gibi sorular soruluyor. Açık söyleyeyim, özel yasayı yazmak benim işim değil. Çünkü benim MİT’im yok, ordum yok; kaç mağara var, kaç silah bırakılacak, nasıl olacak bilmiyorum. Bunları bilecek ve planlayacak olan devlettir. Ama siyaset kurumu olarak bizim görevimiz, bu sürecin demokratikleşmeyle birlikte, topluma açık ve kalıcı bir çözüme evrilmesini sağlamaktır.”
"Anayasaya uymayanla anayasa yapılmaz"
CHP Genel Başkanı, gazetecilerin yeni anayasa tartışmalarına ilişkin sorusuna AKP ile Anayasa yapmayı kategorik olarak reddeden bir yaklaşımla yanıt verdi: "Biz çok ilkesel bir yerden şunu söylüyoruz: Anayasaya uymayanla anayasa yapılmaz. Bir kere anayasa yapacaksak, mevcut anayasaya uyulmasını bekliyoruz. Anayasaya uymak ne demek? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamak demek, Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamak demek. Anayasadaki hâkim teminatına, yargı bağımsızlığına uymak demek."
"Bugün ortaya konulan tablo ise tam bir rezalet. Öyle bir noktaya gelindi ki, 40. Ağır Ceza Mahkemesi oluşturuluyor; daha doğrusu dava oraya düşürülüyor, ardından yeni bir heyet atanıyor. Bu, doğal hâkim ilkesine doğrudan aykırı. Sipariş bir heyetin dosyaya bakması kabul edilebilir bir şey değil. Ekrem İmamoğlu’nun ya da bizim bir arkadaşımızın altına şerh düştü diye Anadolu’nun öbür ucuna sürülmesi de olmaz. Bu şartlar altında bu iktidarla anayasa yapmayız."
"Suriye’de gerçeklik yok sayılarak entegrasyon olmaz"
Özgür Özel, Suriye’de devam eden entegrasyon ve güvenlik tartışmalarına ilişkin değerlendirmelerinde SDG’ye yönelik “silah bıraksın, dağılsın, bireysel entegrasyon sağlansın” çağrılarını eleştirdi. Sahadaki güç dengelerinin bu söylemlerle örtüşmediğini söyledi.
Özel, Suriye’de “içine katılsın” denilen ordudan çok daha büyük silahlı güçlerin varlığına dikkat çekerek, “Fiiliyatta kim kime katılıyor, nasıl katılıyor? Bu soru zaten ortada duruyor” dedi. “Ayrılsınlar, tek tek gidip buraya katılsınlar” şeklindeki ifadelerin gerçeklikten kopuk olduğunu vurgulayan Özel, “Açık konuşmak lazım, çocuk mu kandırıyoruz? Kim kiminle neyi, nasıl konuşuyor?” dedi.
SDG’ye yönelik sert söylemlerle entegrasyon çağrılarının bir arada kullanılmasını da tutarsız bulan Özel, “İsterseniz ‘SDG dağıtılsın, bayrak indirsin, kabul etmiyoruz; olmazsa operasyon’ dersiniz. Bu bir tercihtir, açıkça söylenir. Ama bir yandan bunu deyip, diğer yandan sahadaki gerçekliği yok sayarak konuşmak tutarlı değildir” diye konuştu.
Suriye’de yeni bir durumun ortaya çıktığını belirten Özel, eski güvenlik ezberleriyle sürecin yönetilemeyeceğini söyledi. “Bugün Suriye’de Kürtler var, Araplar var, Dürziler var, Aleviler var, Sünni Araplar var, Alevi Araplar var. Bu çeşitliliği yok sayarak ‘sen terör örgütüsün, öbürü cihatçı’ diyerek bu tabloyu açıklayamazsınız.” dedi.
Özel’e göre çözümün anahtarı, bu toplumsal çeşitliliği tanıyan demokratik bir anayasa. Türkiye’nin rolünün de bu yönde olması gerektiğini vurgulayan Özel, “Türkiye eğer bir inisiyatif alacaksa, bunu dayatma üzerinden değil, Suriye’de demokratik bir anayasanın oluşmasına katkı sunmak üzerinden almalı. Bu sürece uluslararası kuruluşlar da dahil edilmeli” ifadelerini kullandı.
Demokratik bir anayasa çerçevesinde yeni bir ordu kurulacaksa, mevcut silahlı yapıların bu orduya nasıl entegre edileceğinin adil ve hakkaniyetli biçimde tarif edilmesi gerektiğini söyleyen Özel, “Adil biçimde inşa edilmeyen bir yapıdan devlet çıkmaz. Herkesin birbirini gayrimeşru gördüğü bir denklemden istikrarlı bir devlet de çıkmaz” dedi.
Özel, Suriye’de kalıcı istikrar için yapılması gerekenin açık olduğunu belirterek, “Suriye’nin bugünkü realitesini görmek, bu realite üzerinden anayasal bir devlet inşa etmek ve buradan hareketle hep birlikte yaşama, hep birlikte var olma ve o ülkeyi hep birlikte savunma iradesini ortaya koymak gerekir” değerlendirmesinde bulundu.
"Türkiye’nin Suriye'de bütün tarafları dikkate alması gerekiyor"
Özgür Özel Suriye'nin "bir an önce istikrara kavuşması için [...] Türkiye’nin inisiyatif alması gerektiğini" vurguladı.
"Bugün Şara üzerinden kurulan ilişkiler buna örnek. İngiltere çıkıp “Biz onu yetiştirdik, bugünler için hazırladık” diyor; eski hâlinin rol, bugünkü kravatlı hâlinin gerçek olduğu söyleniyor. Nedir bilmiyorum ama bir gerçek var: Zamanında dünyanın en fazla sentetik uyuşturucu üretilen, 16 Selefi örgütün bir arada yaşadığı bir alandan söz ediyoruz. Bu yapılar oradan bütün Suriye’ye dağıldı.
Şimdi sen kafayı kesenleri, amfetamin üretenleri, bütün dünyayı zehirleyenleri muhatap alıyorsun. Bunlardan birinin hepsine hâkim olduğunu ve hatta İngiliz istihbaratı tarafından bugüne özel yetiştirildiğini kabul ediyorsun, muhatap kabul ediyorsun. Öbür taraftan da görüştüğün bu gerçeği gizlemeye çalışıp bugün bambaşka bir dil kuruyorsun.
Türkiye’nin bütün tarafları dikkate alan bir yaklaşım kurması gerekiyor. Oradaki Nusayrilerin, her an katliam tehdidi altındaki Arap Alevilerinin Türkiye’deki akrabalarının ruh hâlini de düşünmek zorundayız. Kürt kardeşlerimizin Türkiye’deki Kürtlerle bağları birkaç kilometre ötede devam ediyor. Buradan bağlıyız. Araplara verilen önemi söylüyorsak, Türkiye’de 6,5 milyon Arap yurttaşımız var ve onların da Suriye’deki akrabalarıyla gönül bağları var.
Türkiye bütün bu yapıları bir masaya oturtup uzlaştırabilir, ev sahipliği yapabilir; buna hiçbir itirazım yok. Ama bu sürece uluslararası kuruluşlar da dâhil edilmeli. Çünkü Suriye’nin istikrarı yalnızca Türkiye’nin değil, bütün Avrupa Birliği’nin meselesi. 'Yirmi sığınmacı gelir mi' diye ödleri kopanlar, 5,5 milyon sığınmacıyı Türkiye’nin tuttuğunu unutmamalı. Onların da taşın altına elini koyması sağlanmalı.
Suriye’de kalıcı bir çözüme ihtiyaç var. Suriye’nin barışı Türkiye’nin barışına, Türkiye’nin barışı da Suriye’nin barışına katkı sağlar. İki tarafın birden barışı, Türkiye’nin yüzyılın ikinci çeyreğinde ekonomik ve demokratik olarak çok daha hızlı ilerlemesini mümkün kılar. Yeter ki herkes bu meselede üzerine düşeni yapsın.”
"Türkiye’nin ve bölgenin ortak geleceği için cesaretle adım atılmalı"
CHP Genel Başkanı, "Türkiye’nin ortak geleceği için cesaretle ve kararlılıkla, hızla atılması gereken adımlar"a işaret etti.
"Ben Türkiye’deki Kürtler için de, Suriye’deki Kürtler için de önce sağlık ve barış diliyorum. Her şeyden önce ölmemelerini istiyorum. Barış içinde, sağlıklı bir yaşam sürmelerini istiyorum.
Suriye’deki Kürtlerin; oradaki Dürzilerle, Araplarla, Türkmenlerle birlikte anayasal güvenceye sahip olmasını; sınırın bu tarafındaki ve öte tarafındaki akraba Kürtlerin de Türkiye’nin ve Suriye’nin istikrarlı, ortak ve iyi bir geleceğinin teminatı olmasını istiyorum. Bunun için atılacak her adım, yarın Türkün de Kürtün de çocuğunun karnını doyuracak, milli geliri artıracak, iş imkânı yaratacak."
CHP ve DEM Parti seküler değerlerin öne çıkmasına katkıda bılunabilir
Özgür Özel Orta Doğu’da artık yalnızca İhvan, Müslüman Kardeşler ya da benzeri yapılara değil, başka bir değerin yükselmesine yönelik ciddi bir toplumsal talep olduğunu hatırlattı ve başka bir gelecek vizyonu çizdi:
"Burada ayrıca önemli bir imkân var. Cumhuriyet Halk Partisi ile DEM, bölgede bazı rejimlerin çöküşünden sonra seküler çizgide duran iki parti. Orta Doğu’da artık yalnızca İhvan, Müslüman Kardeşler ya da benzeri yapılara değil, başka bir değerin yükselmesine yönelik ciddi bir toplumsal talep var. Bu noktada Türkiye iyi bir örnek oluşturabilir. Ben “sekülerizmi ihraç edeceğiz” gibi bir iddiada bulunmuyorum. Ama CHP’nin varlığıyla, Türkiye’nin Suriye’de barışı savunan tutumuyla; Selefi grupların değil, demokratik bir anayasanın varlığıyla ve oradaki Kürtlerin tüm varlıklarıyla bu anayasal düzene dâhil olup üretmesi, kazanmasıyla birlikte bambaşka bir tablo ortaya çıkabilir.
Ortadoğu’nun sürekli sömürülen, savaştırılan, iki tarafa da silah satılan ve petrolü yağmalanan bir coğrafya olmaktan çıkıp; doğal varlıklarıyla, insan gücüyle kalkınan, kazanan ve dünyada gerçekten güçlü bir aktör hâline gelmesi mümkün. Ortadoğu’daki bu güçlenmenin en büyük kazananları da, hangi ülkede yaşıyor olurlarsa olsunlar, Kürtler ve Türkler olacaktır."
(AEK)



