Buna ilişkin işaretler fazlasıyla var ama en fazla göze batan da medyanın hareketliliği.
Özellikle Hürriyet'in son iki hafta içinde, konuyu üç kez manşetine taşıması herhalde önemli bir gösterge olmalı.
Yeni açılımlar, Türkiye Ermenileri'nin dilinden
Dikkat çekici bir diğer husus ise yeni açılımlar sağlayacak söylemlerin Türkiye Ermenileri'nin dilinden aktarılması.
Nitekim iki kez benim, geçen Pazar da Patrik Hazretleri'nin yıllardır tekrarladığımız görüşlerimiz öne katıldı ve bu görüşlerin arkasına geçilerek yeni açılımlara niyetlenildiği ima edilir oldu.
Sanki de Devlet, Ermenistan'la ilişkiler konusundaki yeni açılımların arayışını medyaya, medya da Türkiye Ermenileri'ne ihale etmiş durumda.
Bu "kullanılma" olgusuna daha önce değinmiş, "Bizim için farketmez, gerçek bir diyalogsa eğer niyetleri, buyursunlar tepe tepe kullansınlar" demiştim.
Hinliklerden kurtulmak pek mümkün değil
Aynı düşüncemi koruyorum. Üstelik de kullanılma esnasında, bizim dile getirdiğimiz görüşlerin elekten geçirildiğini, ayıklandığını hatta biçim ve öz değişikliğine uğratıldığını bile bile.
Bu tür hinliklerden kurtulmak pek mümkün değil gibi. İstesek de istemesek de söylediklerimiz ile söylemediklerimizi karıştıracak ve kendi niyetlerine uygun olarak kullanacaklar.
Salt bu nedenle, hiçbir şey konuşmamak, tamamen suskun kalmak ise hiç çözüm değil.
Yıllardır sustuk da ne oldu?
Önemli olan bizim ne demek istediğimiz ve bunu yeterince diyip diyemediğimiz.
Mesela "ortak anıt" fikri ilk bakışta barış savunucuları ve diyalog yanlıları için sempatik bir öneri olarak gözükebilir.
Ne var ki içini doldurmadığınız takdirde hayli tehlikeli ve adaletsiz bir öneri olarak kalır.
"Eşitsizlikleri eşitlemek" olarak sırıtır.
Önerilerin içi dolduruldu mu?
Peki bugüne kadar içi dolduruldu mu bu önerinin?
Hayır, Patrik Hazretleri'nin daha önce de televizyon ekranlarından dile getirdiği önerisinin içini dolduran bir açıklamasına biz rastlamadık.
Bu da doğal, çünkü bugün için, içini doldurabilecek bir veri zaten yok.
Ne demek istediğimizi, bugüne kadar söylediklerimizi bir kez daha tekrarlayarak açalım.
Ciddi bir diyalog süreci
Biz iki halk arasında ciddi bir diyalog sürecinden bahsederken, daha başlangıcında "Gelin ortak bir anıt kuralım da bu işin üstünü örtelim, tarihi de tarihçilere bırakalım" manasına gelebilecek bir söz etmiyoruz.
Aksine bu diyalog sürecinin kesinlikle bir sorgulama sürecini de içermesini ısrarla savunuyoruz. Diyoruz ki, "Önce ortak belleğimizi oluşturalım sonrası ise nasıl olsa kendiliğinden gelir."
Uzun soluklu sorgulama süreci de içeren bir diyalog aşaması yaşanmaksızın, ortaya atılan bu ortak anıt fikrinin ortak belleği örtücü ya da engelleyici bir girişim olma tehlikesi her zaman sözkonusu.
Sorunları halının altına süpürmek
Ortak anıt fikri sorunlardan kaçan, sorunları çözmekten ziyade halının altına süpüren bir erken öneri gibi duruyor.
Oysa nasıl ki tarih salt tarihçilerin değil de hemen herkesin hakkıysa, nasıl ki tarih salt tarihçilere bırakılmayacak kadar gündelik bir ihtiyaçsa, herkesin kendi anıtıyla ve anısıyla başbaşa kalması da bir o kadar ihtiyaç.
Tabi ki Ermeniler kendi tarihsel gerçekliklerini bir başkalarının kabulüne ya da kabul etmemesine endekslemeden, acılarını sırtlayarak omuzlarında taşımalı ve atalarının anılarını vakur bir şekilde, sadece 24 Nisanlarla sınırlı tek günde de değil, hemen her gün içlerinde taşımalılar.
Kaldı ki bu tür önerilerin geleceği adres de herhalde bugüne kadar bir kez dahi olsa kendi atalarını açıkça anamamış Türkiye Ermenileri olmamalı.
Niçin 24 Nisan'ı anmıyorsunuz?
Böyle bir öneriden önce demokrat bir zihniyetin Türkiye Ermenileri'ne "Siz niçin 24 Nisan'ı anmıyorsunuz? Siz de bir anıt yapın ve atalarınızı anın, gerekirse biz de iştirak eder acınızı paylaşırız" demesi gerekmez mi?
Sonuç olarak, "Ortak anıt" fikrinde, söylemin kaynağı da söylemin kendisi kadar yanlış mecradan doğmuş gözüküyor.
Asıl hedef ortak anıttan, önce ortak belleği yaratmak olmalı. (NH/FA)