"Hiç" dedi, "Hiç, avuç içimin bu kadar ıslandığını hatırlamıyorum."
Kuş kanatlarını hatırlatan bir pozisyonla, iki elini aşağıya dönük olarak parmak uçlarında birleştirme halini bozmadan sürdürdü konuşmasını:
"İlkokulda imtihanlarım iyi geçmesi için kilisede dua ederken de bu pozisyonu kullanırdım. O sırada hem duygularımın yoğunluğunu hisseder hem de duygularımı çok da dışa yansıtmamış olduğumu düşünürüm. Şimdi, söz sıramı beklerken de ellerim, masanın altında ve bu pozisyondaydı."
Çapa Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Psikolog Arşaluys Kayır, geçen hafta İstanbul'da yapılan (2-6 Ekim) Psikiyatri Kongresi'nin "Biz ve Biz Olmayan Toplumsal Azınlık ve Çoğunluk" konulu son panelinde böyle başlayacaktı söze...
Çocukluk günlerinden bugüne taşıdığı o özel ve küçük sırrını izleyicilerle paylaştıktan sonra sıra gelmişti yakın döneme ait bir sırrı paylaşmaya.
" Panel için bir özet hazırlamıştım. Sonra o metni bir kenara atmaya karar verdim. Çünkü, bir daha okuyunca, kıvırttığımı gördüm."
Sonunda duygularını aktarmaya karar vermişti. Soruyordu:
"Azınlık duygusunu yaşamayanımız var mı?"
Duygularını aktarmak için iki alan seçmişti kendisine:
* Yakın ilişki.(aşk)
* Dilin kullanımı.
Çoğunluğun Türk, azınlığın Ermeni olduğu bir ortamda büyümenin duygu dünyasında önüne çıkarttığı duvarları anlattı önce:
" Türkü sevmeyeceksin, ona bağlanmayacaksın. Bu nasıl bir zor durumdur bilemezsiniz."
Türkiye'de yaşayan Yahudi kökenli genç kadınlar için de Aleviler için de benzeri acıların söz konusu olduğunu görmüştü meslek yaşamında. Tanıdığı bir Alevi bir genç kızın iç dünyasında yaşadığı çalkantıları örneğin:
"Babaannem zamanında" diyordu bu hanım "Gönül işleri daha kolaydı. Onlar kapalı bir çevrenin içinde kalmış ve büyümüşlerdi. Ben o kapalılığın dışına çıkmaya özendirildim. Ne var ki, bu kez de çok insanla karşılaşıyorsun, ama onların çoğunu dışında tutmaya çalışıyorsun. Yakınına sokmuyorsun."
Bu, Arşaluys Kayır'ın da çok iyi bildiği "ağır" bir duyguydu:
"Benimsemek (içine almak) de bir duygudur. Dışına itmek, dışında tutmaya çalışmak da..."
"Önce ailemi üzersem diye üzülürsünüz. Sonra ayrılırsam onu üzerim duygusu gelişir. Ve sen iki durumda da üzülürsün."
Ya "dil"in kullanımı?
" Dil" diyordu Kayır "Benim için daha da büyük bir yara!"
"Ermenice'yi ilkokulda öğrendim. Sonra unuttum. Şimdi konuşamıyorum. Psikolog ve psikiyatrların katıldığı bir uluslar arası toplantıda bana istersen Ermenice konuşabilirsin, diye önerdiklerinde, dedim ki:
"Konuşurum ama kendimi tam ifade edemem. Onun için istemem Ermenice konuşmak. Ama, sonunda bir Ermenice şarkı söyleyebilirim.. Söyledim de."
Türkçeyi iyi kullandığı için övgüler aldığında hoşuna gittiğini de saklamayan Kayır'ın, en sık karşılaştığı sorulardan biri şu oluyordu.
- Sen kendini azınlık hissediyor musun?
- Hissetmiyorum. Evet ama... Şarkı dinlerken ya da söylerken durum değişiyor. Dinlemekten ve söylemekten çok mutlu olduğum Ermenice türkülerin yok olmasına dayanamam. Aynı ölçüde "Odam kireçtir benim" türküsü de bana yakındır. O Türküyü dinlerken de ben bu kez Anadoluluyum.
Göçler ve Biz Olmayan Durumu
Panel'in öteki katılımcıları arasında edebiyatçı Mario Levi, psikiyatrist Talat Kahraman, Ali Babaoğlu, psikolog doktor Zoyi Sabuncakis vardı.
Çocukluğu Bulgaristan'da geçen psikiyatrist Talat Kahraman, "globalleşen" dünyada artan göç olgusuna paralel olarak "biz ve biz olmayan" ayırımının süreceğini ve hatta artacağını düşünüyordu.
Küçük yaşta aileden kopartılma travması
Psikolog doktor Zoyi Sabuncakis, Osmanlı'daki devşirme olgusundan, mübadele'nin acılarına uzanan konuşmasını tarihe yolculuk temelinde yaptı.
Osmanlı döneminde, azınlık çocuklarının ailelerinden zorla kopartılarak orduya alınması olgusuna psikolog gözüyle baktığında bir görev fark etmişti:
"Psikolog olarak, bir çocuğun ailesinden küçük yaşta kopartılmasının travmatik etkilerini de ele almamız gerekir."
Oturumu yöneten Psikiyatr Ali Babaoğlu, daha sonra, "devşirme" kurumu aracılığıyla sadece müslüman olmayan halkın değil, aynı zamanda tüm Osmanlı halkının erkek çocuklarının elinden alındığını" hatırlatacaktı.
"Seçilme travması" diyordu buna Babaoğlu... Verdiği çarpıcı bilgilerden biri de Türkleri Anadolu'ya Ermenilerin çağırmış olduğuydu.
Edebiyatçı Mario Levi son konuşmacı oluşunun tadını "öteki" kavramı"na gönderme yaparak çıkardı:
"Sona kaldım. Ama vesileyle yalnız olmadığımı gördüm."
Mario Levi'nin örnekleri, daha çok edebiyat dünyasından oldu. Yahudi asıllı Kafka'nın nasıl yaşadığı ülkenin dili Çekçe'de değil de Almanca'da eser vermiş olduğuna ve başka örneklere dikkat çekti:
"Yuhudi asıllı Elias Kanetti de Almanca yazmıştır eserlerini..."
"İyi ama neden" sorusuna ise Mario Levi şu yanıtın verilebileceğini düşünüyordu:
"Dil aracılığıyla kendini dile kabul ettirme çabası belki. Ya da ötekiler'den bir öç alma duygusu..."(NA)