Aşk-ı Memnu'nun kamusal alan-özel alan ayrımını da etkili bir biçimde ortaya koyduğunu söylemek olanaklıdır. Halit Ziya, Aydınlanmanın kadınlara sağladığı özgürleştirici havadan rahatsızlık duyan, kadını o zamana dek katılmak konusunda pek fazla heves göstermediği "kamusal alan"dan uzak tutmaya çalışan yazarlardan değildir; ancak, özel alanın ve bu alanı kuşatan evlilik kurumunun kurallarından da taviz vermez.
Tehlikeli özgürlük!
Aşk-ı Memnu'da romantik aşk ve cinsellik, bir çırpıda yerini "ehlileştirilmiş" bir evlilik savunusuna bırakmaz. Romanın sonunda Bihter'in ölümüyle hem bir romantik aşk hem de bir evlilik sona erer; ancak, Halit Ziya çok belirgin bir biçimde taraf tutmaz. Şeyla Benhabib,devrimci döneme tanıklık eden birisi olarak Hegel'in "özgürlük ve içtenliğin kanıtı olarak 'serbest aşk'"ın ortaya çıkartılmasını bir safsata olarak değerlendirmesini, "hakiki bir toplumsal cinsiyet eşitliğinin"gelecekte ne anlama gelebileceğini görmüş ve bundan hoşlanmamış olmasıyla ilişkilendirmektedir.
Benzer bir hoşlanmayış, Aşk-ı Memnu'nun yazarı Halit Ziya için de geçerlidir. Hegel gibi 'cinsiyetlerin doğal eşitsizliği'nden söz etmese de, Halit Ziya da erkek öznenin özgürlüğünü pekiştirir.
Kadınların kamusal alanda hoş görülebilecek rahat tavırları,onları özel alanın evlilik kurumu tarafından belirlenen ilkelerine ihanet noktasına getirecek bir özgürlüğe kavuşturdukları noktada reddedilecektir. Aşk-ı Memnu, özgürlüğün yaratabileceği tehlikeyi görmüş bir yazarın romanıdır.
Kamusal alanda özgürleşme
Aşk-ı Memnu, kadının "kamusal alan"a çıkışının simgelediği görece özgürleşmeyi bir "Batılılaşma" işareti sayarak hoşgörüyle karşılarken, kadın cinselliğini bastırılması gereken bir unsur olarak ortaya koyarak son kertede Tanzimat roman geleneğine eklemlenmektedir. Ancak, eskiden "iffetsizlik" olarak algılanabilecek pek çok edimin Aşk-ı Memnu'nun kadınları için gündelik hayatın parçası haline gelmiş, olağan edimler olması, önemli bir zihniyet değişiminin ipuçlarını vermektedir.
Romanda "Melih bey takımı" olarak tanımlanan Firdevs hanım ile kızları Peyker ve Bihter , "hafifmeşreplik"leri hoş görülen kadınlardır. Bu "hafifmeşreplik", kamusal alandan uzaklaşarak özel alana girip bir "yasak aşk"a, bir "ihanet"e neden olduğa anda ise, bir ahlakî çöküntü, bir çürüme havasına bürünmektedir.
Kadının rasyonellikten uzaklaşarak bedeninin isteklerine yönelmesinin ve cinsel ilginin Türk edebiyatında hep az çok "ilahî" bir görünüme bürünen "aşk"ın bir bileşeni olmasının Aşk-ı Memnu'da Bihter'i intihara sürükleyecek olaylara yol açması, yazarın kadın cinselliğini bir "tehlike" olarak değerlendirdiğini düşündürmektedir.
Doğu ve Batı
Bu açıdan Doğu ve Batı arasında ilginç bir karşılaştırma yapılabilir; Mary Wollstonecraft'ın A Vindication of the Rights of Women (1792) adlı yapıtında, cinselliğe ilişkin talepleri olan erkektir; kadın, onu tatmin etmek gibi bir görev ile donatıldığından rasyonellikten uzaklaşmaktadır. Doğulu metinlerinde ise baştan çıkarıcı olan kadındır; kadınların örtünmesi de erkeklerin dikkatini cinselliğe çekerek onları rasyonellikten sapmasını engellemek için gereklidir.
Dolayısıyla rasyonelliğe yapılan vurgu, cinselliğin hayvanî doğasının ortaya konması bakımından, aslında hem kadın hem de erkek için belirleyici bir konumdadır. Ancak, erkeğin cinselliği doğallık çerçevesinde kabul görürken, kadının cinselliği toplumsal alana çekilerek "baştan çıkarıcılık" ile özdeşleştirilmekte ve mahkum edilmektedir.
Özgür aşkın peşinde
Romanda Bihter ve Bihruz'un konumlarındaki farklılık bu açıdan önemlidir. Bihter de Bihruz da "özgür aşk"ın peşindedir; ancak bu durum, sadece Bihter için bir çelişki yaratmaktadır. Bihter, sadece Firdevs hanımın kızı olması nedeniyle değil, aynı zamanda cinsel olarak ilgi duymadığı bir erkekle evli olmasının bir sonucu olarak Bihruz'a yönelir.
Dolayısıyla, Bihter'in çelişkisi sadece "ahlâklı kalmak" ve "annesi gibi olmak" ile belirlenmez, kocasına ihanet ediyor olması da gerilim yaratan bir unsur olarak genç kadını rahatsız eder. Bihruz ise kim olduğunu pek de önemsemeden kadınların peşinde koşan biridir; elde etmeye çalıştığı kadının evli olması ile ilgilenmediği gibi, bu kadının "yengesi" olması da onu çelişkiye düşürmez. Ancak, "düzeni bozan", kötü olaylara sebep olan ve romanın sonunda "ölmek zorunda kalan" yine Bihter olur.
Piyano çalmak, Fransızca öğrenmek
Tanzimat romanlarında hep gayri müslim kadınların oynadığı "iffetsiz kadın" rolünü üst-sınıftan Müslüman bir kadın olarak Bihter'in üstlenmiş olması ve Batılılaşmanın "piyano çalmak" ve "Fransızca öğrenmek" gibi "zararsız" simgelerle değil, kadın ve erkeğin bir arada bulunmasını gerektiren piknikler, küçük flörtler, kaçamak bakışmalar ve mektuplaşmalarla ifadesini bulması, Aşk-ı Memnu'nun bir ölçüde "Batılı" yaşantıyı benimsemiş bir dönemin ürünü olduğunu açığa çıkartmaktadır.
Bihter'in ayna karşısında çıplak vücudunu seyrettiği bölüm, Aşk-ı Memnu'yu kadın cinselliğini dolayımsız bir şekilde ifade eden ilk roman olarak ayrı bir konuma yerleştirmektedir. Bihter'in, kadın cinselliğinin bu ölçüde işlendiği, bedensel hazzın "aşk"ın bir bileşeni yapıldığı bir romanın sonunda ölümle cezalandırılması düşündürücüdür.
Ancak Bihter'in, roman boyunca seçimleri nedeniyle kendisiyle çelişmenin ötesinde ne yazar ne de diğer roman kişileri tarafından yapılan bir saldırı, suçlama, ya da aşağılama ile karşılaşmamış olması, Halit Ziya'nın bu sonu biraz da okuyucuların tepkisinden çekinerek yazmış olabileceğini akıllara getirmektedir.
Bihter'e "haddini bildirmek" fırsatının kimseye verilmemiş olması dikkat çekicidir; ahlakî bir tezi kanıtlama çabası içindeki bir romanda, Bihter'in kocası Adnan bey tarafından ölümle cezalandırılması şüphesiz daha gerçekçi olacaktı.
Eşitlik isteminin ufukları
Aşk-ı Memnu'nun "yasak aşk" söylemi, bir hoşgörü ortamında gelişmiş, ancak bir hoşgörüsüzlük ortamında sonlanmıştır. Bu durum, dönemin toplumsal yapısının bir derece özgürlük vaat etse de, kadınların kontrol mekanizmasının dışında olmasına pek sıcak bakmadığını ortaya koymaktadır. Kamusal alanda ipler biraz gevşetilse bile, özel alanda kadın özgürlüğüne bakışın gerçek dinamikleri işler.
Osmanlı kadınlarını hareketlerini "feminist" olarak nitelendirmekten alıkoyan,ancak hayır işleri, dernek toplantılarıyla zararsız konuları tartışmak için bir araya geliyorlarmış gibi yaparak toplanmalarına yol açan, anayasal veya siyasal haklar açısından eşitlik istemini ufuklarının ötesinde bir hak olarak görmelerini sağlayan da bu ikilik olsa gerek.
Hâlit Ziya (Uşaklıgil). Aşk-ı Memnu. İstanbul: İnkılâp Kitapevi.