"En İyi Film Ödülü"nü alan yönetmenliğini Çağla Zencirci ve Guillaume Giovanetti'nin yaptığı "Sibel" filmi, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu" ile "En İyi Kadın Oyuncu" ödüllerini de aldı. Film, bu yıl Toronto başta olmak üzere uluslararası birçok festival gezdi, 71. Locarno Film Festivali FIPRESCI Ödülü'nü de layık görüldü.
Köylülerin dışladığı bir genç kızın hikâyesini anlatan Sibel, elinde tek bir değnekle köye sığınan Ali, yılın belli zamanlarında köye indiğine inanılan kurt. Film, eğer, hepsinin birer metafor olduğunu düşünürseniz, Türkiye’nin pek çok haline de gönderme yapıyor.
Film “Özgürlük cesaret ister” mottosuyla dikkat çekiyor.
Filmin baş karakteri Sibel’i canlandıran Damla Sönmez ile Kadıköy’de bir araya geldik, söyleştik.
Senaryo size nasıl ulaştı?
Çağla Zencirci ve Guillaume Giovanetti ile ilk kez filmin çekimlerinden iki buçuk yıl önce buluştuk. Sibel, üçüncü uzun metrajlı filmleri ve daha önce de hep gerçek karakterlerle çalışmaya alışkınlar. O yüzden yazarken gözlerinin önünde bir yüz olsun istiyorlar. Sibel’le ilgili fikir geliştirirken de ben geliyorum akıllarına. “Damla olsa bunu nasıl oynardı?” diye düşünüyorlar.
Sonra diyorlar ki “Tamam senaryoyu yazmaya başlamadan önce gidelim konuşalım, belki istemeyecek”. İstanbul’a geldiklerinde filmin konusu ile ilgili beş cümle söylediler. Ben onlara da hikâyeye de o an vuruldum.
"Gel birlikte hayal kuralım"
Neden?
Hem güçlü bir kadın hikâyesi hem ötekileştirilen bir bireyin güçlenme hikâyesi. Dedim “Ben çok istiyorum ama ıslık çalamıyorum”. Onlar da dediler ki, “Biz senaryoyu yazıyoruz sen ıslık çalış”.
Onlar gitti, ben ıslık çalışmaya başladım. Ses çıkarırken videolar atmaya başladım. Onlar da ara sıra bana senaryodan bölümler gönderdi.
Filmi çekmeye başlamadan altı – yedi ay önce geldiler ve senaryomuz bu dediler. Öyle de filmi çekmeye başladık.
“Ön hazırlıklara başlayacağız senin de bizimle olmanı istiyoruz” dediler. Bu da filmin çekim yerlerini belirlemekle başlayan bir süreç. Bana “Biz hayal kurduk gel demediler”, “Gel birlikte hayal kuralım” dediler. Bu da beni çok etkiledi.
"Karadeniz kadını hem beyin işçisi hem kas"
Giresun Kuşköy sizi nasıl etkiledi?
Baskın bir Karadeniz şivesi bekliyordum ancak Bartın’da anneannemler nasıl konuşuyorsa öyle konuşuyorlardı. Kuşköy’de bütün o zorlu coğrafyanın yükünü kadınlar çekiyor, yapmadıkları iş yok. Daha önce de belgesel çekildiği için köyde kameraya alışıklar, o yüzden hem kamera önünde hem de arkasında bizimle çalıştılar.
Oradaki kadınların nasıl olduğunu biliyordum biraz. Ailede bir mevzu olunca kadınlar toplanır, tartışır, ancak karar erkekten çıkıyor gibi görünür. Karadeniz’de beyin işçisi de kas işçisi de kadındır. Ama bir yandan da coğrafya üzerinden genellemek ne kadar doğru, tartışılır.
Belki de İç Anadolu’da bir kadın da Sibel’in dünyasında aynı tepkileri verecekti. O yüzden belki de bölgenin kadını değil de o karakter nasıl etkiledi diye bakmak gerekiyor. Kendi fiziksel gücünü gündelik hayatta kullanan ama o gücün farkında olmayan karakterlerden söz ediyoruz.
Hiç konuşmadan derdini anlatmak zor gelmedi mi?
Ben bizim mesleğimizde en çok yeni bir şey öğrenmeyi, farklı şeyler denemeyi seviyorum. Hayatta asla yapamayacağımı düşündüğüm şeyleri yapabiliyor olmak bana yeni bir özellik katıyor. Her yeni karakteri oynamak, tanımak yeni bir insan tanımak gibi.
Onur Ünlü ile yıllar önce bir dizi çektim bana “Ateş çevirir misin?” dediler. “Ne zaman başlarız?” dedim. Neden demedim yani. Burada da konuşamayınca kendimi nefesle nasıl ifade edebilirim, ona baktım. Sibel karakteri için fiziksel bir dayanıklılık da gerekiyordu. Gitmeden bir ay önce buradaki spor programımı değiştirdim. Denge çalışması yaptım.
Çekimler kaç hafta sürdü?
Altı hafta sürdü. Bütün ekip orada yaşadık. Altı gün çalıştık bir gün dinlendik. Benim olmadığım tek plan var filmde. Gece üçte kalkıp sabah 5’te kahvaltıya inip sonra işe başladık bütün ekip öyle yaşadık. Yoksa yapamazdık.
"Hakkında en az şey bildiklerimizden korkuyoruz"
Ali’nin hikayesine gelirsek..
Çağla şöyle anlatıyor “Ali’ye her şey” diyebilirsiniz. Ali’ye filmde de her etiket yapıştırılıyor. Dağdaki teröristten vicdani retçiye kadar. Ali’yi en az bilgiye sahip olduğumuz kişi olarak bırakmak istediler. Amacı da buydu. Hakkında en az şey bildiğimiz, aynı zamanda en tehlikeli olarak addedilen kişi. Ama filmin tek silahsız olanı da Ali. Gerçekte de öyle değil mi? Hakkında en az şey bildiklerimizden korkuyoruz, “öteki” diyoruz.
Sizin için ötekileştirme..
Ana akım sinemamızda öteki olma hali çok yok, biraz arthouse filmlerde söz edebiliriz belki ama bu anlamda hayatta ötekileştirilenler sinemada da yer bulmuyor pek diyebiliriz.
Sibel’i ilk okuduğumda derdini kadın hikâyesi üzerinden anlatan bir karakter olabileceğini düşündüm. Bir yandan da kendi olamayan, bununla ilgili aksiyona geçme mücadelesi veren, hepimizin içinde bir yerlerde yer alan bir karakter olarak okudum. Ötekileştirmeyi, öteki olma halini de durumlara göre farklı yorumlayabiliriz.
“Ne aksi insan ne aksi kadın” diyoruz oysa kendi olmaktan çok uzak, etrafına göre yaşıyor kendi de mutsuz yaşıyor başkalarını da mutsuz ediyor. Onun içinde de “öteki” dediğimiz Sibel var.
Diğer yandan toplumun genel normları dışında bir hayat süren herkesi öteki deyip iteleyebiliyoruz. Öteki dediğimizi normalleştirmeye çalıştığımızda zarar veriyoruz. Ötekiyi öteki adına kurtarmaya çalıştığımızda daha çok zarar veriyoruz. “Bence sen bunu demek istiyorsun” yerine “sen ne demek istiyorsun” diyebilmek önemli.
"Sibel'le çok kalabıklaştım"
Filmin festival yolculuğu sizi nasıl etkiledi?
Sibel'le çok kalabalıklaştım. Onlar böyle şeyler yaşamıyordur dediğiniz toplumlar da benzer baskılara tanık oluyorsunuz. Filme ilgili her söyleşi bir şekilde dertleşmeye dönüyor. Sibel’in gittiğimiz festivallerde, hem kendi ülkemizde hem yurtdışında farklı farklı kültürlerde, yaptığımız söyleşilerde hep böyle ruh halleriyle karşılaştım. Nereli olursak olalım bir toplum içinde yaşarken bu sıkışmışlığın içinde kalabiliyoruz. Sibel’in seyircide yarattığı etki gibi bir benzeri bende de nerelerde kendim olamadığıma dair farkındalığımın gelişmesine yardım etti.
Damla’yı böyle projelerde görecek miyiz?
Evet, başından beri dahil olabileceğim, kadın hikâyesi anlatan, kadın karakterlerin tek boyutlu olmadığı projelerde yer almayı ben de istiyorum. Çağlaların “Gel hayal kuralım” demesi gibi, baştan dahil olmayı tercih ediyorum.
Bir de yapımcılık girişimin var. Ali Tansu Turhan tarafından yazıp-yönetilen bir kısa film üçlememiz var. İlk filmimiz “Yanlış Anlamazsan Bir Şey Sormak İstiyorum” tamamlandı.Festival sürecini bekliyor.
Dostoyevski’nin Beyaz Geceler kitabındaki İkinci Gece bölümünün duygusu baz alınarak tasarlanmış “İkinci Gece” üçlemenin ikinci filmi. Şu an post prodüksiyonu devam ediyor.
Filmin künyesi Yönetmen: Çağla Zencirci, Guillaume Giovaanetti |
Damla Sönmez hakkında Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nda yarı zamanlı 2 yıl keman 1 yıl piyano dalında öğrenim gördü.St. Joseph Fransız Lisesi'ni bitirdikten sonra Paris Sorbonne Üniversitesi'nde başladığı tiyatro eğitimini Yeditepe Üniversitesi Tiyatro Bölümü'nde burslu olarak tamamladı. New York Black Nexxus Academy'de Stuart Burney ile çalıştı. "Bornova Bornova" filmindeki rolüyle 46. Altın Portakal Film Festivali'nde "En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu"., Sadri Alışık Sinema ve Tiyatro Ödülleri'nde "Umut Veren Genç Yetenek", Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali'nde "Genç Cadı" ödüllerini aldı (2009). 18. Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali Genç Başkanı oldu. "Deniz Seviyesi" filmindeki rolüyle 21. Altın Koza Film Festivali ve Milano Uluslararası Film Festivali'nde (MIFF) "En İyi Kadın Oyuncu" ödülünü aldı (2015). Pürtelaş'ın "Constellations/Parçacıklar" adlı oyunu, Tiyatro Yanetki'nin (2012) "Yalnız Batı" adlı oyunuyla başlayan, "Savaş" (2014) oyunuyla devam eden profesyonel tiyatro hayatının üçüncü oyunudur. "Savaş" oyunundaki rolü ile Yeni Tiyatro Dergisi'nden "En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu" ödülünü aldı. |
(EMK)
* Damla Sönmez'in fotoğrafları Evrim Kepenek / bianet, filmden sahnelerin yer aldığı fotoğraflar filmin web sayfasından.