"Sevgili seyirciler oyunumuz başlamak üzeredir, lütfen telefonlarınızın ve bilgisayarınızın sesini açınız."
Karantina günlerinde pek çok kültür sanat etkinliğini çevrimiçi izlemiş, hayatı "çevrimiçi yaşamış" bizlerin belki de yeni dönemde duymaya alışacağı bir anons olacak bu.
Dikkat dikkat! Oyun başlıyooor.@FNFTurkey Vakfı desteği ile hayata geçirdiğimiz Korona Günlerinde #Özgürlük Projemizin ilk oyunu için geri sayım başladı. Oyunun gösterim tarihini çok yakında sosyal medya hesaplarımızdan duyuracağız.#özgürlükiçin #4freedom pic.twitter.com/kFRnTUisAA
— beraberce Derneği (@beraberce2018) July 14, 2020
Bu süreçte salgın herkesi farklı şekillerde etkilese de özellikle çoğumuz "özgürlük" kavramını bir kez daha sorguladı.
Beraberce Derneği, Friedrich Naumann Vakfı'nın da desteğiyle "Pandemi günlerinde tartışılan 'özgürlük' kavramı, oyun yazarlarınca ele alınsaydı ortaya ne çıkardı?" sorusunun peşine düştü ve tasarımını tiyatrocu İlyas Özçakır'ın üstlendiği "Korona Günlerinde Özgürlük" projesi hayata geçti.
Çevrimiçi canlı izlenecek
Proje kapsamında iki tiyatro oyunu sergilenecek. Canlı oynanacak oyunlar Beraberce Derneği'nin Youtube ve Facebook hesapları üzerinden yayınlanacak.
Çevrimiçi perde 21 Temmuz saat 21.00'da Ebru Nihan Celkan'ın yazdığı "EkoWasch Yıkama Kurutma Şirketi" oyunuyla açılacak. Oyunun oyuncu kadrosunda Ceren Taşçı ve Barış Gönenen yer alıyor. "Bulaş-ık" oyununu ise Çiğdem Şimşek ve Sinan Akcan kaleme aldı.
İki oyun farklı şekilde sergilenecek, birincisi çevrimiçi performansa uygun olması sebebiyle canlı şekilde oynanacak. İkincisi ise "Okuma Tiyatrosu" şeklinde sergilenecek.
Özçakır iki oyunu şu cümlelerle anlatıyor:
"'EkoWasch Yıkama Kurutma Şirketi' çok azımızın başına gelen/gelebilecek bir hikaye. Bu biricik hikayeden yola çıkarak hepimizin özdeşlik kurabileceği duygulara yöneliyor. Diğeri ise çoğunluğun yaşadığı eve kapanmışlık duygusundan hareketle bir çiftin özel hayatına, değer yargılarına, toplumsal bakışına, buradan da özgürlük kavramına bakışlarına doğru evrilen bir tartışma."
"Üretmenin hepimize iyi geleceğini düşünüyorum"
Aslında proje, Özçakır'ın koronavirüs öncesinde uzun zamandır üzerinde çalıştığı bir oyun yazma projesi. Salgında eve kapanmayla birlikte böyle bir proje için en uygun zaman olduğunu düşünmüş.
"Üretim yapmak zorunda olduğumuzu değil ama bir şeyler üretmenin hepimize iyi geleceğini düşünüyordum. Tabii salgından önce tema korona değildi. Ben daha ziyade zor geçmişler üzerine çalışmayı düşünüyordum ve bir hatırla(t)ma projesi olacaktı bu.
"Beraberce'den gelen fikirle birlikte, yaşadığımız bu travmatik döneme oyun yazarlarının gözünden bakma düşüncesi hoşuma gitti. Çünkü duyarlılıklarına en güvendiğim kişiler her zaman oyun yazarları olmuştur. Bize yeni bir pencere açabilirler diye düşündüm. Sonrasında temayı belirledik.
"Bu salgın hepimizi çok farklı şekillerde etkilemişti (etkilemeye de devam ediyor) ama özellikle özgürlük kavramının hepimizin bir kere daha sorguladığı bir kavram haline geldiğini düşündük ve böylece temamız da şekillenmiş oldu: Korona Günlerinde Özgürlük.
"Bir amaç da yeni yazarlar kazanmak"
"Aslında proje beş yazarın yazacağı beş kısa oyundan oluşan bir yapıda. Yapılabilirse beşer kısa oyunun bir araya gelmesiyle ortaya çıkacak birkaç uzun oyunun sahnelenmesi de gizli hedefler arasında. Ama bunlar sonraki adımlar. Şu an için elimizde iki kısa oyunluk bir başlangıç desteği var. Her şey istediğimiz gibi giderse sonrası için de hızlıca harekete geçebiliriz.
Proje tamamen netleşince çalışmalara başladık. Toplumsal duyarlılıklarına güvendiğim/inandığım yazarların yer aldığı uzun bir liste çıkardım. Ama ilk etapta yalnızca iki oyunla başlayacağımız için iki yazar belirledim ve kendileriyle iletişime geçtim. Yazar seçimi konusunda dengeli davranmaya çalıştım. Bir yanda tiyatro camiasında bilinen, oyunlarıyla kendisini kanıtlamış yazarlar varken diğer tarafa yeteneğine ve yaratıcılığına inandığım ama şimdilik o kadar da çok bilinmeyen yazarları yazdım. Çünkü projenin bir diğer gizli amacı da yeni yazarlar kazanmak. Umarım iki oyundan sonrasını getirebiliriz ve hem tecrübeli yazarlarımızdan yepyeni hikayeler duyarız hem de pek bilmediğimiz yazarları hayatımıza katarız.
"Her bir bireyin özgürlükle ilişkisi farklı şekillendi"
"Özgürlük" kavramının korona günlerine nasıl yansıdığına daha geniş çerçevede bakmanın biraz zaman alacağı görüşünde Ebru Nihan Celkan:
"Henüz bilmediğimiz, vâkıf olamadığımız olumsuz ve olumlu sonuçları olduğunu düşünüyorum. Süreç devam ediyor ve önümüzde bizi neyin beklediği de çok açık değil. Bildiklerimiz ya da en azından benim takip edebildiğim kadarıyla Korona öncesi dezavantajlı olan gruplar için bu dezavantajların şekli maalesef çeşitlendi.
Mesela beyaz yakalılar için çalışma süreleri limitsiz ve tanımsız bir hale geldi. Kadınların şiddete uğrama oranlarının ve şiddetin şeklinin arttığını da istatistikler ortaya koyuyor. Çocuklar konusu maalesef kocaman bir bilinmezlik. En azından benim için öyle çünkü çocukları merkeze alan bir bakış açısıyla politikalar geliştirilmediği için onların mağduriyetlerini de görünür kılmak kolay değil.Bildiğimiz online eğitime geçişle beraber fırsat eşitsizliğinin daha görünür olduğu.
"İşçiler de ya aynı şekilde çalışmaya devam ettiler ya da ücretsiz izne ayrıldılar. Bu şekilde kategorik olarak bakmanın da bireylerin özel alanda yaşadıklarını görünmez kılmasından endişe ediyorum. Tüm beyaz yakalıların, kadınların ve diğer büyük başlıklarda tasnif edilen insanın yaşadığı aynı değil. Dolayısıyla her bir bireyin özgürlükle ilişkisinin de farklı şekillendiğine inanıyorum. Kimisi için sokağa çıkmamak kimisi için sokağa çıkmak zorunda olmak. Fakat yine baskın gürültü içinde bu sesleri duyamıyoruz. Geçici vizeyle bir ülkede kalmak zorunda olduğunuzda ve reçeteli ilacınızı alamadığınızda da özgürlüğü düşünüyorsunuz mesela. Özgürlük kavramına hakikatle bakabilmek için sanırım daha fazla insanın hikayesini duymaya ihtiyacımız var."
"Sevdiklerinize usulünce veda edememek ne demek?"
"EkoWash Yıkama Kurutma Şirketi" oyununu ise şöyle anlatıyor:
"Oyun da aslında biraz önce söylediğim yerden bakıyor. Tek başına Almanya'da yaşayan ve kısa bir süre önce o ülkeye yerleşmiş bir kadının bu dönemde yaşadığı bir kayıp üzerine yazdım. Cenazeler ve o cenazelere katılımcı sayısının sınırlı olması bu dönemde beni en fazla sarsan düşüncelerden biriydi. Sevdiklerinize usulünce veda edememek ne demek? Diğer taraftan sınırlar yüzünden, vizenizin türü yüzünden gittiğiniz ülkede kalmak zorunda olmak ne demek? Bir yerde yaşınız yüzünden içeri kapanmak diğer bir ülkede ise dilini bilmediğiniz için kendinizi içeri kapatmak nasıl bir duygu? Hem kişisel sınırlarımızı hem de koşulların bize çizdiği sınırları düşünerek yazmaya çalıştım. Özgürlüğü de sanırım o sınırlar üzerinden düşünüyorum."
"Ben de 'çevrimiçi hayat' sürdüm"
Çevrimiçi sahnelenecek "EkoWash Yıkama Kurutma Şirketi"ni kaleme alırken Ebru Nihan Celkan bu durumu ne kadar gözetti peki?
"Bunun heyecan verici bir yazma deneyimi olduğunu düşünüyorum" diyor.
"Bu tiyatro mudur? Ya da nedir? Tartışmasını da kendi içimde yaşıyorum. Fakat oyun yazmaya devam etmek o kadar güçlü bir arzu ki biçim düşüncesini benim için bir şekilde anlamsız kılıyor. Yazarken çevrimiçi durumun oyun için avantajlarını mümkün olduğunca düşündüm ve bu perspektiften oyunu yazmaya özen gösterdim. Nihayetinde bu dönemde ben de herkes gibi "çevrimiçi hayat" sürdürdüm. Bundan yola çıktım. Peki çevrimiçinin sınırları özgür iradeyle aşılabilir mi? Ekranlara yabancılaştırıcı unsurlara rağmen bir birey başka bir bireye umut verebilir mi? Birbirimize bu koşullarda da iyi bakabilir miyiz? Belki daha iyi bakarız diye düşünerek yazdım. Yani evet, çevrimiçi hayatımızı gözettim."
"Uçağa binebiliyorsunuz fakat tiyatro salonunda iki saat yan yana oturamıyorsunuz""Olağanüstü durumlar ya da kriz anları öncelikle hep sanat alanını olumsuz etkiliyor. Koronavirüs sonrası özellikle özel tiyatroların ve tiyatro emekçilerinin durumu nasıl şekilleniyor?" sorusuna Celkan ve Özçakır şu yanıtları veriyor: Ebru Nihan Celkan: Tiyatro maalesef yıllardır kültür politikaları içerisinde hep sırasını bekleyen, hep kendi yağında kavrulması için biraz daha dışarıda bırakılan bir alan oldu. Tiyatroyu yaygınlaştırmak, insanlarla buluşmasını kolaylaştırmak, tiyatroya erişim hakkının yani kültür hakkının gözetilmesi ne yazık ki gündeme ya gelmedi ya da geldiyse de ideolojik angajmanlarla bir süre denenip vazgeçildi. İster özel ister kamusal tiyatro olsun şu an bir grup insan mesleğini icra edemiyor. Başlarda koşulların herkes için aynı olduğu söylendi fakat zaman geçtikçe görüyoruz ki aslında aynı değil. Uçağa binebiliyor ve deniz aşırı seyahat edebiliyor fakat bir tiyatro salonunda iki saat yan yana oturamıyorsunuz. Sadece Türkiye'de değil dünyada da böyle garabet durumlar var. Bizim yaşadığımız farklılık ise bu koşulları tiyatrolar için yaşanabilir hale getirmeyi önceleyen bir politikanın bir yaklaşımın bir arzunun olmaması. İlk günden bu yana başta Tiyatromuz Yaşasın, Tiyatro Kooperatifi olmak üzere net bir şekilde talepleri dile getirdiler, getirmeye devam ediyorlar. Diyalog imkanı da sağlandı ancak sonuç maalesef arzu edilen şekilde alınmadı. "Sanata 'olmasa da olur' penceresinden bakan bir iklim"Gücünü seyirciden desteğini devletten, bağımsız enstitülerden ve/veya sanatsever burjuvaziden alan yurtdışı örneklerinde endişeli ama yine de üretime dönük bir süreç oluşturulabildi. Türkiye'de durum ne olmalı sorusunun birden fazla cevabı ve bu zorlu sürecin birbirinden farklı yüzleri olduğunu düşünüyorum. Kültür ve onun güçlü yapı taşlarından tiyatro bu ülkenin insanı için bu ülkeyi yönetenler için ve bu mesleği icra edenler için asgari müşterekte olmazsa olmaz anlamını taşısaydı farklı bir süreç yaşardık. Henüz serbest sanat çalışanının bile tanımlanamadığı bir iş hukukuyla, özel tiyatroların statüsünün belirlenmediği bir atmosferde ve daha da önemlisi sanata ve tiyatroya "olmasa da olur" penceresinden bakan bir iklimde aldığımız yaraları sarmak uzun sürecek. Tek dileğim bu yaraların bireylerin yaşamlarını, yaşama haklarını ortadan kaldıracak kadar sarsıcı olmaması. Tiyatro kurumları kolay kurulmuyor, kolay ayakta kalmıyor ve bir insanın hayatı, yaşama devam etmesi, işini yapabilme özgürlüğü çok kıymetli. Tiyatrocu oyun oynayamadığında, ışık tasarımcısı ışığını yansıtamadığında, kostümcü kumaşlara hayat veremediğinde ortadan kaybolan sadece bir ekonomi ve meslek değil, kaybolan var olma, var etme hakkı yani özgürlük. "'Korkusuz' seyirci bulabilecek miyiz?"İlyas Özçakır: Açıkçası tam bir belirsizlik söz konusu. Kimse tiyatronun geleceği konusunda sağlıklı bir fikir yürütecek konumda değil bence şu anda. Özel tiyatrolar her zaman maddi mücadele halindeyken yeni gelen şartlarda yüzde kaçı ayakta kalır bilmiyorum. Yüzde kırka varan vergilerle çalışılan özel tiyatrolarda en iyi ihtimalle yüzde elli seyirci kapasitesi ile oynanacak bir oyunun kâr etmesi ne kadar mümkün? Bu maddi riski göze alıp sahnelenen oyuna yüzde elli kapasiteyi dolduracak kadar "korkusuz" seyirci bulabilecek mi bu tiyatro? "Ebeveyninin seçimlerini beğenmediği çocuklar gibiyiz"Seyircinin ve tiyatronun aynı anda riski göze aldığı durumda, aralıklarla oturmuş, oyunu tedirgin bir şekilde izleyen bu küçük kitlenin heyecanı yetecek mi oyuncunun sahnedeki motivasyonuna? Bu soruların hiçbirine cevap veremiyorum. O sebeple kendi adıma fiziksel anlamda tiyatro yapmayı şimdilik erteledim ben. Ne zamana kadar bilmiyorum. Sanırım korkusuzca oyun izleyebilecek isteği kendimde bulana kadar. Bu süreçte çevrimiçi projeler üretmeye çalışıyorum. Bunun fiziksel anlamda üretmekle aynı şey olmadığını biliyorum. Ama birileri bizim için bir şeyler yapmadığı sürece kendimiz için bir şeyler yapmak zorundayız. Ebeveyninin seçimlerini beğenmediği, dolayısıyla gerektiği önemi vermediği, ya da bizzat ebeveyninin sorumsuz olduğu çocuklar gibiyiz. Hayatta kalmak zorundayız! | |
(AÖ)