Ünlü Hollywood yıldızı Grace Kelly'yle Monaco Prensi Rainier'in bugün 47 yaşında olan büyük kızı, doğduğu günden itibaren tüm yaşamı boyunca magazin basını sayesinde kamuya ait bir kişi olarak yaşadı.
Sevgilileri, evlilikleri başta olmak üzere özel yaşamının çeşitli detaylarıyla "boyalı basına" sık sık konu oldu. Ama bu kez durum çok farklı. Caroline, artık ciddi bir tartışmanın, "basın özgürlüğünün sınırları tartışması"nın öznesi olan tarihi bir kişilik.
Medya "Temyiz"de buluştu
Önce Almanya'nın önde gelen büyük basın yayın gruplarının patronları, ardından bu gruplardaki gazete ve dergilerin genel yayın yönetmenleri, daha sonra medya ve anayasa hukukçuları, politikacılar, önemli basın meslek örgütleri ve nihayet tek tük de olsa ciddi yayın organlarının temsilcileri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) 24 Haziran 2004'te aldığı "Caroline Kararı"nı basın-yayın özgürlüğü için tehdit olarak yorumlayan açıklamalarıyla çıktılar ortaya.
Prensesin, Alman magazin dergisi "Bunte"yle, bu dergiyi haklı bulan Alman mahkemelerine karşı AİHM nezdinde açtığı ve kazandığı dava böylece gündeme geldi.
Farklı çıkarlardan, farklı gazetecilik ve yayıncılık anlayışlarından, geleneklerinden de gelseler, hepsi Alman hükümetinin vakit geçirmeden Avrupa Birliği ülkeleri için üst yargı kuruluşu olan AİHM'nin bu kararına karşı temyiz yoluna gitmesi çağrısında bulundular.
Başlangıçta sessiz kalan hükümet, giderek yoğunlaşan bu çağrıların baskısı altıda geriledi ve konunun bizzat Başbakan Gerhard Schröder tarafından incelendiği, hükümetin kararı inceleyip gerekli adımları atacağı açıklaması yapıldı.
Hükümet, Çarşamba günü durumu görüştü ve medyadan gelen talepleri kabul etmeyerek temyize gitmeye gerek olmadığına karar verdi.
Paparazzi gazeteciliğe darbe
Aslında ilk bakışta kararın temel gazetecilik ilkeleri açısından fazla tartışılacak bir yanı yok gibi. Yüksek mahkeme, "Kişilerin özel yaşamları, kamu çıkarlarının gerektiği durumlar dışında, yayın konusu yapılamaz" temel ilkesi çerçevesinde bir karar vermiş, paparazzi gazeteciliğe ağır bir darbe vurmuştu.
Peki o zaman neden bu kadar yaygara yapılıyor?
Mahkemenin kararına itiraz edenler arasında ciddi gazetecilerin ve meslek kuruluşlarının bulunması, "basın özgürlüğünün tehdit altında olduğu" görüşünü paylaşmaları, bu tartışmanın sadece sansasyonel yayına dayanan "boyalı basın"a bırakılmaması gerektiğini gösteriyor.
Önce, "Bu noktaya nasıl gelindiğinin" öyküsü...
Alman Bunte dergisi, 1993-97 yılları arasında, Caroline'nin paparazilere yakalandığı pek çok pozunu yayınladı. Prenses, bu fotoğraflarda pazarda alışveriş yaparken, çocuklarıyla birlikteyken, daha sonra evlendiği Alman prensi Ernst August von Honnover'le birlikte kayak yaparken vs. görünüyordu.
Özel hayatının böylesine kamuoyuna açılmasına karşı açtığı tazminat davalarıyla hukuk mücadelesi başlatan Prenses, Alman mahkemeleri karşısında başarısız kalmıştı.
Çocuklar hayır
Dava, sonunda Alman Anayasa Mahkemesi'ne kadar gelmişti. Yüksek mahkemenin hakimleri de "kesinlikle kamuya mal olmuş bir kişilik" olarak gördükleri Caroline'nin kamuya açık alanlarda çekilen fotoğraflarının yayınlanmasının yasaklanamayacağına, ancak çocuklarının fotoğraflarının yayınlanmasının yasaklanabileceğine karar vermişti.
Bir yayının kamu yararına olup olmayacağına karar verme hakkının öncelikle yayın organının kendisinde olduğu görüşünü savunan mahkemenin kararında "Basın özgürlüğünün özü, basının, kanuni sınırlar içinde kalarak, neyin kamu yararına olduğuna kendi yayın kriterleriyle karar verebilmesidir" denilmişti.
Kararda sözü edilen "kanuni sınırlar" Alman mahkemelerince şöyle tanımlanıyor: Söz konusu kişi evinin için ve yine evinin dışarıdan görülmeyen dış bölümlerinde bulunuyorsa ya da halka açık bir alanda da olsa eğer kendisine "belirgin bir şekilde ayrı bir yer" seçmişse, örneğin bir restoranın "bir köşesine çekilmiş durumdaysa", çekilen fotoğraflar yayınlanamaz.
Prenses Strasbourg'da kazandı
Alman hukuk sistemi içinde aradığını bulamayan Caroline, mücadelesini Avrupa platformuna taşıdı. Dava, Strasbourg'daki AİHM'e gitti.
Ve, Avrupa hakimleri Prenses'e hak verdi. Almanya'yı 50 bin euro tazminat (üstüne 150 bin euro da mahkeme masrafları da eklenecek) ödemeye mahkum etti.
Alman Anayasa Mahkemesi'nin tersine, bu fotoğrafların ancak, "genel kamu çıkarı söz konusu olduğunda yayınlanabileceğini" savunan AİHM, "Davacı bir kamu görevi yerine getirmediği için" bu koşulun yerine gelmediğine dikkat çekiyor ve yayının yasaklanması gerektiğine karar veriyordu.
Hayat Caroline'siz de geçer
Aslında, yukarıda belirtildiği gibi yüksek mahkeme bir temel gazetecilik ilkesinden hareketle bir karar almıştı.
Çok sayıda insan, Prenses Caroline'nin fotoğraflarını gazetesinde, dergisinde ya da televizyonunda görmeden ve bunların eksikliğini hiç bir zaman hissetmeden de yaşamlarını sürdürebilirdi.
Elbette, o ve onun gibi kişilerle ilgili haber ve fotoğraflar yayınlanamıyor diye "bilgi edinme, haber alma, özgür düşünme, ifade ve serbest eleştiri hakkı" ortadan kalkacak değildi.
İlk bakışta böyle görünüyordu.
Medya ayakta: Sansürü durdurun!
Ancak, AİHM'in bu kararına itiraz edenleri de dinlemek gerekiyor.
İtirazların özü şöyle:
"Kararın genelleştirilmesi halinde, ünlüler, basında çıkacak kendileriyle ilgili bilgi ve fotoğrafları önceden belirleme hakkına sahip olacak, işlerine gelmeyen yayınları önleyecek, böylece basının onları kontrol etmesi gerekirken, onlar basını kontrol etmeye başlayacaklar."
Prof. Dr. Huber Burda (Alman Dergi Yayıncıları Birliği Başkanı, Burda Yayın Grubu Sahibi), Heinz H. Bauer (Bauer Yayın Grubu Sahibi), Mahtias Döpfner (Axel Springer Grubu YK Başkanı), Thomas Ganske (Ganske Yayın Grubu Sahibi), Georg-Dieter von Holtzbrinck (Holtzbirnck Yayın Grubu Sahibi), Bodo Hombach (WAZ Yayın Grubu YK Başkanı, Başbakan Schröder'in partiden yakın arkadaşı), Dr. Bend Kundrun (Gruner + Jahr Yayın Grubu YK Başkanı) ve Karl Dierich (Spiegel Dergisi Genel Müdürü) gibi medya patronları, "Sayın Başbakan, sansürü durdurun!" başlığı altında ortak bir mektup yayınlayarak, basın özgürlüğünün tehdit altında olduğunu ilan ettiler ve Federal Hükümetin karara itiraz etmesi çağrısında bulundular.
Onu, Spiegel, Stern, Focus gibi haber dergileri ve Bild, Welt, Berliner Zeitung gibi gazeteler başta olmak üzere, 60 yayın organının genel yayın yönetmenin benzer bir çağrısı izledi. Çağrıda, "Eğer hükümet bu karara karşı temyiz yoluna gitmezse, tüm ciddi gazetecilerin elleri kolları bağlanmış olacak" deniyordu.
Peşinden kamusal radyo - TV kurumları ARD, NDR ve ZDF'in yöneticilerinin itirazı geldi. Onlar da hükümete yolladıkları mektupta, "Bu kararın gelecekteki görüntülü yayınlar için genel sınırlamalara yol açmasından korkuluyor" diyorlardı.
"Kontrol"den "susma"ya
Alman Gazeteciler Birliği (DJV) Başkanı Michael Konken, Başbakan Schröder'e gönderdiği mektubunda bu karar yüzünden "medyanın kontrol fonksiyonunun, susma fonksiyonuna dönüşeceğini", "yayıncılığın ilan aracı olacağını" savundu.
"Politikacıların, patronların ve diğer ünlülerin hatalı davranışlarının ya da olumsuzluklarının açığa çıkarılmasının yasa yoluyla önlenmesi kabul edilemez" diyen Konken'in açıklaması şöyle bitiyor:
"Demokratik olarak korunan basın özgürlüğümüzün, Avrupa kararlarıyla kısılmasına izin verilemez. Karar tek yanlı. Ünlüler, böylece kendileriyle ne zaman yayın yapılabileceğini belirleyebilecekler."
Gazetecilerin ortak çağrısında yer almamaya özen gösteren ve "Sürekli 'ünlüler'in özel yaşamlarına burunlarını sokarak benim gazetecilik anlayışıma ters düşen, yayın organlarıyla ortak iş yapmak istemiyorum" diyen Handelsblatt gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Bernd Ziesemer de kararın Almanya'daki basın özgürlüğü tehdit edebileceğini savunup, Başbakana temyiz yoluna gidilmesi çağrısında bulundu.
AİHM'nin kararına ilk isyanı başlatan yayın organlarının yayın anlayışlarından oldukça rahatsız olan Alman Basın Konseyi de karara itiraz edilmesini istedi.
Sonunda politikacılar da devreye girdi. "Teşhirciliğe karşıyız, ancak meşru bilgi edinme hakkından yanayız" diyen ana muhalefet partisi CDU (Hıristiyan Demokrat Birlik) Genel Başkan Yardımcısı Wolfgang Bosbach da "Basın özgürlüğünün tehdit altında olduğu"nu savunup, temyiz çağrısı yaptı.
Sadece futbol, skandal yok mu?
İtirazların bir kısmı, esas olarak paparazzi fotoğraflarıyla, ünlülerin özel yaşamlarıyla ilgili sansasyon yayın organlarının patronlarından ve yöneticilerinden geliyordu.
Bunların bir kısmı için asıl sorunun "basın özgürlüğü" olmadığı kesin.
Sansasyonu esas alan, siyasi olarak da özünde muhafazakar, ırkçı, ayrımcı, solun hatta sosyal demokrasinin yeminli düşmanı bir anlayışla hazırlanan bu basın yayın organlarının "basın özgürlüğü"nü ancak kendi çıkarlarına dokunulduğunda hatırladıklarına, dolayısıyla bu isyanlarında samimi olmadıklarına kimsenin şüphesi yok elbette.
Ancak, bu karar, gerçekten basın özgürlüğünü sınırlayabilecek girişimlere de yol açabilecek durumda.
Böylece, basın yayın organları, kamuoyuna mal olmuş ünlülerle, yani sadece Caroline değil, politikacılar, sporcular, iş çevreleri hakkında, ancak bunları kendi alanlarıyla bağlantılı yayın yapabilecekler.
Örneğin, bir futbolcuyla ilgili sadece futbol haberi ve fotoğrafları çıkabilecek, neden olduğu skandallarla ilgili yayın yapılamayacak. Ya da bir politikacıyla ilgili sadece bu göreviyle bağlantılı yayınlar yapılabilecek ancak karıştığı bir rezalet duyurulamayacak.
Son yıllarda çok sayıda politikacı ya da devlet görevlisinin, kendilerini bu fonksiyonlarından uzak oldukları anlarda da takip eden basın organlarının yayınları sonucu, söz konusu fonksiyonlara yakışmadıklarının ortaya çıkmış olması, AİHM kararına itiraz edenlerin önemli argümanlarından.
Schröder ve Fischer'in işine geliyor
"Bir kişinin herhangi bir fonksiyon ya da resmi görevi olmadan da kamuya mal olmuş bir kişi olabileceği"ne işaret eden Kamu Hukuku Profesörü W. H. von Heinegg, bu kişilerin açıkça özel bir mekana çekilmeleri hali dışında, basını sınırlayabilecek "özel yaşamları" olmadığını savunuyor. Almanya Anayasa Mahkemesi ve Almanya Yargıtayı'nın da bu görüşte olduğunu hatırlatıyor.
AİHM hakimlerinin "sürekli paparazziler tarafından takip edilerek, rahatsız edilen bir bayana acıyarak, korunması gereken özel alanı şaşırtıcı bir biçimde çok geniş kapsamlı olarak tanımladığı"nı belirten profesör, Alman hükümetinin bu karara karşı fazla bir şey yapabileceğini sanmadığını söylüyordu. Nitekim öyle de oldu.
Alman hükümetinin Caroline Kararı'na itiraz etmek için 24 Eylül'e kadar süresi vardı. Aslında karar verme yetkisi Adalet Bakanlığı'ndaydı. Ancak, isyanın büyümesi üzerine, bu konuda hükümetin karar vereceği açıklandı.
Geçmişte sık sık özel yaşamları ya da birlikte oldukları insanlarla ilgili haberler yüzünden çeşitli yayın organlarıyla araları bozulan, davalık olan Başbakan Schröder'le yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Joschka Fischer'in bu tecrübeleri nedeniyle AİHM kararını temyiz etmek yerine, bir an önce yürürlüğe girmesine çalışacakları yorumunu yapanlar hiç de az değildi.
Sonuç, bu beklentiler doğrultusunda çıktı.
Hükümet toplantısından sonra bir açıklama yapan Federal Adalet Bakanı Brigitte Zypries, AİHM'nin kararının sadece ünlü kişilerin özel yaşamlarıyla ilgili fotoğrafları içerdiğini, örneğin politikacılarla ilgili yayınlara yönlik bir sınırlamanın sözkonusu olmadığını söyledi.
Hükümetin kararı temyiz etmeme kararı aldığını belirten bakan, bunun "basın özgürlüğü ve kişisel haklar arasındaki sınırlarla ilgili tartışmaya katkıda bulunduğunu", ancak Almanya'daki basın davalarıyla ilgili son karar merciinin Anayasa Mahkemesi olduğunu vurguladı.
Alman gazete patronlarının örgütü BDZ (Alman Gazete Yayıncıları Federal Birliği), hükümetin kararını eleştirdi ve böylece "sansür yolunun açıldığı" yorumunda bulundu.
Hükümetin aksi yöndeki değerlendirmesine rağmen yayıncıların endişesini paylaşan ciddi gazeteciler de var. Yaşanan belirsizliğin "katiller kullanılıyor diye bıçak satışını yasaklamak" gibi bir sonuç doğurabileceğini savunanlar, araştırmacı gazeteciliğin önüne yeni sınırlamaların çıkarılabileceğini belirtenler var.
Bu endişelerin ne derece haklı olduğunu önümüzdeki dönemde basın pratiği gösterecek. (GK/BA)