"İyi milliyetçilik icat edilmeye çalışılıyor ve bu arayış milliyetçiliğin sorgulanmasını engelliyor. Herkes milliyetçi olmak zorunda değil. Birleşeceğimiz, kimlik tanımında milliyete değil, coğrafyaya gönderme yapan bir üst kavram var: Türkiyelilik. Bunu bugün tekrar tekrar konuşup düşünmek gerek. Ortaklığımızı sürdürmemiz, sürdürmekte ısrar etmemiz gereken tek nokta bu. Başkası değil."
Göregenli, Türkiye'deki gibi bir toplumda milliyetçiliğin tehlikeli olduğunu, "şirin, pozitif bir milliyetçiliğin" mümkün olmadığını, bu arayışın milliyetçiliği hem meşrulaştırdığını hem de sorgulanmasını engellediğini, Türkiye'de "sembolik ırkçılığın" var olduğunu söylüyor.
Dink'i uğurlama törenini ve "Hepimiz Ermeni'yiz" sloganına gelen ırkçı tepkileri anımsatan Göregenli, "Samimi demokratik tepkilerin yol açtığı büyük dalga, 'gerçekten milliyetçilik zayıflayacak mı' korkusu yarattı. Bir tek sloganın bu kadar tartışılmasının sebebi bu" diyor:
"Bir grup politik aktör güç kaybettiğini düşündü. O gücü yeniden kazanmak için varsaydıkları bir çoğunluğun 'dini ve milli hassasiyetlerine' yönelerek pay kapmaya çalışıyorlar."
"Milliyetçiliğin iyisi yok"
Milliyetçiliğin çok değişik bakımlardan kutuplaşmış, yaşadığının hesabını vermeyen bir toplum için, hele siyaset yapma tarzı olarak ortaya çıktığında çok tehlikeli olduğunu söyleyen Göregenli, bunu da milliyetçiliğin kurgusunu deşifre ederek açıklıyor. Göregenli'nin saptamaları şöyle:
Milliyetçiliğin önceliği: "Milliyetçilik bir ideolojidir ve milliyeti önceler. Medyada sanki milliyetçilik ya da ırkçılık insanın kendisinden olmayan milletleri aşağılaması, kötü düşünmesi gibi tanımlanıyor. Oysa milliyetçilik milli kökenini diğer kimlik kategorilerinden üstte tutmak demektir. Türkiye'de milliyetçi olmak için Kürtleri, Ermenileri alenen aşağılamaya gerek yok. Milliyetçilikle diğer kimlik öğelerinin yanında Türklük önceleniyor. Türk olmayanların ısrarla 'Türk'üm' demeye davet edilmelerini yaratan bu değil midir?"
Milliyetçilik dayatıyor ve dışlıyor: "Bizimki gibi çok farklılıkları olan bir toplumda, tek bir kimlik kategorisi öncelemesi olmaz. Bu durum, farklı grupların taleplerinin üstünü örtüyor ve daha baştan dışlıyor. Sonuçta çoğunluğun meşrulaştırılması gerçekleşiyor. Çoğunluğun çoğunluğa ait olan değerlerin, kimlik kategorilerinin çoğunluktan olmayanlara dayatılması, bu grupların eritilmeye çalışılması, ırkçılığın ve milliyetçiliğin göstergesi. Toplumun yarısını dışlayan bir şey iyi olamaz."
Sembolik ırkçılık
"Hâlâ bu ülkede ırkçılığın olmadığından söz ediliyor" diyen Göregenli, ırkçılığın yeni biçimine dikkat çekiyor.
"Irkçılık ve milliyetçilik gibi kavramların beşiği olan Batı sosyal bilim literatürü, Batı'da da bunların eski biçimleriyle hayata geçmediğini gösteriyor. Ayrımcılığa karşı yasalar doğrudan ırkçılığı engelliyor; ama şimdi siyahlara, göçmenlere karşı sembolik ırkçılık yürütülüyor."
Sembolik ırkçılığın kurgusunda Türkiye'deki milliyetçilerle Avrupa'daki milliyetçilerin birbirine çok benzediğini söyleyen Göregenli Türkiye'deki sembolik ırkçılığın örneklerini sıralıyor:
"Türklük değerlerini bazı grupların bozduğunu iddia etmek var. 'Özümüze zarar verecek hareketler yapıyor(lar)' denerek yapılıyor bu ırkçılık. Üstelik sadece Kürtlere, Ermenilere değil, başörtülülere, suça itilmiş çocuklara, aydınlara yönelik gerçekleşiyor. Sonuçta 'Bunlar bize benzemiyorlar' ya da 'Aslında bizdenler ama içimizden bizi vuruyorlar', 'Milli kaynaklarımız değişik nedenlerle bu gruplara harcanıyor' cümlelerine varıyor."
Bu cümlelerin kurulabilmesi için de bir "biz" kurgusuna ihtiyaç var.
"Homojen bir toplum söylemi üzerinden 'biz' dili kuruluyor. Böyle homojen bir toplum yok. Bir arada ve mutlu olmak için de aynı olmaya gerek yok; birbirinin varlığını görmek ve bir arada yaşamanın yollarını bulmak gerek. Herkesin 'biz' inşasının artık gerekli olmadığını fark etmesi gerek."
Kurgulanan, meşrulaştırılan ve dayatılan "çoğunluk"
Göregenli'nin "çoğunluk"a vurgusu boşuna değil. "90'larda siyasal İslam'ın yükseldiği dönem" diye nitelediği zamanlarla ilginç bir bağlantıya işaret ediyor:
"Bu süreç aslında 90'larda izlediğimiz 'Bu ülkenin yüzde 99'u Müslüman' dalgasını anımsatıyor. Şimdi de 'yüzde 99'umuz milliyetçiyiz' dalgası başladı.
"Sadece Hrant Dink'i değil, pek çok düşünen insanı açıkça işaretleyen, onları 'iç düşmanları ilan edenler -özellikle medya- şimdi çoğunluğun dışında kalmama derdiyle 'faydalı bir tür milliyetçilik/zararsız bir milliyetçilik' keşfetmeye çalışıyor."
Ancak, Göregenli'nin "iyi milliyetçilik" arayışındakilere bir sorusu var: "Ekonomik ve sosyal koşullar için nasıl bir projeniz var?"
"Milliyetçi söylem sembollerle politika yapar, somutu sormalıyız"
Bu soru aslında, faşizmin, milliyetçiliğin politikasının özüne yönelik. "Faşist, milliyetçi söylem, her zaman sembollerle politika yapar. Rasyonel bir politik hedef göstermez" diyor Göregenli. "Şimdi herkesi somut, gözle görülür politika yapmaya çağırmak gerekiyor."
Göregenli burada öncelikle medyaya iş düştüğünü söylüyor.
* Medyanın her türden milliyetçileri somut siyasi projelerini açıklamaya davet etmesi gerekiyor. Örneğin O.S'nin üniversiteye gitmesini nasıl sağlayacaklardı? Yoksullukla nasıl mücadele edeceklerdi? İşsizliği nasıl engelleyeceklerdi? Sembolik siyasetten vazgeçilmesi gerektiğini, bu yapılanın siyaset olmadığını belirtmek gerek.
* Medyanın kim hassas, kim doğru, kim çoğunluk, "biz" tartışmalarından vazgeçip gerçek siyasi projeler üzerine konuşulmasını sağlaması gerek.
* Çoğunluğun ne olduğunu söylemekten vazgeçmeleri gerek. Toplumun çoğunluğu oyla, belirsiz bir kavram olan "kamuoyu" sözüyle ya da hassasiyetlerle belirlenmez. Üstelik çoğunluk toplumun geleceği için her zaman hayırlı bir yerde de olmayabilir. Toplumun geleceği üzerine düşünmek gerekiyor. Milliyetçi kışkırtmaları engellemek için yaptıkları şey, aslında yeni bir çoğunluk inşası.
Arka planı görmek önemli
Göregenli, Hrant Dink cinayetine neden olan iklimin nasıl yaratıldığını, arka planını görmek gerektiğini söylüyor.
"Bütün bu milliyetçi, faşist söylemin kimlere ulaştığını, nasıl karşılık bulduğunu anlamak önemli.
Bu milliyetçi kışkırtma nelere yol açıyor? Kışkırtma nasıl bir coğrafyaya ve hangi koşullardaki insanlara sesleniyor?
"Hrant Dink'in öldürülmesinden hemen sonra düşünen insanların işaret edilmesi gibi, bunun tersi yapıldı ve Trabzon işaret edildi. Bu çok yanlıştı. "Linç kültürü", "şiddet kültürü" kavramları da sakıncalı. Sorunun aslını ve asıl aktörlerini, nedenlerini gölgeliyor.
"Oysa burada, cinayetin nedeni olan koşullar çok açıkça belli. Aynı koşullar Türkiye'nin bir sürü yerinde, var." (TK)