Son bir yıldır DESA, Novamed gibi direnişler, sosyal güvenlik yasasına karşı kadın platformu gibi şeyler dikkat çekti.
En son geçen hafta ev emeğinin sendikalaşması, feminist bağımsız aday gibi bir dizi değişik çalışmalar gündeme geldi.
Biz de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle bu hafta, kadın sorununun özgün yönlerinde, kadın ve sosyal politika, kadın istihdamı ve kadın emeği üzerine çalışmasıyla tanınan Doç. Dr. Şemsa Özar'la konuştuk.
Neoliberal politikaların kadın emeği üzerindeki etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Neo-liberalizm, emekçi kesimlerin tamamını vuran politikalar bütünüdür. Ancak kadın ve erkekler arasında var olan cinsiyetçi eşitsizlikler bu politikaların kadınlar üzerinde daha ağır etkileri olmasına yol açıyor. Neo-liberalizmin kadınlar üzerinde birçok olumsuz etkisinden bahsedebiliriz. Bunlardan biri 1980’lerde, ihracata dönük sanayileşme politikalarıyla birlikte, ileri sanayi ülkelerinin, özellikle emek yoğun sektörlerden başlayarak üretimlerini sanayileşmekte olan ülkelere kaydırmaları. Tabii ki bunun arkasındaki, bu ülkelerdeki emek maliyetlerinin ve vergilerin düşük olması gibi nedenler yatıyordu. Kadın istihdamında artış oldu. Bu durum olumlu bir değişim gibi gözükse de aslında olumsuz yanları daha ağır basıyor.
Neden buralarda istihdamda kadınlara öncelik veriliyor?
En önemlisi kadınlar erkeklere göre daha düşük ücrete çalıştırılabiliyor. Bu da tabii ataerkil sistemin hâkimiyetinden kaynaklanıyor. Toplumsal yaşamda bir kez kadınları ikinci sınıf bir konuma yerleştirdiğinizde bu her yere, her ilişkiye bir şekilde sızıyor. Toplumun gözünde kadınlar, asıl işinin ev kadınlığı olduğu, aile bütçesine katkı sunan olarak görüldüğü için daha az ücrete çalıştırılabiliyor. Aynı zamanda, yapılan bazı araştırmalara göre kadınlar, elleri daha maharetli olduğu için konfeksiyon ve elektronik sektöründeki birçok işte daha yüksek verimlik gösteriyor. Aslında daha verimli oldukları halde, daha düşük ücrete çalıştırılabiliyorlar.
Bu nasıl oluyor?
Kız çocukları yetiştirilirken hep ev işlerine yönlendirildikleri için el becerileri gelişiyor. Aynı zamanda bazı işlerde küçük ellere sahip olmak da verimliliği artırıyor. Örneğin, Güneydoğu Asya ülkelerinde yapılan çalışmalara göre, kırsal kesimden işçi toplayıp kentlerdeki atölyelere getiren aracılar, genç kadınları parmaklarını ölçerek işe alıyor. Parmak ölçülerine göre işlere dağıtıyorlar. Parmak uzunluğu verimlikte büyük rol oynuyor.
Kadınlar söz konusu olduğunda daha çok kayıt dışı çalışma ve hizmet sektörü akla geliyor, neden?
Kadınlar aile içindeki işbölümü nedeniyle erkekler gibi uzun süreli ve kesintisiz çalışamıyor. Kreş ve yuvaların yokluğu ve varolanların yüksek ücretli olması, kadınların çocuk doğurduklarında eve dönmelerine neden oluyor. Kadınlar, çocuk yaşta çalışmaya başlıyor ama evlendikten ya da çocuk doğurduktan sonra eve dönüyor. Bunun iki nedeni var, biri çalışma koşulları çok ağır, çalışma saatleri çok uzun. Birçok genç kadın işçi, zaten evlenince işi bırakacağını düşündüğünden sigortalı olma konusunda ısrarlı olmuyor. Israrlı olsa tabii işinden olma olasılığı da çok yüksek. Aynı nedenlerle, kadınların sendikal faaliyetlere katılımı da çok düşük. Öte yandan, sendikalar erkek örgütleri. Son derece az sayıda sendika, kadınlara yönelik faaliyetlerde bulunuyor. Bu nedenle de toplam sendikalılar içinde kadın işçilerin oranı sadece yüzde 10 dolaylarında kalıyor.
Bu tabloya göre kriz dönemleri, en fazla güvencesiz çalışan kadınları mı işsiz bırakıyor?
Bu genel bir kanı ama ne kadar doğru olduğu tartışmalıdır. Bu sektörlere göre değişiyor.
Mesela son krizden en fazla etkilen tekstil ve otomobil sektörü?
Evet, bu örnek tam yerine oturuyor. Tekstilde işsiz kalan kadınların oranı daha fazla. Çünkü tekstilde kadın çalışan oranı göreli olarak yüksek. Kayıt dışı ekonominin en yoğun olduğu sektörlerden biri de tekstil. Otomotiv sektörü ise tam tersi. Bu sektörde kadınlar yok gibi. Türkiye’de ve farklı boyutlarda da olsa, dünyanın her yerinde işler 'kadın' ve 'erkek işleri' olarak ayrışıyor. Örneğin, hizmet sektörü genelde kadın ağırlıklı. Türkiye’de hizmet sektörü Avrupa ülkelerindeki kadar kadın yoğunluklu değildi.
Neden?
Mesela biz bankacılık sektörü üzerine çalışıyoruz. 1980’li yıllarda bankacılık sektöründe kadın çalışanların oranı yüzde 30’larda seyrediyordu. Şimdi ise yüzde 50’ye yaklaştı. Bu durum bir açıdan bakıldığında çok olumlu gözüküyor. Kadın-erkek eşitliği sağlanmış. Ancak, tam da öyle değil. Bankacılık sektöründe lise mezularının yapabileceği işleri, üniversite mezunlarına yaptırıldığını görüyoruz. Üniversite mezunu kadınlar göreli olarak düşük bir ücrete çalışmayı kabul ediyor. Erkekler ise eğer kısa sürede yükselebileceklerse o tür işleri kabul ediyor. Kadınlar birçok işe göre daha sosyal ve düzgün bir ortamda, yükselme olanakları olmasa da çalışmayı tercih edebiliyor. Bankaların hiyerarşik düzenine baktığımızda ise üst düzey yöneticilerinin çoğunun erkek olduğunu görürüz. Başka bir ilginç gelişme, Türkiye’de 2001 krizinde yaşandı. Kadınların istihdamında çok küçük de olsa bir artış yaşandı. 2001 krizi, istatistiklerden genelde bildiğimiz kriz dönemlerinde kadın istihdamının düşmesinin tersini gösterdi.
Bunun nedeni ne olabilir?
Birincisi, büyük olasılıkla, bazı sektörlerde göreli olarak yüksek ücretle ve sosyal güvenceyle çalışan erkekleri işten çıkararak yerlerine daha az maliyetle kadınlar işe alınmış olabilir. İkinci olarak, ailenin geçiminden birinci derece sorumlu erkekler işsiz kalınca ya da gelirleri düşünce, daha önce ev dışında çalışmayan kadınlar ne tür iş bulursa orada çalışmaya başlıyor.
Kadın hareketinin gelişimiyle kadınların çalışma yaşamında yer alışlarında bir değişim görülüyor mu?
Mutlaka söz konusudur. Ancak, Türkiye’de kadınların ev dışı çalışma oranı o derece düşük ki, bu değişimin görünür olması çok uzun süre alacağa benziyor. Şu anda çalışma yaşındaki kadınların yaklaşık yüzde 24’ü çalışıyor. Bunun içine kayıt dışının önemli bir bölümü de dahil. Sadece kentsel yerlere baktığımızda ise bu oran yüzde 20’nin altına düşüyor.
Bir süre önce ev kadınlarının sendikalaşması gündeme geldi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de kendini ev kadını olarak tanımlayan yaklaşık 13 milyon kadın var. Kadın hareketi içinde de zaman zaman ev kadınlarına emeklerinin karşılığının ödenmesi konusu tartışılır. Bu konuda iki görüş var. Bir grup, sarf edilen emeğin karşılığının alınmasından yana. Diğer bir grup ise, ki ben de öyle düşünüyorum, böyle bir ücret ödendiğinde kadınların ev kadınlığı konumunun meşrulaştırılmış olacağını söylüyor. Ayrıca, kadınlara emeklerinin karşılığı ücret verildiğinde, verilen hizmetin beğenilmemesi durumunda çıkacak sorunlar nedeniyle kadınlar aşağılanmaya ve şiddete maruz kalabilir.
Bu nedenle, biz Sosyal Güvenlik Yasa Tasarısı Meclis'te tartışılırken, ev hizmetlerine ücret ödenmesini değil, kadınların, kocaları ya da babaları üzerinden sosyal güvenlik kapsamına alınmasının yerine, ücretli bir işte çalışmasalar da, sosyal güvence kapsamına alınmasını önerdik.
Bu önerinizi biraz açar mısınız?
Medeni Kanun'da, TCK’da kadınlar lehine son yıllarda çok önemli değişiklikler oldu. Örneğin, erkek, ailenin reisidir gibi ibareler yasadan çıkarıldı. Ancak, yeni Sosyal Güvenlik Yasası'nda tam tersi bir eğilim görüyoruz. Kadınlar, erkeklere bağlı kişiler olarak görülmeye devam ediliyor. Herhangi sigortalı bir işte çalışmayan kadınların sosyal güvenliğinin ya kocaları ya babaları üzerinde sağlanması prensibi kabul edilmiş. Kadınlar birey olarak, yurttaş olarak görülmüyor. Bu durum hemen hemen her maddede söz konusudur. İlk önce bunun değişmesini istiyoruz.
Son yıllarda görsel medyada kadın programları, yazılı basında kadın köşeleri oluştu. Bu gelişmeyi nasıl değerlendirmek gerek?
Bu programları takip edebildiğimi söyleyemem. Herhalde bazıları olumlu bir işlev görürken diğerleri de kadınlara karşı ayrımcılığın ve şiddetin üstünü örtüyordur. Örneğin, bu programlarda bazen kadınlara yönelik şiddet ve dayak konu ediliyor. İzlediğim bir programda 20 yıldır kocasından dayak yiyen iki çocuklu bir kadını programdaki diğer kadınlar çok ağır bir şekilde eleştirmişti. Neden şimdiye kadar kocasının kahrını çekti, terk etmedi diye. Oysa, o programda bu durumdaki kadınların ne yapabileceği, nereye gidebileceği konuşulmamıştı. Sığınma evlerinin olmadığı bir ülkede, iki çocuklu bir kadın hangi işte çalışıp iki çocuğuna bakabilir.
Bu nasıl aşılabilir?
Türkiye’de şiddete uğrayan kadınların gidebileceği yeteri sayıda sığınma evi açılmalı. Bu konu çok uzun zamandır kadın hareketinin gündeminde. Ancak, hükümetler bu konuya duyarsız. Kadınlar için bu türden sosyal kurumlar neredeyse yok. Var olanlar da yaygın değil. Aynı şekilde biz Sosyal Güvenlik Yasası çalışmasında şunu söyledik: Sosyal güvenlik kadınlara herhangi bir risk altında oldukları durumda yardım etmesi gereken bir sistem olmalıdır. Örneğin, bir işçiye iş kazasında kolu, bacağı koptuğunda nasıl malullük maaşı bağlanıyorsa, şiddete maruz kalan kadınlar için de böylesi bir maaşın, sosyal güvencenin sosyal güvenlik sistemi içinde bulunması gerekir.
Önümüzdeki dönem ne türden bir çalışma yürüteceksiniz?
Benim de içinde yer aldığım 2006'da kurulan Kadın Emeği ve İstihdamını Girişimi Platformu var. Biz esas olarak kadınların emeğinin değersizleştirilmesine karşı çıkıyoruz. Bu çerçevede kadın emeği ve istihdamının geliştirilmesi için bir politika metni hazırlama aşamasındayız. Bu konudaki saptamalarımızı ve politika önerilerimizi nisan ayı içinde yapacağımız bir basın toplantısıyla kamuoyuna açıklayacağız.
Genel çerçevesi ne olacak?
Ev içinde ve ev dışında çalışan kadınların karşılaştıkları sorunlar çok. Aile ve iş yaşamında uyumu sağlayabilmek için devletin, özel sektörün ve erkeklerin yapması gereken birçok şey var. Kadınlar birçok iş alanına giremiyor, girdikleri alanlarda erkeklerle aynı performansı gösterseler de işlerinde yükselme olanakları son derece kısıtlı. Kadın-erkek ücret eşitsizliği sürüyor. İşe alımlarda cinsiyet ayrımcılığı devam ediyor. İşyerinde taciz yaygın. Kayıtdışı çalışma koşulları, işsizlik, sorunlar arasında. Bu saydıklarım gibi birçok saptamamız var. Bunlarla ilgili politika önerilerimiz ve taleplerimiz olacak. Kadın istihdamının artırılmasını istiyoruz.
Nasıl olacak peki bu?
Bunun başarılması için bütünlüklü politikalara ihtiyaç var. Bunun için öncelikle istihdamı geliştirici politikalar izlenmesi gerekir. Bu politikalar içinde ayrıca kadınlara pozitif ayrımcılık uygulanması gerekir. Türkiye’de böyle bir şey yok. İstidamı geliştirmek adına kadın girişimliğini geliştirme ve mikro kredi programı gibi politikalar izleniyor. Geçmiş hükümetler ve halihazırda iktidarda olan AKP hükümeti toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini gidermek konusunda bir çaba içerisinde değil.
"Değişen bir şey yok"
Yerel seçim seçimler sürecinde ilk kez Beyoğlu’nda feministler belediye başkanı adayı çıkardı: Ülfet Taylı. Bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Feministlerin sözlerini, taleplerini her platformda duyurmaları çok önemli. Seçimleri de bu çabanın bir parçası olarak değerlendirmeyi anlamlı buluyorum.
Yerel seçimler sürecinde kadınların geleneksel ataerkil iş bölümü bakımından rollerin değişimi noktasında ortaya çıkan durumu nasıl değerlendirmek gerek?
2009 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde aslında çok fazla bir şeyin değişmediği görülüyor. Daha önceki seçimlerde durum neyse şimdi de aynı şey oluyor. Seçimler erkekler arasında bir yarış.
Kadınların sorunlarını anlamaya, çözmeye ve kavramaya dönük ciddi sayılabilecek bir gelişme yok.
Her şey erkek egemenliğiyle malul. Son birkaç seçimdir çeşitli kadın kuruluşlarının sesi çıkmaya ve duyulmaya başlandı, ama partilerde çok fazla karşılığı oluşmadı.
"Mücadele biçimleri çeşitlenmeli"
Emine Arslan’ın DESA direnişini ve bunun etrafında oluşan duyarlılığı, kadın hareketi içinde nereye koymak gerek?
Geçen hafta içinde, benim çalıştığım üniversitenin Kadın Araştırmaları Öğrenci Kulübü’nün düzenlediği bir panelde Emine Arslan ile birlikte konuşmacıydık. Emine Hanım gerçekten dirayetli bir kadın. Tek başına bir direniş başlattı, kadın hareketi de onu destekledi. Bu hem kadın hareketi için, hem de direnen kadınlar için çok önemli bir gelişme. Bu çok önemli moral değere sahip bir direniş. Yine Novamed direnişinde de kadınlar benzer bir dayanışma örneği verdi.
Bu gibi direnişleri, 'direnişleri erkekler yapar, eşler, analar destekler' genel prensibinin değişiminin işareti olarak görmek mümkün mü?
Evet, ama bu türden direnişlerin sayısı Türkiye’de oldukça az. Aslında kadınların yoğun çalıştığı işkollarının çalışma koşulları genel olarak çok daha kötü ve ücretler de düşük. Bu nedenle de bu türden direnişlerin daha fazla olması gerekir. Ama olmuyor. Bunlar belki ilk işaretler sayılabilir.
Bu örnekler artık kadın hareketinin yönünü dönmesi gereken sosyal alanı da göstermiyor mu?
Aslında kadın hareketi çok uzun yıllardır haklı ve doğal olarak şiddet ve taciz konularına odaklandı. Bir süredir çalışma yaşamı ve emek eksenli bir yönelimi var. Sözünü ettiğim panelde de bunu konuştuk. Kadın hareketinin mücadele biçimlerini çeşitlendirmesi gerekiyor diye düşünüyorum.
Neyi kastediyorsunuz?
Genel bütçenin nasıl kullanıldığını veya değerlendirildiğinden söz ediyorum. Eğitime yapılan yatırım veya destek, kadınların yaşamını nasıl etkiliyor. Kadınların yaptıkları spor dallarına mı daha çok para ayrılıyor yoksa erkeklerin yaptıkları spor alanlarına mı? Bu tür çalışmaları her harcama alanı için yapmalıyız.
Kadın hareketi ezilenlerin hareketi olarak, diğer ezilenlerle nasıl bir bağ kurmalıdır?
Aslında Türkiye’deki kadın hareketinde böyle bir damar var. Kadın hareketi etnik, cinsel, dinsel veya yaş gibi konularda ayrımcılıkla oldukça ilgileniyor. Yeterli mi, değil.
Bu konuda feminist hareket içinde farklı yaklaşımlar var. Ben sadece kadın-erkek eşitsizliğiyle sınırlı bir mücadelenin kadın hareketini çok fazla geliştirmeyeceğini düşünüyorum. Her türden ezilme ile kadın hareketi güçlü bağ kurmalıdır. (HT/EZÖ)