Tempo dergisinin 4-10 Aralık 1988 tarihli 53. sayısında yer alan ve derginin kapağından "Mezardaki sır, Mehmet Ceren nasıl öldü?" spotlarıyla duyurulan, "Otopsi yapılmalı" başlıklı haberi 23 yıl sonra bianet'te yeniden yayınlıyoruz.
Arandığı için teslim olmak üzere Adana'ya giden Mehmet Ceren'in 15 gün sonra Afşin'in büyük tatlar köyüne ölüsü geldi. Baba, Ceren'in yakınları ve Sedat Caner onun işkencede öldürüldüğünden emin. Otopsideki solunum yetmezliği teşhisine kimse inanmıyor. Ne var ki; acılı baba olaydan ancak 5 yıl sonra otopsi isteğiyle soruşturma açılmasını talep etti ama... Sonuç: hayır! Vahap Ceren yüzü bile gösterilmeden gömülen oğlunun şimdi mezarının açılmasını istiyor.
12 Eylül sonrasında gözaltında kaybolan ya da ölen 200'e yakın insan var. Mehmet Ceren bunlardan yalnızca biri. Ailesi ve yakınları oğullarının gözaltındayken öldürüldüğünü söylüyorlar. Dönemin yetkilileri ise bu iddiayı reddediyor.
Biz Mehmet'in hikâyesini babasından, kardeşlerinden, arkadaşlarından, köylüsünden dinledik. Konuyla ilgili bütün dosyaları karıştırdık, bütün belgeleri okuduk. Afşin ve Elbistan köylerinde Mehmet'in izini sürdük.
Biz Mehmet'in hikâyesini, dönemin o bölgeden sorumlu Sıkıyönetim Komutan Yardımcısı Yusuf Haznedaroğlu'ndan, olaya tanık olduğunu söyleyen eski polis memuru Sedat Caner'den ve diğer ilgililerden de dinledik. Hiçbiri tek başına her şeyi anlatmaya yetmedi. Ama bu demek değildir ki, bir gün tüm gerçek aydınlanmayacak. Biz gazetecilik görevimizi yaparak ifadeleri sunuyoruz. Değerlendirme tarihe ait olacaktır.
Mehmet Ceren için Afşin Büyük Tatlar köyünde amcasının evinde geçirdiği son gece, yani 5 Ekim 1981 gecesi, giderek tırmanacak ve nihayet 16 gün sonra ölümle noktalanacak olan huzursuzluk ve acı zincirinin ilk halkasını oluşturuyordu. 23 yaşındaki genç çevresinde solcu olarak biliniyor ve bir süredir sıkıyönetim tarafından aranıyordu.
O huzursuz ve uykusuz geçen gecenin sabahında Mehmet, teslim olmaya karar verdi. Anne ve babasının, yakınlarının, arkadaşlarının daha fazla sıkıştırılmalarına, kendisinin nerede olduğu konusunda sorgulanmalarına dayanamayacaktı.
Sabah erkenden kalktı. Gri pantolonunu, ela gözleriyle uyumlu yeşil uzun kollu gömleğini, gri yün kazağını giydi. Astarı güllü yeşil parkasını üzerine geçirdi, yakasını kaldırdı, birkaç adım ötedeki evine gitti. Anasıyla babasının elini öptü: "Teslim olmaya karar verdim. Adana'ya gidiyorum" dedi "inşallah orada kalırım. Maraş'a gönderirlerse 48 saat geçmeden ölümü getirirler köye."
Baba Vahap Ceren boylu boslu "babayiğit" oğlunun arkasından baktı, baktı... Günlerce ses çıkmadı, haber gelmedi Mehmet'ten. Kimseye soramadılar, gözleri kapıda beklediler. 14 gün sonra, Kahramanmaraş'a sorgulanmaya götürüldüğünü duydular.
22 Ekim sabahı, gün ağarırken Ceren'lerin kapısı yumruklandı. Köy bekçisiydi gelen, Baba Vahap Ceren'e "Seni istiyorlar, gel benimle" dedi. Az ötede bekleyen bir subayın yanına vardılar. Genç subay babanın gözlerine bakmadan, "Amca" dedi, "oğlun Mehmet Ceren dün Maraş'ta vefat etti. Afşin'e cenazeyi almaya gideceğiz".
Baba ceketini almak için eve döndü. Kapı aralığında merak ve endişeyle bekleyen karısı Ayşe'ye "Mehmedimiz gitti" dedi. "Öldürdüler oğlunu".
Afşin'e bağlı Büyük Tatlar köyü acılı annenin feryadlarıyla uyanırken, baba ve askerler arabaya bindiler. Sabah ayazında yola koyuldular. 35 kilometrelik yolda, tek bir kelime konuşulmadı. Baba için bütün yol tek bir resim ve tek bir cümleydi: Gözlerinin ta içine bakan siyah kıvırcık kirpikli, iri ela gözler ve o son cümle: "Kahramanmaraş'a gidersem tam 48 saat sonra ölümü getirirler köye".
Mehmet artık dosyalarda
Mehmet Ceren'in sorgulanmaya getirildiği Kahramanmaraş'ta görevli polis memuru Sedat Caner'in ifadesinden: "Mehmet Ceren isimli kişiyi kasap askısına almışlardı. Aynı zamanda erkeklik organına cereyan veriyorlardı. Kasap askısından indirilirken ayakları bağdan kurtuldu. Alt tarafta bulunan lastiğin kenarına boynu isabet edince boyun kemiği kırıldı. O sıralar Sıkıyönetim Komutan Yardımcısı olan Yusuf Haznedaroğlu, kurmay başkanı Binbaşı Nevzat Bekaroğlu, siyasi şube müdürü Necdet Kondolot, baş komiser Hüseyin Gülersönmez, polis memuru Bilge Akdoğan da bu konuda bilgi sahibidirler."
Dönemin Maraş bölgesi sıkıyönetim komutan yardımcısı tuğgeneral Yusuf Haznedaroğlu'nun ifadesinden: "THKP-C Dev-Savaş örgütü mensubu olmasıyla, Adana ilinde Askeri Cezaevi'nde bulunurken, soruşturma maksadıyla Kahramanmaraş'a getirilen Mehmet Ceren, daha hiç soruşturulması yapılamadan rahatsızlanmış ve kaldırıldığı hastanede vefat etmiştir" (Ayrıntılı bilgi için bakınız, Haznedaroğlu söyleşisi)
Ölüm raporunu düzenleyen Kahramanmaraş sağlık ve sosyal yardım müdürlüğü doktorlarından Erdem Gürünlü'nün ifadesinden: "Ben Sıkıyönetim'de çalışıyorum. Bugün sabahleyin 10'da beni çağırdılar. Gittim. Hastayı gördüm, zor nefes alıyordu. Ateşi vardı, ciğerlerini dinledim. Ses aldım. Hırıltı halinde ses geliyordu. Şuuru yerindeydi. Genel durumunu bozuk gördüğüm için hastaneye sevkine karar verdim. Askeri ambulans hazırlandı. Ambulansta ben yanındayken öldü. Kalp masajı yaptım. Şahıs ölünce, Devlet Hastanesi'ne getirildi. Bu hususta ben Sıkıyönetim Komutanlığı'na raporumu düzenledim ve verdim."
Otopsi tutanağından: "Ceset tahminen 1.75-1.80 boylarında, 80 kilo ağırlığında, esmer tenli bir erkek cesedi. Ayağında uzun gri mavi karışımı pantolon mevcut. Yeşil uzun kollu gömleğin sol kolu vücuttan çıkartılmış olduğu görüldü. Vücudun ayakucundan başucuna kadar hiçbir darp ve cebir izi mevcut değildir. Boyunda kırık yok, kan izi yok. Ölüm nedeni akciğerlerdeki arazların kalbi de etkilemesi sonucu, kalbin ani iflası sonucu oluşmuştur. Ölüm sebebi aşikâr olduğu için parça almaya gerek yoktur."
Baba: Yüzünü göstermediler
Vahap Ceren 35 kilometrelik yolu tek kelime etmeden, gözünde oğlunun bakışları ve kulağında son sözleriyle katetti. Sonunda Afşin Termik Santralı'ndaki Sıkıyönetim karargâhına ulaştılar.
Baba Tempo'ya anlatıyor: "İki cemse dolusu askerle oğlumun ölüsünü getirdiler. Komutan Fuat, 'oğlun geldi' dedi. Yanına varmak yüzünü görmek istedim. O anda dediler ki, 'Amca, bize göstermememizi emrettiler'. Madem buraya getirdiniz, benim oğlum mu, değil mi bir bakayım yüzünü göreyim. 'Hiç kimseye göstermememiz emredildi' dediler. 'Uzak dur' dediler. Yola döküldük, iki Cemse askerle bizim köyün ufak kabristanının uzak bir köşesine defnettiler. Ne beni, ne de köylüm olarak hiç kimseyi yaklaştırmadılar. Kıbrıs'ta askerliğini yapan yeğenim, 'Mehmet'i ne zamandır görmedim, bir göreyim' diye askerlere yalvardı. 'Emir böyle' diye onu da kovdular. Oğluma dini tören de yapılmadı. Gömdükten sonra, 'bunun yakınına kimse yaklaşmayacak diye emrettiler. Korkumuzdan yaklaşamadık. Bana 'oğlun hastalanmış, kalp krizinden ölmüş' dediler. Ben aslan oğlumun işkence verdiğini, verirken öldüğünü biliyorum. Madem yarası yoktur, neden göstermediler bana?"
Mehmet, ailenin beş çocuğundan biriydi 1957 yılında, toprağa girdiği gün gibi, bir ayaz Ekim sabahı dünyaya gelmişti. Kardeşleri içinde bir tek o okudu. Önce köyde, sonra Afşin ve Adana'da eğitim gördü. İktisadi ve Ticari İlimler Akademisini bitirdi. Hem köyünde çalıştı, hem okudu. Sağ eğilimli olarak bilinen Büyük Tatlar köyünde sol eğilimli olarak tanındığı halde, yumuşaklığı, kalenderliği, efendiliğiyle çok sevilirdi.
Görüştüğümüz köylüler, "Biz kendi çocuğumuzun ölümüne razıydık, ama Mehmet'e razı değildik" dediler. Eski MHP'li [Milliyetçi Hareket Partisi], şimdi MÇP'li [Milliyetçi Çalışma Partisi] köylüsü Mehmet Arın: "Sağcıyım, beni böyle yazın. Mehmet temiz çocuktu, çok temiz çocuktu. İşkencede öldüğünü herkes biliyor. Neden böyle olduğunu anlayamadık" dedi.
Adana Akademi'den arkadaşı SHP (Sosyaldemokrat Halkçı Partisi) milletvekili aday adayı Afşinli Durmuş Özdemir, "Mehmet'in işkencede öldüğünü burada bilmeyen yok. Çok kötü günler geçirdik. Kimse mezarına yaklaşamadı, başında jandarma nöbet bekledi. Aile de fakir olduğu için peşine düşemedi. Yazık oldu arkadaşıma. Aslan gibiydi." dedi.
12 Eylül öncesi Afşin Belediye Başkanı Doğan Bozkurt, "Küçük yerde yaşıyoruz, çok şey biliyoruz da konuşamıyoruz. Yoksa bu Mehmet Ceren ölecek çocuk değildi. Afşin'de Mehmet Ceren, Fehmi Özarslan ve Tuncelili bir öğretmen öldürüldü. Mehmet Ceren Kahramanmaraş'ta Fehmi de aynı şekilde Adana'da teslim olmuş, oradaki paşaya 'Beni Maraş'a göndermeyin' demiş, hakikaten orada öldü. Tuncelili öğretmene gelince, yatılı bölge okulu vardı, onu da orada öldürdüler." dedi.
Evet, Mehmet Ceren, geride gözü yaşlı bir aile, içi güllü bir parka, cebinde yarısı yenmiş bir Eti Finger paketi ve 5475 lira para, gri yün kazak, yeşil bir gömlek, epeyce kuşku ve bir yığın soru bırakarak öldü. Mehmet Ceren, gözaltında kaybolan 200'e yakın kişiden yalnızca biriydi.
Soruşturma açıldı ama...
Baba Vahap Ceren, Mehmedinin ardından beş yıl hiçbir şey yapamadı, hiçbir yere başvuramadı. Ne peşine düşecek gücü, ne de avukat tutacak parası vardı. Acısını yüreğine gömdü.
Sonunda, Kahramanmaraş Cumhuriyet Savcılığı'na bir dilekçe yazdı. Mezarın açılmasını, otopsi yapılıp oğlunun ölümünün aydınlatılmasını istiyordu.
Soruşturma açıldı. Kahramanmaraş Cumhuriyet Savcılığı, dilekçenin verilmesinden beş buçuk ay sonra, başvuruyla ilgili takipsizlik kararı verdi.
Çünkü; soruşturma sırasında Haznedaroğlu, Necdet Kondolot, Bilge Akdoğan'ın ifadelerine başvurulmuş, onlar da maktulün işkenceye maruz kaldığına dair bilgi ve görgüleri olmadığını belirtmişlerdi. Ayrıca, ilk otopsi raporunda da maktulün boynunun kırık olmadığı, darp izine rastlanmadığı ve işkence izi görülmediği yazıyordu. Böylece, babanın yeniden otopsi talebi de reddedilmiş oluyordu.
Olayın görgü tanığı olduğunu söyleyen Sedat Caner ise Tempo'ya "Cezamı çekerken, defalarca talimatla ifadem alındı. Her defasında ifademi doğruladım. Şimdi gene söylüyorum Mehmet Ceren Kahramanmaraş'ta işkenceden ölmüştür. Bunu her zaman ve her yerde tekrarlarım" diyordu.
Ne var ki; Sedat Caner, Mehmet Ceren olayıyla ilgili ifadeleri nedeniyle Malatya Cumhuriyet Savcılığı tarafından "yalan beyan"da bulunmakla suçlanacak, fakat yargılama sonunda gıyabında bu suçlamadan beraat edecekti. Beraat kararı Sedat Caner'e, hapisten çıkmasından çok az bir süre önce Kandıra Cezaevi'ndeyken tebliğ edilecekti.
Neden Mehmet Ceren?
Biz Mehmet'in babası, Sedat Caner, Yusuf Haznedaroğlu şu veya bu şekilde konuşan tanıklık edenlerin hiçbirinin haklı ya da haksız olduğunu söylemek durumunda değiliz. Ele geçirdiğimiz ve okuduğumuz belgelerin önemli gördüğümüz kısımlarını ve olayda adı geçenlerin tanıklıklarını aktarmaya çalıştık. Dönemin o bölgedeki en üst düzey yetkililerinden Yusuf Haznedaroğlu olaydan yedi sene sonra Tempo'ya "işkence diye bir olay olmadı. Ben altımdaki yetkililerin sorumluluklarının hepsini kendi üstüme alıyorum. Eğer ortada suç varsa beni yargılasınlar" derken, baba Vahap Ceren feryadını sürdürüyor: "ilgililere sesleniyorum. Otopsi yapılsın. Oğlumun nasıl öldüğü anlaşılsın. Oğlum öldürüldü diyorum neden açmıyorlar mezarını?"