Türkiye’de sosyalist hareketler arasında önemli bir yeri olan, kadın hareketi ve gençlik hareketi açısından da önemli bir dinamiği temsil eden Halkevleri, iki yıl önce tarihinde ilk kez bir partiyi adres göstermiş, HDP’ye destek çağrısı yapmıştı.
Halkevleri 24 Haziran için gene HDP’ye destek çağrısı yaptı ve aynı zamanda Halkevleri eski genel başkanı avukat Oya Ersoy İstanbul 2. Bölge’de HDP’nin 2. sıra adayı oldu.
Ersoy, HDP’yi desteklemelerinin iki temel nedenini, “AKP-MHP ittifakının Meclis’te çoğunluk olmasının engellenmesi” ve “Kürt halkının Meclis’te demokratik temsilinin önemi” olarak açıklıyor. CHP'de merkezin merkez sağa yöneldiğini ve bugün solda nesnel olarak “büyük bir boşluk” oluştuğunu belirtiyor.
"Destek çağrımızın nedeni..."
2015’deki seçimlerden sonra bir kez daha HDP’ye destek çağrısı yaptınız. Siz de HDP’den aday oldunuz.
Bu seçim 16 Nisan’ın devamı. Aynı zamanda bir diktatörlüğün, tek adam rejiminin, anayasal rejim haline gelmesinin oylanacağı bir seçim. HDP’yi destekleme çağrısı yapmamızın iki temel sebebi var. Birincisi, AKP-MHP ittifakının Meclis’te çoğunluğu kaybetmesi kritik. İkincisi, Kürt halkının Meclis’te demokratik temsilinin önemli olduğunu düşünüyoruz. Adaylık süreci bu çağrıdan sonra oldu. 7 Haziran 2015 seçimlerinde de aynı çağrıyı yapmıştık. O zaman da “Yürü üstüne üstüne AKP”nin” diye bir kampanyamız vardı. HDP’ye oy verilmesi çağrısı yapmıştık. Halkevleri’nin tarihinde bir ilktir, bir partiye oy verilmesi çağrısı. Bunun sebebi, Recep Tayyip Erdoğan’ın bir rejim değişikliğini ülkeye dayatması ve aynı zamanda Kürt sorununun geldiği nokta. Sonuçta kendine “demokratım” diyen herhangi birinin, Kürt halkının Meclis’te siyasal temsilini savunması gerekir. Benim adaylığımı da, böylesi bir dönemde bunu güçlendiren bir şey olarak düşünüyoruz.
“Sosyalistler mutlaka Meclis’te olmalı”
24 Haziran seçimlerini nasıl bir dönemeç olarak görüyorsunuz?
Bu seçimlerde iki ihtimal var. Üçüncü ihtimali düşünmek bile istemiyorum. Üçüncü ihtimal, diktatörlüğün anayasal rejim haline gelmesi. O durumda zaten oyunun kuralları da değişir. Parlamentonun tamamen işlevsizleştiği bir süreç ve bir diktatörlük inşası… Diktatörlüğe karşı mücadele farklıdır. Bugün, diktatörlüğe geçiş sürecinde önümüze konulan bir sandık var. Bu, onlar açısından, halktan rıza alma, sandık ihtiyacı duyulan bir süreç. İki ihtimal dediğim şu: Birinci ihtimal, HDP’nin Meclis’e girdiği ve AKP-MHP ittifakının Meclis çoğunluğunu kaybettiği ve ikinci turda Tayyip Erdoğan’ın başkanlığı kazandığı durum. Erdoğan, AKP aracılığıyla bir takım kararları dayatacak Meclis’e, Meclis’te bir direnme olacak. Böyle bir ortamda mutlaka solun, sosyalistlerin, Kürt halkının, Alevilerin Meclis’te temsil edilmesi lazım. İkinci ihtimal, AKP-MHP ittifakının parlamento çoğunluğunun yanında başkanlığı da yitirmesi. 16 yıllık AKP iktidarının önerdiği diktatörlük rejiminin engellendiği, ama 16 yılda sağın parçaladığı ülkeyi, toplumu, sistemi yeniden kurma sürecinin başladığı bir dönem... Bu süreçte de solun, sosyalistlerin mutlaka o düzlemde olması lâzım. Her iki durumda da, sadece parlamentoda, vekillikle mücadele diye bir şey savunmuyoruz. Vekillik, demokrasiden, eşitlikten, özgürlükten, barıştan yana bir halk hareketinin yürütülmesinde sadece katkı sağlayabilir.
“HDP bu seçimlerde farklı bir şey yaptı”
HDP’den aday olmanız ve Halkevleri olarak HDP’ye destek vermeniz bir “seçim ittifakı” olarak tanımlanabilir mi?
Bu bir ittifak değil. İttifak, belli bir programla olur. HDP listelerinde daha önce de sol, sosyalist, demokrat adaylar yer aldı. Ama bu, HDP-HDK programının bir parçası olarak yapıldı. Bizim programımız ayrı. Hem neoliberal siteme, hem gericiliğe karşı bir halkın hakları mücadelesi ve faşizme karşı bir mücadele… HDP programıyla aynı değil. Tabii çakışan yönleri de var. Ama ayrı yönleri de var. Zaten o nedenle Halkevleri olarak HDP’nin bir bileşeni değiliz. HDP bu seçimlerde farklı bir şey yaptı. Çeşitli sosyalist hareketlerden gelen 10 civarında adayı listesine aldı. Bunun bizim için şöyle bir anlamı var: Tek adam rejimine karşı, faşizme karşı mücadelede yüzünü sola döndüğünü düşünüyoruz. Siyasal İslamcılarla bir ittifaktansa, sola döndüğünü düşünüyoruz. Bu, önümüzdeki süreç açısından bir olanak ve başka bir düzlem yaratma potansiyeli taşıyor. Ben de, hem programımız açısından, hem Halkevleri’nin yıllardır sürdürdüğü mücadele açısından, hem de Kürt siyasal hareketiyle sol, sosyalist ve aynı zamanda sosyal demokrat bir taban arasında farklı bir iletişim kurma konusunda işlevli olabileceğimi düşünüyorum.
“Fırat’ın batısında devrimcilerin görevi var”
Kürt hareketinin yüzünü sola dönerken ve sosyalist hareketlerin seçimde HDP’ye destek verirken, karşılıklı beklentileri ne sizce?
Bence bunu “beklenti” diye tanımlamayalım. Sonuçta her iki tarafın da ayrı programı var. Fırat’ın doğusunun, Kürt halkının bir programı var. Bir siyasal temsiliyeti var. Yapılanmaları var. Bir halk hareketi var. Fırat’ın batısında ise devrimcilerin sosyalistlerin, bir halk hareketinin yaratılması, bunun bir programının oluşturulması gibi bir görevi var. Bu ikisi farklı. O yüzden ne kadar eşit düzlem dense de, mesela HDK içerisinde, HDP içerisinde yer almamış olmamızın başlı başına gerekçesi buydu. 16 yılın sonunda bugün karşımızda olan şey, neoliberal sistemin ve gericiliğin iflasıdır. Eşitlik, özgürlük, laiklik, barış ilkeleri doğrultusunda yeni bir ülkenin kurulması gerektiğini düşünüyoruz. Bu yüzyılda, sol, sosyalist hareketlerin Kürt sorununa yüzünü dönmeden başarılı olabilmesi de mümkün değil. Bu eksende faşizme karşı iki hareketin birlikte mücadelesi önemlidir. Yeni bir ülke kurma konusunda da Kürt halkının talepleri, siyasal temsiliyeti olmadan sonuca gidilmesi mümkün değil. Aynı şey Aleviler için de geçerli.
“Gezi ciddi bir başlangıç”
Sahada ne gözlemliyorsunuz?
Birlikte mücadele ve birbirine yüzünü dönme sürecinde Gezi’nin ciddi bir başlangıç olduğunu düşünüyorum. Neydi o hareket? Bu, dayatılan bir rejime karşı bir halk isyanıydı. Halk “Onuruma sahip çıkıyorum” dedi. “Eşitlik istiyorum” dedi. “Özgürlük istiyorum” dedi. “Tek adamın ağzından çıkan her söz kanun olmayacak” dedi. Daha sonra Medeni Yıldırım’ın bölgede ölmesiyle * beraber bunlara “barış” eklendi. Ve iki taraf arasında bambaşka bir etkileşim olduğunu düşünüyorum. Biraz daha da geriye gittiğimizde, Soma. Soma katliamı yaşandığında Diyarbakır’da liseli öğrenciler sokağa çıktı. Çok farklı bir süreçteyiz aslında. Hopa’yla başlayan, ardından “ODTÜ ayakta” eylemleriyle süren, Gezi direnişi ve arkasından Soma.
“CHP’de merkez sağa yönelim”
Bugün nasıl bir noktaya gelindi?
Bugün çok farklı bir durum var. Sonuçta ortada bir Cumhur İttifakı var. CHP’nin içinde olduğu bir Millet İttifakı var. CHP’nin listelerine baktığınızda… Aslında herhangi bir ülkede ve zamanda sosyal demokrat bir partinin sola, sosyalistlere yüzü dönük bir parti olması lâzım… Şu anki CHP listelerine baktığınızda ve CHP’nin uzun süredir çizgisine ve merkezin politikalarına baktığınızda... Ben merkezle tabanın farklı olduğunu görüyorum, yaşıyorum. Merkezin aldığı bu pozisyon aslında Erdoğan’ın rejim dayatmasına karşı bir merkez sağa yönelim. Ve solda tamamen bir boşluk oluştu. Nesnel bir boşluk bu. İttifak dışında da Saadet Partisi’nin kadrolarını kendi listesinden gösteren bir CHP var. Aynı zamanda bizimle beraber sokakta, her türlü mücadelenin içinde olan, bir önceki seçimlerde ön seçimden çıkan birçok CHP’li milletvekili dostumuz, birkaç istisna hariç, liste dışı bırakıldı. Bu bir politik tercih. Bizim alışık olduğumuz, seçimlerden sonra koalisyon kurulur. Ama şimdi seçimlerden önce koalisyonlar ve ittifaklar kuruluyor. Ve bu koalisyonlara uygun adaylar listelerde yer alıyor. Bu ortamda solda ciddi bir boşluk var. Gezi’den sonra, kadın hareketi, kent-doğa yağmasına karşı mücadeleler, barınma hakkı mücadelesi, eğitim hakkı mücadelesi dâhil, Alevilerin talepleri ve hareketi dahil, hepsinde ortak şey sol, sosyalist ilkeler. Bu bir politik program değil henüz, ama taleplere baktığınızda soldan talepler. Aslında Tayyip Erdoğan’ın, o iktidarın bugün bu kadar yıpranmışlığının sebebi bu hareketler. Ortaya çıkan tabloda, eğer HDP olmasa, barajı aşmasa ve sola böyle bir açılımda bulunmamış olsa, Meclis’te oluşan, İYİ Parti’si, AKP’si, MHP’si, Saadet Partisi, Demokrat Parti, hatta HÜDA-PAR’ına kadar bir sağ... CHP listelerinde de durum malum. Doğal olarak böyle bir sol hareketin hiçbir şekilde sesi olmayacak. Ve önümüzdeki dönem nasıl bir dönem? Ya diktatörlüğün inşa edileceği, ya da bir reorganizasyon sürecinin tartışılacağı bir Meclis bu. Orada solun sesinin, halkın taleplerinin mutlaka ama mutlaka olması lâzım.
“Sol söylemle 'Hayır' deniyor”
Bir yandan da koşullar nedeniyle, şu anda muhalefetteki partiler geçmişe kıyasla birbirine biraz daha yakın durmaya eğilimli gibi mi?
Politik program itibarıyla, bir restorasyon sürecinin ittifakı var. O sürecin ayrıntılarını bilmiyoruz biz. Bu, 16 Nisan’da bir “hayır” cephesi olarak göründü. Ama bu politik bir yakınlaşma değil aslında. Herkesin kendi politik programı var. Birtakım tasarıları var. “Hayır” demelerinin farklı nedenleri var. AKP bütün devleti yeniden yapılandırırken kontrgerillasını da yeniden yapılandırıyor. Onun içindeki parçalanma, dışlananlarla çatışmalar, egemenler düzeyinde birtakım çatışmalar... Ama sonuçta sokakta “hayır” diyenler sol bir söylemle “hayır” diyor. Bu dönem kıymetli. Heba edilemez. Ama bu halk hareketinin bir takım siyasal temsiliyetleri de oluşmadı. Gezi isyanının politik bir programı, örgütü çıkmadı. Bunu önümüzdeki dönemde, Meclis’teki vekillerin de katkısıyla, ama asıl olarak sokak hareketinin başarması gerektiğini düşünüyoruz. Az önce tarif ettiğim boşluğun böyle doldurulması gerekir.
“Yeni bir rejimin kurulması için...”
Seçimlerde Meclis’te AKP-MHP ittifakının çoğunluğu elde ettiği, Erdoğan’ın da başkan seçildiği durumda ne yaşanır?
Diktatörlüğün anayasal rejim haline geldiği noktada faşizme karşı mücadele bu ülkenin bütün halklarıyla beraber verilir. Bunun da adresi zaten Meclis değildir, sokaktır. Ne diyor AKP ve Erdoğan? “Neoliberalizmin bu krizini ben başkanlık sistemi adını verdiğim rejimle çözeceğim” diyor. Diğer ittifak ne diyor? “Bu krizi ben neoliberalizmi devam ettirerek çözeceğim” diyor. Biz de diyoruz ki, neoliberalizm iflas etmiştir ve şu anda kapitalizme karşı yeni bir rejim kurulmalıdır. Bunun mücadelesini sokakta da vereceğiz. (ŞA)
* 28 Haziran 2013’de Diyarbakır’ın Lice ilçesindeki Hêzan-Kayacık karakoluna ek binalar yapılmasını protesto edenlerin üzerine özel harekâtçılar tarafından ateş açılması sonucu Medeni Yıldırım hayatını kaybetti, üçü ağır yedi kişi yaralandı.