Lübnan hakkındaki bilgilerimiz
10 gün boyunca ağırladığım Nawfal çiftinden o kadar çok şey öğrendim ki, on yazı bile yazabilirim. Öğrendiğim en önemli gerçek, bizim,- hadi kendi adıma konuşayım- Lübnan ve Ortadoğu konusunda hiçbir şey bilmediğimiz. Ya da bilgilerimizin çoğunun aslında Lübnan gerçeğiyle uyuşmadığı. Mesela ben Ortadoğu hakkında bir bilgi, bir görüş ya da bir tahlil söylediğimde, Michel bıyık altından gülümseyip "A evet bu söylediğin İngilizlerin görüşü" diyordu. Sonuç olarak biz Türkiye okuru olarak, özellikle de Arapça bilmiyorsak, bölge hakkında Arap kökenli doğru, yerli bilgi ve görüş yerine, CNN, BBC, Le Monde filtresinden geçmiş yani oryantalize edilmiş bilgilerle besleniyoruz. Michel bu konuda öneri olarak El Cezire'den çok El Arabiye'nin ve El Ahram International Weekly'nin İngilizce İnternet sitelerini önerdi.
Kuşkusuz Ortadoğu, belki de özgün yapısı nedeniyle Lübnan da, bir yabancı tarafından öyle kolaylıkla anlaşılacak, kavranacak bir bölge, bir ülke değil. Global güçlerin politikaları, yerel siyasi grup ya da cemaatlerin konumu çok hızla değişebiliyor.
On bilinmeyenli denklem
Michel'in anlattıklarında benim için o kadar çok yeni, özgün, ilginç nokta var ki hangisinden başlayabileceğimi kestiremiyorum. Bu nedenle herhangi bir hiyerarşiye bağlı kalmaksızın arabaşlıklar halinde aktarayım:
* Ortadoğu'da İran'ın bir stratejisi var, Washington ile İsrail'in var, Arap ülkelerinin, Hamas ya da Hizbullah'ın ve 'ne yazık ki' Türkiye'nin yok. Tüm güçler kendilerini ABD, İsrail ve İran'ın konumuna göre ayarlamak durumunda.
* ABD ve İsrail, büyük bir ihtimalle Edward Said'in "Emperyal Kibir" saptamasından yola çıkarak, Arapları, müzakere edilecek, kazanılacak, dostluk kurulacak bir insan topluluğu olarak telakki etmiyor. ABD'ye göre, Arap dünyası baskıyla, şiddetle yola gelebilecek bir küme. İsrail de Arapları sadece düşman olarak görüyor ve herhangi bir sorunu 'Arap kırarak' çözmeyi düşünüyor.
* Tahran, ılımlı tabir edilen, Türkçesi ABD'ye bağımlı olan Arap rejimlerini iki açıdan tehdit ediyor: Arap halklarını kendi iktidarlarına karşı çıkmaya teşvik ediyor ayrıca bölgede ABD hakimiyetini kırıp İran'ı bölgesel güç haline getirmeye çalışıyor. Amerikancı Arap rejimleri de bu hamleye karşı, İran'ın Şii özelliğini ön plana çıkarıp Sünni kitleleri İran etkisinden uzaklaştırmaya çalışıyor. Bu sebeple de ABD ve İsrail'e karşı olan cepheyi, Şii/Sünni bölünmesine götürüyor. Washington da bu yapay bölünmeyi körüklüyor.
* İran, Hamas ve Hizbullah başta olmak üzere tüm bölgedeki ABD ve İsrail karşıtı güçleri, mezhep ayrımı yapmadan desteklerken, İsrail ve ABD'ye özel olarak vurmaya dikkat ediyor. Böylece geniş Arap kitleleri gözünde puan kazanıyor. İran'ın bölgedeki bir başka kozu Suriye. İran ayrıca Irak'taki Şii cemaatini de büyük ölçüde yönlendiriyor.
ABD, İran'a saldırmaya hazırlanıyor
* İran, nükleer enerji konusunda da şimdilik vakit geçirme ve AB'yi ABD'den uzaklaştırma taktiği güdüyor. Ne var ki Tahran, ABD'nin İran'a saldıracağı konusunda giderek ikna olmuş durumda. Hava savunmasını güçlendiriyor, Ankara ile iyi ilişkiler kurmaya çalışıyor, Arap dünyasını da kazanmak için ince taktikler uyguluyor. ABD, Türkiye'yi yanına almadan İran'a kolaylıkla bir askeri saldırı düzenleyemeyeceğine göre, bu nokta, Ankara açısından da önemli hatta hayati.
* Hizbullah lideri Nasrallah'ın "tarihi, stratejik ve ilahi zafer" olarak nitelediği son gelişme -İsrail'in saldırıyı durdurup Güney Lübnan'dan geri çekilmek zorunda kalması- büyük ölçüde İran ve Suriye sayesinde gerçekleşti. Hizbullah, Ortadoğu'nun en güçlü ordusunu kararlı ve inançlı bir direnişle Lübnan topraklarından çıkmaya zorladı. Bu, Ortadoğu'da ilk defa gerçekleşiyor. İsrail ilk kez böyle bir yenilgi aldı. Bu yenilgi, İsrail toplumunu da sarstı. İsrail kamuoyu ordusunu sorgulamaya başladı. Bu sorgulama "Neden Lübnan'a saldırdınız?" diye değil de, "Neden yenildiniz?" diye oldu. İsrail'in tank gücünü, Suriye'nin verdiği tankdeler füzelerle zayıflatan Hizbullah, sokak çatışmalarında da İsrail'e ağır darbeler vurdu. İsrail yönetiminde ve toplumunda, Eşkenaz ve Sefarad kökenlilerin ağırlığı azalırken, SSCB kökenli, dolayısıyla demokrasi geleneği daha zayıf kesim ve şahsiyetler güç kazanmaya başladı.
* Başta Lübnan olmak üzere diğer Arap ülkeleri de ilk kez çok yaygın düzeyde, bu savaş bağlamında İsrail toplumu, kamuoyu ve medyasıyla eskiye oranla daha fazla temasa geçti. Arap gazeteleri ve televizyonları savaş boyunca uzun uzun İsrail medyasından iktibaslar yayınladı. Özellikle de savaş karşıtı İsrailli şahsiyet ve örgütler, Arap dünyasının gözünde önem kazandı, takdir topladı.
* İran ve Suriye, İsrail'in olası yeni bir saldırısı karşısında, saldırıya uğrayanların (bizzat kendileri dahil) nükleer silah kullanabileceklerini de ima etti. Bu hem ABD'ye hem de İsrail'e yönelik bir tehdit ya da caydırıcılık önlemi...
* Washington'un Büyük Ortadoğu Projesi Lübnan'da ilk aşamada çıkmaza saplandı. ABD, Ortadoğu'da engel olarak gördüğü Hamas, Hizbullah hatta çok renkli ve demokratik Lübnan karşısında bile, kayda değer bir başarı kazanamayan İsrail hakkında kaygılanmaya başladı. Hizbullah'ı "halledemeyen" İsrail, Suriye ya da İran'ı nasıl yenecek? İsrail'in başarısızlığı, savaşın başında saptadığı hedef olan "Hizbullah'ı Güney Lübnan'dan tamamen söküp atma" misyonunu yerine getiremediği gibi Hizbullah'ı eskisine oranla daha güçlü, daha prestijli hale getirdi. Bölgede ABD ve İsrail karşıtlığına da ivme kazandırdı.Tam anlamıyla bir bumerang etkisi...
* Hizbullah tabii ki sütten çıkmış ak kaşık değil. Lübnan toplumunun ve hükümetinin bir parçası, unsuru olmasına rağmen, İsrailli 2 askeri kaçırma operasyonu konusunda müttefiklerini bilgilendirmemiş olması Dürzi ve Maruni kesimde pek hoş karşılanmadı. Lübnan toplumunu bir emrivakiyle karşı karşıya bıraktı. Hatta bazı gözlemcilere göre, ilk başta, İsrail'in kurduğu tuzağa düşerek, Siyonist saldırıya zemin hazırladı. Şii toplumu içinde, aslında bir Lübnan örgütü olmasına rağmen Hizbullah yönetiminin Tahran'a aşırı bağlı olmasını eleştiren şahsiyetler de var.
Lübnan'da Türk askerleri
* Lübnan'da yeniden aktif hale getirilen BM Barış Gücü (UNIFIL) tartışmalı bir konu. Lübnan'daki Ermeni cemaati hariç, tüm kesimler Türk birliklerinin gelmesini istiyor. Türk birliği Lübnanlıların gözünde bir "Denge ve istikrar" unsuru. Hizbullah, Türk birliğini İsrail'e muhalif hale getirmeye çalışacak. Ayrıca, Lübnan'da ve Ortadoğu'nun diğer ülkelerinde belki bizde olmadığı kadar, ama aslında anlaşılması hatta kabul edilmesi gereken bir Batı karşıtlığı, daha hafif bir deyimle kuşkuculuğu var. Lübnanlı, kendi topraklarında Fransız ya da Alman askeri yerine Müslüman Türk askerini görmeyi tercih ediyor. Lübnanlı gözlemciler, Türk ordusunun 30 yılda 3 darbe yaptığını, ideolojik olarak ABD ve Çürük Elma'ya yakın olduğunu, belki 80 yıldır da Kürt meselesini şiddet yoluyla çözmeye çalıştığını tabii ki biliyor. Ne var ki, Lübnan'a gidecek olan askeri birlik, Türk ordusunun tümünü temsil etmiyor, üstelik orada Fransız komutanının emrinde olacak.
* AKP yönetimi Türk askerinin Lübnan'da çatışmaya girmeyeceğini söyledi ve deniz gücünün gönderileceğini açıkladı. Ancak Lübnan'da hangi birliğin nerede konumlandırılacağını AKP değil BM saptıyor. Ve hali hazırda 3 bini aşkın Alman bahriyelisi Lübnan'a çoktan geldi ve yerleşti bile. Bu nedenle, "En son gelen en kötü yere oturur" ilkesi gereğince, Türk birliğinin öyle pek de rahat bir alana konumlanamayacağı belli oldu.
* Lübnanlı gazetecinin "Türk birliği Lübnan'da saldırıya uğrarsa biz saldırganı teşhis ederiz!" cümlesinden ne anlıyorsunuz? İsrail değil mi? Ben öyle anlamıştım. Daha sonra meseleyi tartışınca Michel teşhis ettiği gücün... Suriye olduğunu söyledi. Zaten Lübnan Ermeni cemaatini de daha çok Şam yönlendiriyormuş.
* Lübnan'a asker gönderilmesi meselesi tartışılırken, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, "Biz bu bölgeyi asırlardır yönetmiş bir devlet olarak..." mealinde bir gerekçe sunmuştu. Gerçeğe uymayan bir açıklama. Çünkü o bölgeyi yöneten "Biz" değildik "Osmanlı"ydı. Üstelik o zamandan bu yana köprünün altından çok sular aktı. Sen "o asırlardır yönettiğin bölgenin" daha dilini bile bilmiyorsun, kalkmış bölgesel güç olmak istiyorsun, ağabeylik taslıyorsun...
* Bu yazıyı hoş bir anekdot ile bitireyim: Bizde Arapça bildiğini iddia eden ve çoğu İslami duyarlığı yüksek kişiler, aslında bugün Arap dünyasında pek bilinmeyen, günlük konuşmada neredeyse hiç yeri olamayan Kur'an Arapçasını biliyor. Bu nedenle bir Arap başkentinde, taksiye binen bir Türk, Kur'ani Arapçasıyla şoföre yolu tarif ederken, bizimkinin her cümlesinden sonra şoför, "Amin!" diyormuş...
* Yani hazin wallahi! (RD/TK)