İstanbul’da ilk kez Sessiz Sinema Günleri düzenleniyor. 9-12 Ekim tarihleri arasında İstanbul Modern’de gerçekleşecek olan etkinlikte sinemaseverler, sinemanın sessiz dönemi olan 1896 ila 1927 yılları arasında çekilmiş filmleri canlı müzik eşliğinde izleme fırsatı yakalayacak.
Programda usta yönetmen Orson Welles’in yeni bulunmuş bir filminin yanı sıra kapsamlı bir Osmanlı İmparatorluğu’ndan görüntüler seçkisi yer alıyor.
Avrupa’nın en köklü kurumları olan Bologna Sinemateki ve Hollanda Film Müzesi’nin katkılarıyla gerçekleştirilen ve Kino İstanbul tarafından düzenlenen Sessiz Sinema Günleri’nin genel direktörü Nagehan Uskan’la programın detaylarını konuştuk.
Sessiz sinema, Türkiyeli sinemaseverlerin pek izleme şansı bulabildiği bir tür değil. Sessiz Sinema Günleri düzenleme fikrinin nasıl doğduğunu biraz anlatabilir misiniz?
Sessiz sinemanın Türkiye’de festivallerde yer bulmadığı ve geleneksel bir varlığının olmadığı doğru, lakin ara sıra güzel gösterimler gerçekleşiyor. 2010 yılında, o dönemde çalışmakta olduğum bir özel sanat kuruluşu bünyesinde İstanbul Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında ayda bir kez sessiz sinema gösterimleri gerçekleştirmiştik. Yine bu filmlerin çekildiği yıllardaki gösterim koşullarına uygun olarak, canlı piyano eşliğinde yapıyorduk gösterimleri. Bu gösterimler hiç azımsanmayacak bir ilgiyle takip edildi. Hatta gitgide kalabalıklaştı izleyici kitlesi. Bu etkinliklerin aslında belli bir sessiz sinema kültürü edindirdiğini düşünüyorum ben. Hakikaten belli bir izleyici kitlesi oluşmuştu o yıllarda. Festival yapma fikri de o zamanlarda doğdu. Her sene dünyanın çeşitli kentlerinde yapılan festivallerde o sene içinde restorasyonu tamamlanmış filmler izleyicilere sunulur. Biz de aslında sessiz sinema alanında böyle bir gündeme eklemlenmek üzere yola çıktık.
Programı nasıl bir perspektifle şekillendirdiniz?
Önceliğimiz yeni restore edilen filmleri Türkiyeli sinemaseverlerle buluşturmak. Herkes sessiz sinemaya biraz nostalji olarak bakıyor. Evet, öyle bir yanı var ama bir de güncel bir yanı var. Her sene belli sayıda film restore ediliyor ve izleyicilerle buluşuyor. Kimi kentlerde bu filmler sinemalarda gösterime bile giriyor. Biz de dünyanın birçok yerinde olduğu gibi bu yeni restore edilen filmleri İstanbul’da gösterebilmek istiyoruz. Her sene böyle bir mecra sunmayı arzuluyoruz. Örneğin programda 1914 yılından bir film var: Kahrolsun Savaş. Savaş karşıtı söylemiyle öne çıkan ve çok değişik bir yöntemle renklendirilmiş olan bu filmi biz Londra Sessiz Film Festivali’nden önce göstereceğiz. Hatta Hollanda Film Müzesi’ndeki prömiyeri de İstanbul’daki gösteriminden sonra gerçekleşecek. Bu güncelliği yakalamak bizim için çok önemli. Bu bakımdan, programın çerçevesini Türkiye’deki sinemaseverlerin de sessiz sinema alanındaki gelişmelerden, böyle bir alanın varlığından haberdar olmasını hedefleyerek oluşturduğumuzu söyleyebilirim.
Sinemada… Bakın Ama Sakın Dokunmayın (İtalya, 1912) |
Bu yıl özellikle Avrupa’daki festivallerde Birinci Dünya Savaşı’nın 100. yıldönümü vesilesiyle 1914 civarı çekilmiş filmlere ilgi yoğundu. Bu ilgi Sessiz Sinema Günleri programına nasıl yansıdı?
2014 bu bakımdan çok ilginç bir sene oldu hakikaten. Hem Türkiye’de sinemanın 100. yılı hem de Avrupa’da Birinci Dünya Savaşı’nın 100. yılı rastlaştı. Bu çerçevede bizim programımızda bir bölüm yer alıyor: Osmanlı’dan Görüntüler. Hollanda Film Müzesi’nden Elif Rongen-Kaynakçı küratörlüğündeki bu seçki, festivalin gözbebeklerinden biri diyebilirim. Bu seçki ilk kez Bologna’da, Avrupa’nın en geniş katılımlı sinema tarihi festivallerden biri olan Il Cinema Ritrovato’da gösterildi. İkinci gösteriminin İstanbul’da gerçekleşecek olmasından ekipçe büyük heyecan duyuyoruz. Seçki bizzat aynı seçki değil; birkaç farklılık mevcut. Bolonga’daki seçki festivalin “100 Yıl Kadar Önce” bölümünde yer bulduğundan daha çok yüz yıl önce çekilmiş filmlerden oluşuyordu. Ancak İstanbul’da daha geniş tarih aralığına yayılan, daha zengin bir seçki izleyicilere sunulacak. Birinci Dünya Savaşı sonrasından da filmleri izleme fırsatı yakalayacak sinemaseverler. Bununla birlikte, savaş dönemine denk gelen çarpıcı Osmanlı görüntüleri de izleyeceğiz.
Osmanlı’dan Görüntüler seçkisi kapsamında bir de söyleşi yapılması planlanıyor.
Too Much Johnson, Orson Welles (ABD, 1938) |
Evet, İstanbul Modern’de 10 Ekim günü gerçekleşecek gösterimlerin ardından bir söyleşi olacak. Seçkinin oluşmasında büyük emeği geçmiş olan Nezih Erdoğan’ın da görev yaptığı Şehir Üniversitesi bu söyleşinin organizasyonunu üstlendi. Söyleşide sinema tarihçisi Mariann Lewinsky’nin yanı sıra Şehir Üniversitesi’nden Peyami Çelikcan ve Canan Balan katılımcılarla bir araya gelecek. Sırayla sunumların yapılacağı bir panelden ziyade açık bir tartışma, bir yuvarlak masa olması planlanıyor. Bu sadece sinemacılara veya sinemaseverlere özel bir oturum da değil. Daha ziyade antropoloji, tarih, kültürel çalışmalar gibi çeşitli alanlardan uzmanlar veya ilgililerin bir araya gelerek kendi fikirlerini öne süreceği, filmlerin birçok yönden irdeleneceği bir ortam oluşturmayı hedefliyoruz. Yeni bir şeyler bulmak niyetindeyiz bu filmlerde. Seçki çok zengin filmlerden oluşuyor ve bu toprakların sinemasal mirasına olduğu kadar tarihine ve kültürüne de ışık tutuyor. Örneğin, Belgrad’dan bir film ile 1911 yılında Ani’de çekilmiş bir film yan yana geliyor.... Bunlar arasında ne gibi ortak noktalar bulabileceğimizi biz de bilmiyoruz, ama bu sulara açılmak bizi çok heyecanlandırıyor. Bu programı büyüterek ve çeşitlendirerek her yıl tekrarlamayı ve Türkiye’de sinema tarihçiliği alanında bunların sürekli konuşulup tartışıldığı bir alan açmayı arzuluyoruz.
Festival programında gösterimler canlı müzik eşliğinde gerçekleşecek. Müzikleri belirlerken nelere özen gösterdiniz?
Osmanlı seçkisindeki filmlerin müziklerinin biraz Osmanlı temalı olmasına özen gösterdik. Aynı zamanda bir akademisyen olan Çiğdem Borucu özel olarak hazırlandı bu seçki için. Kendisi gösterimlerde piyano ve kanun eşliğinde canlı performans sergileyecek. Genel olarak müzik seçimlerinde sessiz sinemanın ruhuna uygun bir çeşitlilikten yana olduk. Hem sessiz sinema gösterimlerinde artık gelenekselleşmiş olan klasik piyano performansları yer alacak hem de sessiz sinemanın avangart yönlerini öne çıkaran elektronik müzik performansları yapılacak. Biz sessiz sinemanın nostaljik olduğu kadar deneysel yönlerini de seven bir ekibiz. Bu sebeple deneysel müzik yapan müzisyenleri de davet ettik. Örneğin, dışavurumcu müziğe ilgi duyan Cihan Gülbudak ‘theremin’ ile Alman Dışavurumculuğu akımının başyapıtlarından olan Doktor Caligari’nin Muayenehanesi’ne eşlik edecek. Bu tip yerel müzisyenleri de filmlerle buluşturmak bizim için çok önemliydi. Bununla birlikte, uluslararası üne sahip müzisyen konuklarımız da var. Örneğin, Daniele Furlati.
Asil Kan filminin DVD versiyonu için orijinal müzik bestelemişti, değil mi?
Charlie Chaplin Keystone'da (ABD, 1914) |
Evet. Furlati bu filmin orijinal müziğini yaptı ve DVD edisyonunda resmî bestecisi olarak yer aldı. Yaptığımız daveti heyecanla kabul etmesi bizi çok sevindirdi. Dolayısıyla konuklarımız bu filmi, orijinal bestecisi Furlati’nin canlı performansıyla izleme fırsatı yakalayacak.
Programda usta yönetmen Orson Welles’in kayıp olduğu düşünülen ve yeni bulunan Too Much Johnson adlı filminin Türkiye prömiyeri de yer alıyor.
Evet, bu muhteşem bir buluş gerçekten. Filmin hikayesi de oldukça ilginç. Orson Welles aslında bu filmi bir tiyatro oyunu için çekiyor. Oyun sahnelenirken bazı yerlerde perdeye yansıtılacak görüntüler çekiyor. O yüzden klasik anlamda bir Orson Welles filmi değil. Bir tiyatro oyunu için tasarlanmış bir film. Ancak daha sonra proje bozuluyor ve bu film gösterilmiyor. Film birçok yerde ‘slapstick’ tarzında ve çok ilginç açılardan New York sahneleri içeriyor. Kimi sahnelerin hâlâ kayıp olduğu düşünülüyor, ancak belki de tiyatro oyunu araya girdiği için bu sahneler hiç çekilmemiş olabilir. Yine de kopukluk sezilmiyor, çok keyifle izlenen bir film.
Hollanda Film Müzesi’nden gelen Sakıncalı Görüntüler seçkisinden bahsedelim biraz da. İzleyicileri 100 yıl öncesinin sinema alışkanlıklarına götüren bu seçkide sinema ve seyirci kültürüne dair çok kıymetli filmler yer alıyor.
İstanbul Modern’de halen devam eden Türkiye sinemasında seyirci kültürü üzerine bir sergi var: Yüzyıllık Aşk. Sakıncalı Görüntüler seçkisinin bu sergiye denk gelmesi çok güzel oldu. Sergide Türkiye sinemasında seyirci üzerine görüntüler ve arşiv parçaları mevcut. Sakıncalı Görüntüler’de de sessiz sinema seyirci kültüründen görüntüler var. Panayır ortamından disiplinli sinema salonu ortamına ilk geçişe dair ilginç ipuçları veren filmler. Hiç beklenmedik paralellikler mevcut. Örneğin bir filmde, seyircilerden birine aşık olan beceriksiz bir makinistin projeksiyonu bir türlü ayarlamamasına dayalı bir komedi var. Seyirciler isyan ediyor! İsyankar seyirciler! Oysa ki bizler perdeden tren çıkacak sanıp korkan seyirci hikayelerini duymaya alışmıştık.
2014’te Chaplin’in Şarlo karakteri de 100 yaşına bastı. Birçok festival gibi Sessiz Sinema Günleri’nde de Şarlo filmleri izleyebileceğiz.
Osmanlı Görüntüleri (1902-1925) |
Evet, bir grup Chaplin filmi de var programda. Aslında festival programının şöyle güzel bir yönü ortaya çıktı: Farklı bölümlerin seçkileri arasında çok güzel geçirgenlikler ve tesadüfler var. Mesela birkaç Şarlo filmi seyirci üzerine. Şarlo seyirci olarak sinemaya gidiyor ve türlü terslikleri tetikliyor. Osmanlı filmleri arasında da Şarlo Türkiye’de diye bir film var. Bir animasyon yapmışlar. Chaplin İstanbul’a geliyor. Baya oryantalist bir film: fes takıyor, uçan halıyla açılarak hayaller kura kura İstanbul’a geliyor. Programın en sevindirici yönü bu oldu, bölümler birbirini zenginleştiriyor. 2014’ün sinema tarihi bakımından kilit bir sene olduğu düşünüldüğünde, bu tesadüfler hem çok heyecanlandırıyor hem de tartışmaların doğması bakımından önem taşıyor. Örneğin programda Otlak diye bir film var ve bazı çevrelerde ilk Kürt filmi olduğu konuşuluyor. Bir kısmı Diyarbakır’da geçen bir göç hikayesi. Osmanlı projesindeki filmlerle birlikte çok önemli meselelerin konuşulmasına fırsat tanıyabilecek bir film.
Belki bu vesileyle Türkiye’de sinemanın yüzüncü yılı tartışmalarına da uzanan fikirler üretilir hatta.
Aslında programın bu yönü bizim için önemli. Bu bakımdan Türkiye’den de sessiz film günlerine katkı olmasını isterdik, lakin ilgili kurumlarla temasa geçsek de izleyicilerimize böyle bir içerik sunma fırsatına erişemedik. Fakat önümüzdeki yıllarda, Sessiz Sinema Günleri devam ettikçe, Türkiye’deki arşivlerden de filmler dahil etmeyi arzu ediyoruz. Daha önce de bahsettiğim gibi, sessiz sinema günlerinin, dünyadaki diğer örnekleri gibi, yani bu alandaki büyük çaplı festivaller gibi, o yıl restore edilmiş ve dolaşıma girmiş filmleri izleyicilerle buluşturmak gibi bir hedefi var. Türkiye’den de böyle yeni restore edilmiş filmler gelirse elbette çok mutlu oluruz. Ümidimiz biraz da bu yönde bir farkındalık yaratarak, Türkiye’deki arşivlerin de aktif katılımıyla bu gibi festivallerde görünür olmaya başlaması. Kuşkusuz tüm bunları, yüzüncü yılın kutlandığı senede gerçekleştirmek muhteşem olurdu. Fakat bu kurumların, yüzüncü yıl anlayışına böyle bir perspektifle yaklaşmadığını ve belki de hazırlıksız yakalandığını düşünmek mümkün. Tabi durumun bir diğer boyutu da şu: bir yandan bu festivalin Türkiye’de sinemanın yüzüncü yılına denk gelmesinden, yani sinema tarihsel bir çerçeveye oturmuş olmasından mutluluk duyuyoruz; fakat diğer yandan Türkiye’nin bu resimde pasif kaldığını görüyoruz. Dünyanın dört bir yanından filmler geliyor ve Türkiye’den herhangi bir anlamda hiçbir katkı olmaması biraz yalnızlaştırıcı ve ümit kırıcı hissettirebiliyor. Önümüzdeki yıllarda bunun değişmesini arzuluyoruz. Biraz da sessiz sinema kültürünün ve sinema tarihsel bilincin yerleştirilmesiyle Türkiyeli sinemaseverlerin de bu kültürü ve tarihi sahipleneceğine, bu taleplerin yükseleceğine inanıyoruz. (AÖT/HK)
* İstanbul Sessiz Sinema Günleri programı için sessiz sinema günleri adresini ziyaret edebilirsiniz.