Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) ihlal kararına rağmen 2 bin 963 gündür hapiste olan İnsan hakları aktivisti Osman Kavala, 10-17 Aralık Dünya İnsan Hakları Haftası kapsamında bianet'e konuştu. Kavala, "İnsan hakları mücadelesinde her zaman amaçlanan hedeflere ulaşmak mümkün olmuyor. Ama her durumda bu çaba kamunun vicdanı olma işlevini yerine getiriyor, topluma moral ve umut veriyor" diyor.

10-17 ARALIK: 'HAK'SIZ DEĞİLSİNİZ
Hak mücadelesi geleceğinin temel dayanakları: Karanlık ile direniş aynı anda var olabilir mi?
Kavala, "'Hak'sız Değilsiniz" yazı dizimiz için bulunduğu Marmara Cezaevi'nden 10-17 Aralık Dünya İnsan Hakları Haftası kapsamında sorularımızı yanıtladı.
Hem dünyada hem de Türkiye'de sivil toplum alanında yürüttüğünüz çalışmalarla ve hak savunucu olarak tanıdık sizleri. Mücadele öykünüz nasıl başladı?
1975 yılında liseyi bitirdim. Puanımın tuttuğu ODTÜ’ye -boykot olduğundan- 1976 Mart ayında girebildim, 1977’de başlayan yeni boykot uzayınca İngiltere’ye gitmeye karar verdim. Kısa da olsa ODTÜ’de bulunmak sol siyasete ilgimi ve sempatimi oldukça güçlendirmişti, ancak o sıralarda, insan haklarının siyasette ağırlığı olan bir kavram olduğu konusunda fikir edinmiş değildim.
Tanıl Bora’nın çevirini yaptığı 1977 kitabında Philipp Sarasin’in anlattığı gibi, bu yıllar Batı Avrupa’da insan hakları söyleminin güçlendiği dönemdi. Carter ve NATO çevresi bu söylemi ağırlıkla Sovyet bloğunu yıpratmak için kullanıyordu, ancak sivil toplumda ve siyasi partilerin taban örgütlerinde, Latin Amerika’daki diktatörlüklerde ve Güney Afrika’daki apartheid rejiminde hak ihlalleri ile ilgili duyarlılık da güçleniyordu.
Talebe Birliği çalışmaları
İngiltere, malum, en önemli insan hakları örgütü olan Amnesty International’ın (Uluslararası Af Örgütü) ana vatanı ve muhtemelen en yaygın ve aktif sosyal ağının olduğu ülke. Amnesty ve benzeri girişimler siyasette, özellikle uluslararası siyasetle fazla ilgili olmayan insanlar arasında başka coğrafyalarda yaşanan hak ihlalleriyle ilgili duyarlılık yaratmaya gayret ediyorlar, onları mesaj yollamak gibi mütevazi sayılabilecek çabalarla tepkilerini ve dayanışmalarını ifade etmeye teşvik ediyorlar.
Manchester Üniversitesi’ndeyken bir süre yabancı öğrenciler temsilcisi olarak Talebe Birliği’nin çalışmalarına katıldım. Bu sayede yabancı öğrencilerin geldikleri, bazılarının ayrılmaya mecbur kaldıkları ülkelerdeki baskılar hakkında daha fazla bilgi sahibi oldum.
"Barış ve demokrasi önceliğim oldu"
1980 darbesinden sonra da işkenceleri ve hak ihlallerini anlatmak, Avrupa’daki sivil ve siyasi örgütlerin bunların engellenmesi için daha net tavır almalarını amaçlayan kampanyalar düzenledik, bu süreçte başta Amnesty olmak üzere insan haklarıyla ilgilenen kuruluşlarla yoğun temaslarımız oldu.
Bunların sonucu, daha netleşmiş bir insan hakları kavramına sahip olarak ve bu alanda belirli bir çalışma deneyimi kazanmış olarak Türkiye’ye döndüm. Helsinki Yurttaşlar Derneği’nin kuruluşuna katıldım. Ama zamanla sanat kültür alanında etkinliklerle barış ve demokrasi değerlerine katkıda bulunmak benim için öncelik haline geldi. Bu nedenle yetkin bir insan hakları savunucusu olduğumu iddia etmem büyük bir özveri ve adanmışlıkla bu mücadeleyi yürütmüş arkadaşlara haksızlık olur.
"İnsan hayatı değerli görünmüyor"
AİHM kararlarına rağmen yıllardır cezaevinde olan bir hak savunucusu olarak, hak mücadelesinin dünü ve bugününü nasıl değerlendirirsiniz?
Son elli yılı kuşbakışı değerlendirdiğimizde, hak ihlallerinin niteliklerinde değişim olduğunu görüyoruz. Yargısız infazların büyük oranda sona erdiği söylenebilir, işkence tamamen olmasa da büyük ölçüde ortadan kalkmış durumda. Buna karşılık yargı süreçlerinde yaşanan hak ihlalleri yaygın hale geldi. İş cinayetleri, kadın cinayetleri azalmadan devam ediyor.
Depreme dayanıksız yapılara göz yumulması, çalışanların hayatı için tehlike yaratan üretim yerlerinin, yangına karşı gerekli tedbirlerin alınmadığı sosyal tesislerin etkin biçimde denetlenmiyor oluşu, yurttaşların hayatlarını koruma yükümlülüğünün yeterli derece yerine getirilmediği, buna önem verilmediği anlamına geliyor. Suç işlediklerine dair somut delil olmadan insanların yıllarca hapiste tutulmaları da, insan hayatının değerli görünmemesinin bir göstergesi.
Barış için insan hakları
Bir yandan barış ve demokrasi gündemken; diğer yandan hak örgütleri ihlallerde artış kaydediyor. Sivil toplum alanının daraldığı konusunda da eleştiler var. Siz bunu çelişki olarak görüyor musunuz?
Savaşların, çatışmaların, tedhiş eylemlerinin sona ermesinin toplum psikolojisinde ve sosyal ilişkilerde büyük ölçüde rahatlamaya yol açtığı bir gerçek. Ancak tüm yurttaşlar üzerinde kalıcı etkisi olacak bir barış ve demokrasi kültürünün yaratılması için insan hayatına, insanın haysiyetine ve insan haklarına değer veren anlayışın da hissedilir hale gelmesi gerekiyor.
İnsan hakları mücadelesinde her zaman amaçlanan hedeflere ulaşmak mümkün olmuyor. Ama her durumda bu çaba kamunun vicdanı olma işlevini yerine getiriyor, topluma moral ve umut veriyor.
(AB)






