Ak'ın yazdığı Genco Erkal, Sumru Yavrucuk ve Erdem Akakçe'nin rol aldığı "Fay Hattı"ysa Berlin'de sergilenmiş, İstanbul'da yaşanması olası bir deprem ekseninde yaşanılan gülünçlükler, çelişkiler, iç hesaplaşmaların mizahi bir dilde anlatıldığı konusuyla büyük ilgi gördü.
Ak, yeni yazdığı "Globalizasyon" adlı oyunu da şöyle özetliyor: " Üç kadın karakter var, farklı kültürlerden ve onlarla bağlantılı yan karakterler. Sanallığın sağladığı yakınlığın aslında yakınlık mı yoksa uzaklık mı olduğuna dair bir hikayeden bahsedebiliriz.Globalizasyon'un galası Almanya'da yapılıyor.
Evet, sadece karikatürist demek onu bize anlatmıyor. Oyun yazarı, mimar diye eklerken, şehir ve insan odaklı toplumsal çalışmaları akla geliyor elbette. İşte, "Vapurlarımızı Vermiyoruz" bu çalışmalardan biri.
Ama bizim Ak'la söyleşimizin konusu "1 Nisan Dünya Şakalaşma Günü". 1 Nisan'ın nereden geldiğine dair bilgilerse kesin olmamakla birlikte şöyle:
1564'de Fransa Kralı IX. Charles, yıl başlangıcını Ocak ayının birinci gününe alır. Daha önce Avrupa'da yaygın olan yıl başlangıcı Mart ayının 25'nci günüdür. O zamanki iletişim şartlarında IX. Charles'ın bu kararı fazla yayılamaz, duyanlarsa protesto amacıyla eski adetlerine devam eder.
1 Nisan'da partiler düzenlerler, diğerleriyse onları Nisan aptalları olarak nitelendirir. 1 Nisan'a "bütün aptalların günü" ismini verirler.
Sürpriz hediyeler, yapılmayacak partilere davetler ve gerçek olmayan haberler üretirler.
Yıllar sonra Ocak ayının yılın ilk ayı olmasına alışınca Fransızlar "1 Nisan" gününü kendi kültürlerinin bir parçası olarak devam ettirirler ve gelenek bütün dünyaya yayılır.
Sizce şaka ve şaka kültürünü nedir, nasıldır?
Şaka kültürü Türk Kültüründe de fazlaca yer alıyor. Hatta 1 Nisan'a sığmayan bir şaka kültürü var. Fakat asıl mesele şakanın günümüzde aldığı biçim. Artık neredeyse her şey şaka halini aldı.
Öyle bir dünya ki "şaka gibi" yaşıyoruz. Büyük bir savaş yaşanıyor. İnsanlar ölüyor. Ama gazetede öldürülmüş bir askerin cebinden çıkan bonbon şekerini yiyen bir çocuğun fotoğrafını görüp beğenebiliyorsunuz. Çünkü fotoğrafta hınzırca kurgulanmış bir şaka var. Her şey şaka gibi sunulmaya başlıyor.
Artık ciddi bahsedilen bir konuyu hemen şakalaştırma ihtiyacı duyuyoruz. Bu süreç aslında bütün dünyada yeni bir insan tipi oluşturdu: Gerçekleri görmekten kaçan, hakiki bir sorundan bahsedildiğinde bundan rahatsızlık duyan bir gençlik.
Aslında şaka bu haliyle endüstrileşmiş eğlence kültürünün en temel öğelerinden biri. "Yoksa Amerika bir şaka mı?" diye soruyorlar ya onun gibi. Her şeye bakıp basitçe "Şaka mı bu acaba?" diyor, geçiyoruz.
Yani savaş da bugün eğlence dünyasının bir parçası. Ağlamak, hüzünlenmek bile "entertainment" uzantısı. Çünkü empati duygusu kaybedilince olayın biçimiyle ilgileniliyor. Böyle olunca savaşın kendisi kamera şakasına dönüşüyor. Üçüncü sayfa haberleri de şaka gibi algılanıyor.
Gerçekten savaşa katılmış insanlar bile uçaklardan o bombaları atarken olay bir şakaymış gibi fonda konuşuyor.
Şakanın bu kadar meşrulaşması ve hayatın kendisi haline gelmesini ideolojik olarak ele aldığımızda o insan tipinin statükocu ve statükocu olduğunu gizleyen bir insan tipi olduğunu düşünüyorum. Hatta statükoculuğa karşı duran diğer insanlar aşağılanıyor.
Şakayla mizah arasındaki ayrım nedir?
Aralarında ciddi bir ayrım var. Şakayı küçümsemiyorum, şaka, şaka olduğu zaman çok güzel oluyor ama az öncede bahsettiğim gibi hayatın kendisi şaka olduğu zaman hayattaki bütün olumsuzların üstü örtülmek isteniyor ve bu korkunç bir durum. Böyle olunca şakaya değil mizaha ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.
Sanatın da şaka haline geldiğini yakın zamanda İstanbul Bienali'ni gezdiğimde gördüm. Şaka dolu bir festivaldi ama bir tane bile mizah eseri yoktu.
Mizah, insanı varolan kurallara karşı, şakaysa kural dışı güldüren bir şey. Herkesin smokin giydiği bir ortama sen benekli don giyerek gidersen bu herkesi güldüren hoş bir şaka olur. Ama bütün bu insanların neden smokin giyerek orada bulunduklarına dair bir eleştiri getirip dalga geçersen bu mizah olabilir.
Eğer şakayla dalga geçmeyi başarırsak, onu mizah nesnesi haline getirirsek, gerçekten bugünkü toplumu anlayabiliriz gibi geliyor. Şakalar kendi kendilerini nesneleştiremedikleri için bu gerçekliği anlayamıyoruz.
Köyün delisinin gözünden bakarsak dünyaya şakayla algılamaktan kurtulmuş olup mizah yapabiliriz. Köyün delisine gülmekse şakanın görevi.
Kalpazanlık yaptığı için Diojen'i Sinop'tan kovuyorlar ve bir daha Sinop'a girmesi yasaklanıyor. Diojen Atina'ya kaçıyor. Atinalılar "Seni Sinop'a sokmamakla cezalandırdılar. Utanmıyor musun, üzülmüyor musun?" diye soruyorlar. Diojen'in cevabı "Ben de onları ömür boyu Sinop'ta kalmaya mahkum ettim" oluyor.
Diojen'in gözünden bakınca hayata şakayla mizah arasındaki ayrım çok hoş bir şekilde ortaya çıkıyor. Şaka Sinop'un dışına çıkamadığı için özgürleştirici değil, mizahsa kurallarla dalga geçiyor.
Böyle olunca artık travmatik bir şekilde "1 Nisan Dünya Şakalaşma Günü"nü diğer günlerden farklı olmadığını düşünüyorum.
Karikatür ve şakanın ilişkisi nasıl?
Sürekli "gag", şaka yaparak, karikatür çizenler var. Onlar bunu mizah sanıyorlar ama mizahla alakası yok. Ara sıra ben de yapıyorum.
Nasıl oluyor?
Karikatür içine seyircinin hiç bilmediği şekilde mesajlar yerleştirerek oluyor. Aslında ben o karikatürde bir arkadaşıma bir şey anlatmak istemiş oluyorum.
Ama bu durum benim ve arkadaşım dışında kimsenin bilmediği bir durum. Karikatürün ana temasını çarpıtmaması şartıyla gönderme yapmak için hoşuma giden bir yol.
Aklınıza size yapılan ya da sizin yaptığınız bir şaka anısı geliyor mu?
Hiç unutmam, bir ara bir kapak çalışması yapıyordum ve desen çizerek çalışıyordum. Büroda beraber çalıştığım arkadaşım ben öğle yemeğine çıkınca benim masama oturup özenle çizdiğim desenin kopyasını çıkarıp aslına benzeyecek şekilde boyamış. Sonra da kopyanın üzerine çini mürekkebi dökmüş. Orijinal desenimi saklamış.
Büroya döndüğümde masamın üzerinde çini mürekkebi şişesini ve üzerine çini mürekkebi dökülmüş deseni gördüm. Öyle kötü oldum ki şakayı da yutmuş oldum. Ben kendime gelemeyince arkadaşım orijinal deseni çıkardı ve şaka yaptığını söyledi. O kadar etkilenmişim ki sevinemedim bile.
Şakacı arkadaşlar vardır muhakkak
Evet ve şaka için yaşayan insanlar vardır. Benim tanıdığım en şakacı insan Ahmet Sönmez ki vaktinin çoğunu şaka planlayarak geçirir. "Uzun Ahmet" deriz biz ona.
Şaka yapmaktan zevk aldığı kadar kendisine de şaka yapılmasından da hoşlanır. Kendisine karşı yapılan şakaları hemen sezer ve karşı şakaya başlar.
12 Eylül döneminde -hiç şaka yapılmayacak bir dönemde- arkadaşları Ahmet'i arar ve "Biz tutuklandık. Şu anda gözaltındayız" diyerek eşek şakası yaparlar. Ahmet hemen anlar şakaya maruz kaldığını.
İnanmış gibi görünür ve sanki onları kurtarmak için çabalarmış gibi gösterir kendini. Bürosunda fon seslerini değiştirerek farklı yerlerden aramış gibi yapar.
Teybe bir arabesk kaset koyup "Şu an kebapçıdayım" der. Sanki arkadaşlarını kurtarmak için çeşitli yerlerdeymiş gibi. Ama sonunda onları kurtarmaya çalışırken gözaltına alınmış olur, hazırladığı şakaya göre.
Bir karakoldan telefon etmesine izin verirler. Arkadaşlarına telefon eder ve "Sizin yüzünüzden gözaltına alındım. Şu karakoldayım" der. Karşı taraf çok inanır ve kendilerini çok suçlu hissederler ve Ahmet'i kurtarmak için karakola gider ve onu ararlar. Böylece kendi şakalarının matrak bir şekilde kurbanı olurlar.
Şaka ve zeka arasında güzel bir ilişki var.
Evet ama tuhaf şakacılar da yok değil. Mesela bir arkadaşım, beni bir partiye çağırmıştı. Hazırlandım, gittim. Parti çok erken bitti çünkü o kadar sıkıcıydı ki herkes kaçtı.
Yıllar sonra partiyi düzenleyen arkadaşım itiraf etti. Meğerse kendine bir şaka hazırlamış ve oturup düşünmüş ki "Hangi insanları yan yana getirsem birbirlerinden sıkılırlar" diye. Biz sıkılırken o çok eğleniyormuş meğer.
Bu çok nadir yapılan geliştirilmiş şakalardan. İnce bir espri söz konusu. Bizler eşek şakasını, el şakasını daha mı fazla seviyoruz da bu kadar yaygın?
Ben bunu cinayetlere benzetiyorum. Türkiye'de hiçbir cinayet önceden planlanmaz. Polisiye roman da gelişmemiştir zaten. Şakalar da böyle tasarlanmadan yapılıyor. Önceden tasarlanan şakalar taammüden cinayete giriyor. Çünkü insanlar hep anlık yaşıyor.
El şakalarınınsa batılıların da anlayamadığı dokunma kültürüyle ilgisi var galiba. Onlar iki erkeği ya da kadını birbirine dokunurken görünce eşcinsellik akıllarına geliyor. Halbuki bu dokunma kültürüyle oluşan bir şey. Kültürel bir mesele. Gülmek ağlamak da topluma göre değişiyor.
Kendinize şaka yaptınız mı hiç?
Evet. Bir keresinde üç dört arkadaş toplaştık ve benim kurguladığım bir şakayı kendimize uyguladık. Şakaya göre herkes daha önce hiçbir şekilde yapılmamış bir yemek yapacak ve diğerlerine yedirecekti.
Yemekleri yaptık ve nedense tek etkilenen de ben oldum. Ben ertesi gün boyunca kusarken arkadaşlarım hayatlarına sağlıklı bir şekilde devam ettiler.
Ben fikrimin ne kadar saçma olduğunu düşündüm ama diğerleri çok mutluydular ve eğlendiler.Oysaki bir arkadaşım "dolma" yerine "boşalma" yemeği yemişti. Ona bir şey olmadı.
Boşalma yemeği?
Ayvanın içini oyarak boşaltılan bir yemek oldu. Sucuklu sos ve içi boşalmış ayvayla servis ediliyor. (EZÖ)