Yönetmen Ceylan Özgün Özçelik'in üçlemesinin ikinci filmi "Cadı Üçlemesi 15+ Cezaevinden Mektuplar", 41. İstanbul Film Festivali'nin Ulusal Belgesel Yarışması kapsamında dünya prömiyerini bugün yapacak.
Kadınlara ve kız çocuklarına yönelik erkek şiddetine dair farklı biçimlerde, zamansız ve mekânsız "şifa hikâyeleri" anlatan üçlemenin ikinci filmi "15+ Cezaevinden Mektuplar", kendilerine şiddet uygulayan kocalarını öldürmüş iki kadının öyküsünü anlatıyor.
TIKLAYIN - Erkekler 2021'de en az 339 kadını öldürdü
Aylin Işık ve Havva Zor'un mektuplarından yola çıkan belgesel, gerilimden deneysele türler arasında dolaşıyor. Oyuncular Hare Sürel ve Gülçin Kültür Şahin'in iki kadını seslendirdiği filmin ilk gösterimi bugün saat 19.00'da Kadıköy'deki Sinematek/Sinemaevi'nde gerçekleşecek.
Yönetmen Özçelik, filmin yapım sürecini, Aylin ve Havva'yı bianet'e anlattı.
"Aylin'i sonsuza kadar dinleyebilirsiniz"
Cezaevindeki kadınlara nasıl ulaştınız? Aylin Işık ve Havva Zor isimlerini nasıl seçtiniz? Cezaevinde ziyaret edebildiniz mi?
"15+"nın araştırma sürecinde; dava dosyalarını, adli tıp raporlarını ve haklarında yapılmış tüm haberleri okuyup farklı cezaevlerindeki kadınlarla bir araya geldim. Mesleği yapmıyor olsam da, İstanbul Barosu'na kayıtlı bir avukat olduğum için kadınları ziyaret edebildim. Niyetim bir seçim yapmak değildi. Hayatını bizimle ve seyirciyle paylaşmak isteyecek kadınlar arıyordum. Henüz ilk buluşmada karşılıklı içimizi döktüğümüz, zamanla daha özel bir ilişki kurduğumuz, ayrıksı karakterlerinden büyülendiğim üç kadın oldu: Aylin, Havva ve Behiye...
Belgeselin yolculuğuna birlikte çıkmaya karar verdik. Aylin'i ilk olarak bundan üç yıl önce, Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevinde ziyaret etmiştim. Ömrümde kendini bu kadar güzel ifade eden başka birini görmedim. Aylin'i sonsuza kadar dinleyebilirsiniz.
"Havva aynı anda ağlıyor, ağlatıyor, gülüyor, güldürüyor"
Havva'yı tutuklu bulunduğu İskenderun Cezaevinde ziyaret etmeden önce istinaf duruşmasına gitmiştim. "Ben onu o gece öldürmeseydim, o bizi öldürecekti. Kendinizi benim yerime koyun" dedi hâkime. Hâkim kendini Havva'nın yerine koymadı tabii ama Havva'nın bunu söyleyebilmesi bile başlı başına bir mücadeleydi. Cezaevinde görüş odasına girdiğim anda kırk yıldır tanışıyormuşuz gibi konuşmaya başladık. Havva baş döndürücü biri! Aynı anda ağlıyor, ağlatıyor, gülüyor, güldürüyor.
"Benim hiç güzel anım yok"
Behiye, çekimler sırasında artık belgeselde olmak istemediğini paylaştı. Çekincelerini anlıyordum, "Sadece güzel anılardan ve hayallerden konuşabiliriz" dedim. Altmışlarındaki Behiye elimi tuttu ve "Benim hiç güzel bir anım yok" dedi. Behiye'nin bakışı gözümün önünden hiç gitmedi, gitmiyor: "Benim hiç güzel bir anım yok."
"İkisinin de doğayla ilişkileri ve isyanları benzer"
Mektuplarında Aylin Işık ve Havva Zor, şiddete maruz kaldıkları anlardan çok, iyi, olumlu duygularından söz etmiş. Şiddete maruz kaldıkları erkeklere dair az detay var. Çocukluklarında oyun oynadıkları arka bahçe, köy hayatı, kuşlar... İki kadının da aynı şeyleri anlatması tesadüf müydü? Mektuplaşmalar nasıl gerçekleşti?
Tüm cezaevi ziyaretlerimde Aylin ve Havva dâhil hiçbir kadına uğradıkları şiddete ve olay gecelerine dair soru sormadım. İçerideki uyku düzenlerini, psikolojik ve fiziksel sağlık koşullarını, dinledikleri müzikleri, okudukları kitapları, televizyonda neler izlediklerini, onları nelerin güldürdüğünü, cezaevindeki etkinlikleri ve kursları, ihtiyaçlarını, telefon haklarını, görüşlerini, kimlerle mektuplaştıklarını, avukatları, koğuş arkadaşları ve cezaevi çalışanlarıyla ilişkilerini konuştuk. Dilediklerinde daha fazlasını anlattılar.
Aylin ve Havva'yla da böyle oldu. Onlara mektupla kırktan fazla soru gönderdim. Yaşadıkları mahalleleri, çocukluk anılarını, masalları, şarkıları, hayvanları, bayramları, doğayı, fotoğrafları, arkadaşlarını, kâbuslarını, düşlerini, mutluluğu, mucizeyi, çocuklarını, dışarı çıkınca ilk ne yapacaklarını ve daha pek çok soru sordum. Belgeselde yer alan olay geceleri ve öncesindeki şiddet anlatıları Aylin ve Havva'nın dava dosyalarındaki ifadeleri. Onlara o anları yeniden yaşatacak sorulardan kaçındım. Aylin kim, ne hissediyor? Havva kim, ne hissediyor? Önemli olan buydu. Bambaşka iki karakter olmalarına karşın doğayla ve hayvanlarla ilişkileri çok benzer. İsyanları da...
Çekimler Diyarbakır, Hatay, İzmir ve İstanbul'da
Çekimlerin ne kadarı özgün? Ne kadarı anlatımların geçtiği şehirlerde yapıldı?
Çekimlerin tamamı özgün ve anlatımların geçtiği yerlerde yapıldı. Belgeseli Diyarbakır, Hatay, İstanbul ve İzmir'de çektik. Aylin'in de Havva'nın da belgeselde paylaşabileceğimiz bir video kaydı yoktu ne yazık ki. Fotoğrafları bile yok denecek kadar az. Kendilerine ait olan ne varsa evli oldukları adamlarla yaşadıkları evdeydi. Olay gecelerinden sonra hiçbir eşyalarını geri alamadılar.
Yargı neden yakacak bir "cadı" arıyor?
Belgeselin fikri baştan beri böyle miydi? Film, yolda ne kadar değişime uğradı?
Dünya çapında yapılan çalışmalar, "kasten öldürme" suçu özelinde kadınların suçu yönelttiği kişinin yüksek oranda eşleri veya ailenin başka bir erkek üyesi olduğunu söylüyor. Türkiye'deki kadın "suçlu"larda aile içi şiddetle çocuğunu koruma saiki çok etkili. Belgesele bu sorularla başladım: Kadınlar için öldürmek nasıl ve ne zaman tek seçenek oluyor? Yargı neden kadınlar kendini koruduğunda "öz savunma" diyemiyor ve yakacak bir "cadı" arıyor?
Bu soruları, psikolojik gerilimden deneysele türler ve formlar arasında gezinen bir belgesel aracılığıyla sormak istedim. İç içe geçen imgeler, bakış açısı çekimleri, rahatsız edici bir ses dünyası, elektronik müzik... Netleşemeyen hayalet imgeler ve klostrofobik atmosfer, ışıl ışıl nükteli anılarla paslaşacaktı. Hepsi bir yana görüş odalarına kamerayla girmek istiyordum. Ben sordukça Aylin ve Havva direkt kameraya anlatacaktı. Duygularını görecek ve duyacaktık. Cezaevinde kamerayla kayıt yapabilmek için Adalet Bakanlığı'na başvurduk. Başvurumuz reddedildi. Yeniden, bu kez sadece ses kaydı alabilmek için başvurduk. Başvurumuz reddedildi. Nihayetinde sorularımı mektupla ulaştırdım. Aylin ve Havva, içlerini sayfalara döktüler. Hare Sürel ve Gülçin Kültür Şahin, iki kadının mektuplara döktüğü sesleri oldular. Aylin ve Havva'nın yüzlerini görememek bir tercih değil, mecburiyetti.
Hale Sürel ve Gülçin Kültür Şahin
Pandemi şartlarında post prodüksiyon
Kurgu aşaması hem sizin hem de Arzu Volkan için nasıl bir süreçti? Pek çok görüntü olmalı elinizde.
Çekimleri tamamlayıp post prodüksiyona başlayacağımız sırada pandemi, hayatı durdurdu. Arzu, Roma'da yaşıyordu. İkimiz de şehrimizden çıkamıyorduk. Arzu'yla bir araya gelmeden önce kurguda çeşitli yapısal denemeler çalıştım. Bu denemeleri Arzu'yla paylaştım. Sonrasında aylarca birbirimize bağlanarak ilerledik.
Aylin ve Havva'nın anılarını iç içe geçirdiğimiz, onlarla birlikte o sokaklarda dolaştığımız, düşlerine ortak olup, kâbuslarını paylaştığımız bir yapı kurduk. Çok fazla görüntü varken yan yana çalışamamak kurgu sürecini epey uzattı. Fiziksel olarak sadece iki kez bir araya gelebildik. Arzu kendini belgesele adadı resmen. Salgın şartları ve belgeselin içeriği düşünüldüğünde her yönüyle eşsiz bir dönemdi. Post prodüksiyon süreci yaklaşık bir buçuk yıl sürdü.
"Hüzün hep vardı, hâlâ da var"
Kadınların çocuklarına duydukları sevgi, inanç ve umut filmde ön planda. En büyük dayanakları çocukları. Anneleri cezaevinde olan çocukların görüntülerini kullanırken neye dikkat ettiniz?
Çocukları; Aylin ve Havva'nın zihnindelermiş gibi yansıtmak istedim. Kamera Aylin'di. Kamera Havva'ydı. Çocuklar gülüyor. Çocuklar oynuyor. Çocuklar, Aylin ve Havva'nın çocukluklarının geçtiği evlerin önünde duruyor. Annelerine bakıyor. Her bir plan, hafızada canlanan bir anıya dönüşüyor. Gerçek mi, düş mü, belirsiz. Aylin'in köyü Lice'de çekim yaparken, oğlu bir anda kameraya yaklaştı, kameraya sarıldı ve nihayetinde kamerayı öptü. Çocuklara "kamera anneniz" dememiştim, içlerinden ne geliyorsa onu yapıyorlardı. Ekip olarak büyük bir şaşkınlık yaşadık. Hüzün çöktü. Gerçi hüzün hep vardı, hâlâ da var. Çocukların neler yaşadığını bilmek ağırdı. Her şey çok ağırdı.
Gerilimli filmler ve ferahlama duygusu
"Şifa hikâyeleri" olarak tanımlıyorsunuz filmleri. Gerilimli bir anlatımı olmasına rağmen gerçekten iyi hissettiriyor film. Tabii bu yönetmenin kendi şifa arama süreci de olabilir mi?
Yapımcım Armağan Lale'yle birlikte dört yıl önce sinemamızda yeterince temsil edildiğine inanmadığımız bir konuyu, iyileşmeyi arayan bir hafıza belgeseline dönüştürmek hayaliyle yola çıktık. "Cadı Üçlemesi"ni inşa ederken seyri zor, gerilimli filmler yapmak ama finallerde ferahlama duygusu verebilmek istiyordum.
"Karabasanlarımızı yıkmayı ve renkli düşler örmeyi diliyorum"
Seyircinin salondan umutsuz çıkmasını istemiyordum. Birbirinden farklı dil arayışlarıyla yaptığım bu filmlerle ortak karabasanlarımızı yıkmayı ve renkli düşler örmeyi diliyorum. Evet, kendi geçmişim, şiddet deneyimim bu öyküleri daha içeriden anlatmamı sağlıyor ama yine tam da bu sebepten her adım daha sancılı oluyor. İçimizdeki karanlığı kusmadan rahat nefes alamayacağız.
"Kadının yok sayıldığı sektörümüz..."
Pek çok kadın oyuncu filme destek vermiş, ekibin çoğu da kadınlardan oluşuyor... Biraz bu destek ve ekibin oluşturulma sürecinden söz eder misiniz?
İlk uzun filmim "Kaygı"yla birlikte özellikle departman başlarında kadınlarla çalışmaya karar verdim. Sektörde inanılmaz yetenekli kadınlar ve korkunç boyutta bir cinsiyet eşitsizliği var. Kadının yok sayıldığı sektörümüzde tutkuyu ve mücadele gücünü kaybetmeden film yapmaya çalışıyoruz. Belgesel için aldığımız fonlar, bütçenin dörtte birini ancak karşılıyordu. Yapımcım Armağan uzun ve titiz bir destek süreci inşa etti. Belgeselin tamamlanması için destek olan herkese teşekkür ediyorum. Öz savunma hakkını kullanan kadınların öyküsünü anlatan ekibimiz için çok değerli.
(AÖ)